Türkiye'de sanatçıların ve sanatçı geçinenlerin tavırları genellikle elitist, jakoben, devletçi ve tepeden inmecidir. İçinde yaşadıkları toplumu ve insanları küçük gören bu grup, genellikle muhafazakâr aydınları ve halkı beğenmez, kendilerini allâme-i cihan zannederler.

Bir zamanlar TİP'li takılsalar da değişmez adresleri genellikle CHP'dir. Onlara göre, muhafazakârlıkla sanat bir arada bulunamaz; hattâ 'Muhafazakâr sanat olmaz' deyip kestirip atarlar. Zira bu güruh kendi milletinin özgün sanat geçmişini ve birikimini hiçbir zaman kabul etmemiştir.

Değerli ilim adamı, edebiyatçı ve sanatçı Prof. Dr. İskender Pala'nın yazdığı 'Muhafazakârın Sanat Manifestosu'nu mutlaka okumanızı tavsiye ederim. O zaman, son günlerde bir bardak suda fırtınalar koparan sözde sanatçıların, milletin değerlerine önem verenlerle farkını açıkça görebilirsiniz.

Ben prensip olarak devletin kültüre ve sanata müdahale etmesine karşıyım. Esasen böylesine devletçi bir toplumda, katılımcı demokrasi yerine asimilasyon ve tektipçilik gelişecektir. Bu çerçeveden bakınca, İstanbul Şehir Tiyatroları'nın repertuarında bürokratların sözünün olması, elbette doğru değildir. Fakat kazın ayağı öyle değil... 'Günlük Müstehcen Sırlar' isimli oyun tam bir müstehcenlik örneği. Repertuardan kaldırılan oyun baştan sona küfürden ve pornografiden ibaret...

Yani bu ayaklanan 'sanatçılar', her türlü oyunu seçip oynayabilecekler; paraları hesapsızca harcayabilecekler; toplumun değer yargıları ve oyunların tutup tutmaması onları hiç ilgilendirmeyecek; lâkin aybaşlarında maaşlarını muntazaman almaya devam edecekler... Sorarlar adama: 'Şehir tiyatroları babanızın malı mı?' diye...

Üstelik bu 'Günlük Müstehcen Sırlar' bir istisna da değil. Müstehcenlik gösteren '+16' kategorisinde iki oyun daha var. Ayrıca Osmanlı tarihini karalamaya çalışan ya da Soğuk Savaş'ın kokuşmuş Marksist iddialarıyla yazılan oyunlar da var... Lâkin, kimse bu gökten inmiş 'sanat melekleri'ne karışamaz. Çünkü Şehir Tiyatroları kendilerine özel çiftlik olarak tahsis edilmiştir.

Atatürk döneminde, Osmanlı'dan kalan 'Dârülbedâyi', 'Şehir Tiyatro'su olarak hizmetini yaygınlaştırdı. Atatürk, bu nevi kültürel hizmetleri merkezîleştirmedi. Tiyatrolar da 1949'a gelinceye kadar 'Devlet Tiyatrosu' olmadılar. Aslına bakarsanız, kültürün 'devletleştirildiği' dönem, Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte ortadan kalkmıştır. 1992'den sonra dünyadaki tek devlet tiyatrosu Türkiye'de kalmıştır. Bir zamanlar Moskova Devlet Sirki ile alay eder, kadrolu, cambaz ve palyaçolardan bahsederdik.

Bu sanatçı kıyamının kültür ve sanat hayatımıza faydası olmuştur. Başbakan'ın dediği gibi şehir tiyatroları özelleşir ve kendisine güvenen çıkar, riske girer, çalışır ve ortaya güzel eserler koyar. Türkiye'de bunun çok örnekleri görülmüştür.

Tiyatroların özelleştirilmesi desteklenmemesi anlamına gelmez. Belirli kriterlerle tiyatrolar ve oyunlar desteklenebilir. Bu arada özel sektör de sponsorluk yapabilir.

Sözün özü, artık bankamatik memurluğu dönemi bitmeli, gerçek sanat dönemi başlamalıdır.

Hasan Celal Güzel
Sabah Gazetesi-3 Mayıs 2012