Nuh Nebiden evvel kullandığımız ve adına “idare lambası”, “bezir çırası” ya da sadece “çıra” dediğimiz tabanı yuvarlak alt gövdesi konik yukarıya doğru boru şeklinde daralan ucunda şapkalı yuvarlak fitil başlığı olan bir aydınlatma gerecinden bahsedeceğim.

Haznesine yakıt olarak gaz yağı, ya da beziryağı konulurdu. O zamanlar evlerin oda duvarlarında  üst tarafı üçgen alt tarafı kare şeklinde ve içi duvar genişliğince derinlikte olan “toka” ya da “dolap” diye adlandırdığımız gömme küçük dolaplarda gaz lambamızı, ya da idare lambamızı muhafaza ederdik.

Yuvarlak ince fitilini hafifçe dışarıya doğru çekip kibritle tutuşturursunuz. Çok isli yanar ve  fitilde yanan gaz yağından dolayı odanın içini tuhaf bir koku kaplardı. Hele idare lambasına gaz yağı yerine bezir yağı konmuşsa, onun kokusu biraz daha ağırdı. Çıranın konduğu dolabın üst tarafı yanan idare lambasından dolayı  simsiyah olurdu.

Ben daha çok gaz lambasının kullanıldığı zamanı hatırlıyorum. Gaz lambasının başına bir iş geldiği zaman o anda evde  kırılan şişesinin ya da bozulan parçanın yedeği olmadığı vakit idare dediğimiz bu çıra lambası devreye girerdi.

Şimdi bakıyorum da nereden nereye gelmişiz: idare lambasından, gaz lambasına, gaz lambasından löküs olarak adlandırdığımız biraz daha gelişmiş ipek fitilli ve pompalı aydınlatma gereci. İlerleyen zaman içinde ilçemize kurulan İngiliz malı ve 8 silindirli dizel motorlu jeneratörü hatırlarım. Üretilen elektriği belli saatler arasında sadece çarşı merkezine veriyorlardı. Daha sonra bizler de elektriğe kavuşmuştuk, ama bunun yılını tam olarak hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey evlerimize sıva üstü elektrik tesisatının döşendiğiydi. Gaz lambasından kurtulmuş pırıl pırıl sarı ışıklı armut lambanın verdiği aydınlıkla çok mutlu olmuştuk.

Ya işte böyle dostlarım. İdare dediğimiz lambadan önce nasıl aydınlatma yapılıyordu, onu bilmiyorum. Herhalde o zaman ki insanlar,  duvarlara takılan meşalelerle aydınlanıyorlardı.