Kardeşine iftira atıp, onun ölümünden sonra vicdan azabıyla yanıp tutuşan bir çocuğun dramının anlatıldığı Ömer Seyfettin’in “Kaşağı” isimli hikayesi, beni çok etkileyen ve defalarca bıkmadan usanmadan okuduğum güzel hikayelerinden biridir.
”...Kardeşimle ahırın avlusunda oynarken aşağıda, gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hüzünlü şırıltısını işitirdik. Evimiz iç çitin büyük kestane ağaçları arkasında kaybolmuş gibiydi. Annem, İstanbul’a gittiği için benden bir yaş küçük olan kardeşim Hasan’la artık Dadaruh’un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu, babamın seyisi, yaşlı bir adamdı. Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz şey atlardı. Dadaruh’la birlikte onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek, ne doyulmaz bir zevkti. Hasan korkar, yalnız binemezdi. Dadaruh onu kendi önüne alırdı. Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşumuza gidiyordu. Hele tımar. Bu en zevkli şeydi. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı… tık… tıkı… tık… tıpkı bir saat gibi… yerimde duramaz,
- Ben de yapacağım! diye tuttururdum.
O vakit Dadaruh, beni Tosun’un sırtına koyar, elime kaşağıyı verir,
- Hadi yap! derdi.
Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdım.
- Kuyruğunu sallıyor mu?
- Sallıyor.
- Hani bakayım?..
Eğilirdim, uzanırdım. Ama atın sağrısından kuyruğu görünmezdi.
Her sabah ahıra gelir gelmez,
- Dadaruh, tımarı ben yapacağım, derdim.
- Yapamazsın.
- Niçin?
- Daha küçüksün de ondan…
- Yapacağım.
- Büyü de öyle.
- Ne zaman?
- Boyun at kadar olduğunda….
At, ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum. Boyum atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun’un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, “Höyt..” diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı. Ben bir gün yalnız başıma kaldım. Hasan’la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. İçimde bir tımar etmek hırsı uyandı. Kaşağıyı aradım, bulamadım. Ahırın köşesinde Dadaruh’un penceresiz küçük bir odası vardı. Buraya girdim. Rafları aradım. Eyerlerin arasına falan baktım. Yok, yok! Yatağın altında, yeşil tahtadan bir sandık duruyordu. Onu açtım. Az daha sevincimden haykıracaktım. Annemin bir hafta önce İstanbul’dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen kaptım. Tosun’un yanına koştum. Karnına sürtmek istedim. Rahat durmuyordu.
- Sanırım acıtıyor? dedim.
Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin, çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca yeniden denedim. Gene atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim. On adım ilerdeki çeşmeye koştum. Kaşağıyı yalağın taşına koydum. Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başladım. İstanbul’dan gelen, üstelik Dadaruh’un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezdim, parçaladım. Sonra yalağın içine attım.
Babam, her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar, öteye beriye bakardı. Ben o gün gene ahırda yalnızdım. Hasan evde hizmetçimiz Pervin’le kalmıştı. Babam çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı gördü; Dadaruh’a haykırdı:
- Gel buraya!
Soluğum kesilecekti, bilmem neden, çok korkmuştum. Dadaruh şaşırdı, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babam bunu kimin yaptığını sordu. Dadaruh,
- Bilmiyorum, dedi.
Babamın gözleri bana döndü, daha bir şey sormadan,
- Hasan dedim.
- Hasan mı?
- Evet, dün Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi.
- Niye Dadaruh’a haber vermedin?
- Uyuyordu.
- Çağır şunu bakayım.
Çitin kapısından geçtim. Gölgeli yoldan eve doğru koştum. Hasan’ı çağırdım. Zavallının bir şeyden haberi yoktu. Koşarak arkamdan geldi. Babam pek sertti. Bir bakışından ödümüz kopardı. Hasan’a dedi ki:
- Eğer yalan söylersen seni döverim!
- Söylemem.
- Pekâlâ, bu kaşağıyı niye kırdın?
Hasan, Dadaruh’un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktı! Sonra sarı saçlı başını sarsarak,
- Ben kırmadım, dedi.
- Yalan söyleme, diyorum.
- Ben kırmadım.
- Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, dedi. Hasan inkârda direndi. Babam öfkelendi. Üzerine yürüdü “Utanmaz yalancı” diye yüzüne bir tokat indirdi.
- Götür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin’le otursun! diye haykırdı.
Dadaruh, ağlayan kardeşimi kucağına aldı. Çitin kapısına doğru yürüdü. Artık ahırda hep yalnız oynuyordum. Hasan evde hapsedilmişti. Annem geldikten sonra da bağışlanmadı. Fırsat düştükçe, “O yalancı” derdi babam. Hasan yediği, tokat aklına geldikçe ağlamaya başlar, güç susardı. Zavallı anneciğim benim iftira atabileceğime hiç ihtimal vermiyordu. “Aptal Dadaruh, atlara ezdirmiş olmasın?” derdi.
Ertesi yıl annem, yazın gene İstanbul’a gitti. Biz yalnız kaldık. Hasan’a ahır hâlâ yasaktı. Geceleri yatakta atların ne yaptıklarını tayların büyüyüp büyümediğini bana sorardı. Bir gün birdenbire hastalandı. Kasabaya at gönderildi. Doktor geldi. “Kuşpalazı” dedi. Çiftlikteki köylü kadınlar eve üşüştüler. Birtakım tekir kuşlar getiriyorlar, kesip kardeşimin boynuna sarıyorlardı. Babam yatağın başucundan hiç ayrılmıyordu.
Dadaruh çok durgundu. Pervin hüngür hüngür ağlıyordu.
- Niye ağlıyorsun? diye sordum.
- Kardeşin hasta.
- İyi olacak.
- İyi olmayacak.
- Ya ne olacak?
- Kardeşin ölecek! dedi.
- Ölecek mi?
Ben de ağlamaya başladım. O hastalandığından beri Pervin’in yanında yatıyordum. O gece hiç uyuyamadım. Dalar dalmaz, Hasan’ın hayali gözümün önüne geliyor “İftiracı! İftiracı!” diye karşımda ağlıyordu.
Pervin’i uyandırdım.
- Ben Hasan’ın yanına gideceğim, dedim.
- Niçin?
- Babama bir şey söyleyeceğim.
- Ne söyleyeceksin?
- Kaşağıyı ben kırmıştım, onu söyleyeceğim.
- Hangi kaşağıyı?
- Geçen yılki. Hani babamın Hasan’a darıldığı…
Sözümü tamamlayamadım. Derin hıçkırıklar içinde boğuluyordum. Ağlaya ağlaya Pervin’e anlattım. Şimdi babama söylersem, Hasan da duyacak belki beni bağışlayacaktı.
- Yarın söylersin, dedi.
- Hayır, şimdi gideceğim.
- Şimdi baban uyuyor, yarın sabah söylersin. Hasan da uyuyor. Onu öpersin, ağlarsın, seni bağışlar.
- Pekala!
- Haydi şimdi uyu!
Sabaha kadar gene gözlerimi kapayamadım. Hava henüz ağarırken Pervin’i uyandırdım. Kalktım. Ben içimdeki zehirden vicdan azabını boşaltmak için acele ediyordum. Yazık ki, zavallı suçsuz kardeşim, o gece ölmüştü. Sofada çiftlik imamıyla Dadaruh’u ağlarken gördük. Babamın dışarıya çıkmasını bekliyorlardı...”
- Ben de yapacağım! diye tuttururdum.
O vakit Dadaruh, beni Tosun’un sırtına koyar, elime kaşağıyı verir,
- Hadi yap! derdi.
Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdım.
- Kuyruğunu sallıyor mu?
- Sallıyor.
- Hani bakayım?..
Eğilirdim, uzanırdım. Ama atın sağrısından kuyruğu görünmezdi.
Her sabah ahıra gelir gelmez,
- Dadaruh, tımarı ben yapacağım, derdim.
- Yapamazsın.
- Niçin?
- Daha küçüksün de ondan…
- Yapacağım.
- Büyü de öyle.
- Ne zaman?
- Boyun at kadar olduğunda….
At, ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum. Boyum atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun’un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, “Höyt..” diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı. Ben bir gün yalnız başıma kaldım. Hasan’la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. İçimde bir tımar etmek hırsı uyandı. Kaşağıyı aradım, bulamadım. Ahırın köşesinde Dadaruh’un penceresiz küçük bir odası vardı. Buraya girdim. Rafları aradım. Eyerlerin arasına falan baktım. Yok, yok! Yatağın altında, yeşil tahtadan bir sandık duruyordu. Onu açtım. Az daha sevincimden haykıracaktım. Annemin bir hafta önce İstanbul’dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen kaptım. Tosun’un yanına koştum. Karnına sürtmek istedim. Rahat durmuyordu.
- Sanırım acıtıyor? dedim.
Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin, çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca yeniden denedim. Gene atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim. On adım ilerdeki çeşmeye koştum. Kaşağıyı yalağın taşına koydum. Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başladım. İstanbul’dan gelen, üstelik Dadaruh’un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezdim, parçaladım. Sonra yalağın içine attım.
Babam, her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar, öteye beriye bakardı. Ben o gün gene ahırda yalnızdım. Hasan evde hizmetçimiz Pervin’le kalmıştı. Babam çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı gördü; Dadaruh’a haykırdı:
- Gel buraya!
Soluğum kesilecekti, bilmem neden, çok korkmuştum. Dadaruh şaşırdı, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babam bunu kimin yaptığını sordu. Dadaruh,
- Bilmiyorum, dedi.
Babamın gözleri bana döndü, daha bir şey sormadan,
- Hasan dedim.
- Hasan mı?
- Evet, dün Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi.
- Niye Dadaruh’a haber vermedin?
- Uyuyordu.
- Çağır şunu bakayım.
Çitin kapısından geçtim. Gölgeli yoldan eve doğru koştum. Hasan’ı çağırdım. Zavallının bir şeyden haberi yoktu. Koşarak arkamdan geldi. Babam pek sertti. Bir bakışından ödümüz kopardı. Hasan’a dedi ki:
- Eğer yalan söylersen seni döverim!
- Söylemem.
- Pekâlâ, bu kaşağıyı niye kırdın?
Hasan, Dadaruh’un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktı! Sonra sarı saçlı başını sarsarak,
- Ben kırmadım, dedi.
- Yalan söyleme, diyorum.
- Ben kırmadım.
- Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, dedi. Hasan inkârda direndi. Babam öfkelendi. Üzerine yürüdü “Utanmaz yalancı” diye yüzüne bir tokat indirdi.
- Götür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin’le otursun! diye haykırdı.
Dadaruh, ağlayan kardeşimi kucağına aldı. Çitin kapısına doğru yürüdü. Artık ahırda hep yalnız oynuyordum. Hasan evde hapsedilmişti. Annem geldikten sonra da bağışlanmadı. Fırsat düştükçe, “O yalancı” derdi babam. Hasan yediği, tokat aklına geldikçe ağlamaya başlar, güç susardı. Zavallı anneciğim benim iftira atabileceğime hiç ihtimal vermiyordu. “Aptal Dadaruh, atlara ezdirmiş olmasın?” derdi.
Ertesi yıl annem, yazın gene İstanbul’a gitti. Biz yalnız kaldık. Hasan’a ahır hâlâ yasaktı. Geceleri yatakta atların ne yaptıklarını tayların büyüyüp büyümediğini bana sorardı. Bir gün birdenbire hastalandı. Kasabaya at gönderildi. Doktor geldi. “Kuşpalazı” dedi. Çiftlikteki köylü kadınlar eve üşüştüler. Birtakım tekir kuşlar getiriyorlar, kesip kardeşimin boynuna sarıyorlardı. Babam yatağın başucundan hiç ayrılmıyordu.
Dadaruh çok durgundu. Pervin hüngür hüngür ağlıyordu.
- Niye ağlıyorsun? diye sordum.
- Kardeşin hasta.
- İyi olacak.
- İyi olmayacak.
- Ya ne olacak?
- Kardeşin ölecek! dedi.
- Ölecek mi?
Ben de ağlamaya başladım. O hastalandığından beri Pervin’in yanında yatıyordum. O gece hiç uyuyamadım. Dalar dalmaz, Hasan’ın hayali gözümün önüne geliyor “İftiracı! İftiracı!” diye karşımda ağlıyordu.
Pervin’i uyandırdım.
- Ben Hasan’ın yanına gideceğim, dedim.
- Niçin?
- Babama bir şey söyleyeceğim.
- Ne söyleyeceksin?
- Kaşağıyı ben kırmıştım, onu söyleyeceğim.
- Hangi kaşağıyı?
- Geçen yılki. Hani babamın Hasan’a darıldığı…
Sözümü tamamlayamadım. Derin hıçkırıklar içinde boğuluyordum. Ağlaya ağlaya Pervin’e anlattım. Şimdi babama söylersem, Hasan da duyacak belki beni bağışlayacaktı.
- Yarın söylersin, dedi.
- Hayır, şimdi gideceğim.
- Şimdi baban uyuyor, yarın sabah söylersin. Hasan da uyuyor. Onu öpersin, ağlarsın, seni bağışlar.
- Pekala!
- Haydi şimdi uyu!
Sabaha kadar gene gözlerimi kapayamadım. Hava henüz ağarırken Pervin’i uyandırdım. Kalktım. Ben içimdeki zehirden vicdan azabını boşaltmak için acele ediyordum. Yazık ki, zavallı suçsuz kardeşim, o gece ölmüştü. Sofada çiftlik imamıyla Dadaruh’u ağlarken gördük. Babamın dışarıya çıkmasını bekliyorlardı...”
Ömer Seyfettin
Ben bu hikayeyi ilk defa ortaokulda öğrenci iken, Türkçe kitabımda okumuştum. En çok etkilendiğim hikayelerden biri de buydu. Hasan’a iftira atan kendisinden bir yaş büyük kardeşine ne kadar kızmıştım. Hikayenin ana fikri de zaten yalan söylemenin kötü bir alışkanlık olduğunu açık bir şekilde belirtiyor.
Recep Altun
22 Yorumlar
Bu hikaye ilk okuduğumda beni de çok etkilemişti.Hiç unutmuyorum kardeşime sarılıp ta ağladığımı.
YanıtlaSilAslında ana fikri hüzünlü ama çok güzel.
Çocuklara yalanla gelen acı bir kaybı ve getirdiği vicdan azabını,yaşanan üzüntüyü anlatıyor.
O zamanlar Ömer seyfettin ve Yanılmıyorsam,Kemalettin Tuğcu'ydu yazarın ismi çocukluk yıllarımda bu 2 yazarın kitaplarını çok okurdum.
Hikayede ki çocukların yaşamları beni etkiler ve ağlardım.
Annem Elimde kitap gözüm yaşlı beni görünce zaman zaman yasak koyar.Yeni kitap istediğim de şart koşardı ağlıycaksan almam diye.
Beni çocukluğuma götüren bu hikayeyi şimdi sonuna kadar okuycam.
Beni ve bir çok okurunuzu çocukluk yıllarına götürecek hikaye paylaşımınız için teşekkürler.
Merhabalar Sevalce Lezzetler, Hoş Gelmişiniz!
YanıtlaSilZiyaretinize ve yazdıklarımızı daha bir anlamlı kılan ve değer katan o güzel yorumunuza çok teşekkür ederim.
Evet, hepimizin çocukluk yıllarında okudukları bu hikayelerdeki güzelliği ben günümüzün hikayelerinde bulamıyorum. Bunlar artık bizim nostaljilerimiz oldular.
Blog sayfamdaki gereksiz tüm eklentileri attım. Buna izleyiciler eklentisi de dahil oldu. Blog sayfamda sadece en son yazdığım bloğun görüntülenmesi için ayar yaptım. Eski blogları görmek isteyenler kategori ya da arşiv eklentilerini kullanarak erişebilirler.
Blog sayfalarımıza müzik dosyası eklediğimiz de söz konusu playerin okuyucusu bilgisayarınızda varsa dinleyebiliyorsunuz, yoksa sistem sizden söz konusu dosyayı kurmanızı ister.
Blog sayfamın en altında orta yerde "Gül Bahçesi" başlıklı bir müzik dosyası var. Sayfama girdiğinizde bu dosya otomatik olarak devreye giriyor, sizde de okuyucu olmayınca, dosyayı okuyabilmek için sizden ihtiyaç duyduğu player dosyasını kurmanızı ister. Bu o kadar önemli birşey değil. İlla bu dosyayı bulup kuracağım diye uğraşmayın. Ama, bilgisayarınızda bu media player sürücüsü olursa iyi olur çünkü, daha böyle sayfalarla karşılaştığınızda hep bu dosyayı sizden yüklemenizi isteyecektir.
Selam ve dualarımla.
Beni ilk okul yıllarıma götürdünüz, ilk okuduğum ve beni etkileyen kitaplardan birisidir. Teşekkürler:)
YanıtlaSilMerhabalar Elif'in Terazisi, Hoş Gelmişiniz!
YanıtlaSilZiyaretinize ve yazdıklarımızı daha bir anlamlı kılan ve değer katan o güzel yorumunuza çok teşekkür ederim.
Ben de özel olarak bu hikayeyi blogdaşlarımla paylaşmak istedim, bir nebze akranlarımı o günlere götürebilir miyim diye!
Selam ve dualarımla.
S.A. Recep bey bir süredir yokum, umarım sizler iyisinizdir. Kısa da olsa bir uğramak istedim.
YanıtlaSilMavi Tutku
ben de okuduğum her kitaptan duygusala bağlarım genelde,ama bu kitapta çok hüzünlenmiştim.
YanıtlaSilyüreğinize sağlık..
anılarımı,çocukluğumu hatırlattınız bana..
yalandan riyadan suni olan duygulardan uzak bir yaşam dileğim ile..
baki muhabbetlerimle...
Ve aleykümselam Mavi Tutku, Hoş gelmişiniz!
YanıtlaSilZiyaretiniz ve sebeb-i ziyaretinizle ilgili yorumunuza çok teşekkür ederim. Sağolun, varolun!
Sizi merak ediyoruz. Sıkıntılarınız var ve bu sıkıntılarınızdan biran evvel kurtulup felaha ermeniz için dua ediyoruz.
Bizler, elhamdulillah iyiyiz.
Selam ve dualarımla.
Merhaba,
YanıtlaSilBen de zaman tüneline girenlerdenim.
Buna vesile olduğunuz için teşekkür ederim.
Hayırlı günler dileğiyle.
Merhabalar Birtutamkekik, Hoş Gelmişiniz!
YanıtlaSilZiyaretinize ve paylaştıklarımızı daha bir anlamlı kılan ve değer katan o güzel yorumunuza çok teşekkür ederim.
Ben de bu hikayeyi paylaşırken, blogdaşlarımı bir nebze de olsa, çocukluklarına ve anılarına taşımayı murad etmiştim. Bunu başarabildiysem ne mutlu bana!
Selam ve dualarımla.
Merhabalar Sabahattin Hocam, Hoş gelmişiniz!
YanıtlaSilZiyaretinize ve paylaştıklarımızı daha bir anlamlı kılan ve değer katan o güzel yorumunuza çok teşekkür ederim.
Zaman tüneline doğru nostaljik bir seyahat ettirebildiysem ne mutlu bana sayın hocam!
Selam ve dualarımla.
Recep Bey, ben de ilkokuldayken ilk okuduğum hikayelerden birisi budur ve cidden vicdan azabı kavramını bu hikaye çok net şekilde yansıtmakta... Paylaşımınız için teşekkürler, selamlar :)
YanıtlaSilMerhabalar Maya, Hoş Gelmişiniz!
YanıtlaSilZiyaretinize ve vicdan azabı kavramını çok net şekilde yansıttığından bahseden o anlamlı yorumunuza çok teşekkür ederim.
Sizin de ilkokuldayken bu hikayeyi okumuş olmanıza çok sevindim. Bu hikaye, birçoğumuzu ortak bir anlamın etrafında kenetlemiş bulunmaktadır.
Selam ve dualarımla.
Efendim,Ömer Seyfettinle zaten cocuklugumuzda okumaya basladik gibi bir sey.Bizlere cocuklugumuzu anlatan güzel bir paylasim olmus.Hemen her eserini okumusumdur.Emeginize saglik diyorum.Hürmetlerimle
YanıtlaSilMerhabalar Kum Tanesi, Hoş Gelmişiniz!
YanıtlaSilZiyaretinize ve Ömer Seyfett'ini çocukluğunuzdan beri okuduğunuzu belirten o güzel ve anlamlı yorumunuza çok teşekkür ederim.
Selam ve dualarımla.
Çocukluğuma gittim geldim sayenizde. Birgün çocuğum olursa önce bu eserleri okutacağım ona:)
YanıtlaSilMerhabalar Morbalık, Hoş Gelmişiniz!
YanıtlaSilZiyaretinize ve yazdıklarımızı daha bir anlamlı kılan ve değer katan o güzel yorumunuza çok teşekkür ederim.
İnşallah efendim, inşallah!
Selam ve dualarımla.
Benimde küçükken ağlayarak okuduğum kitaplardan biridir. Umarım çocuklara gereken dersi verir.
YanıtlaSilHayırlı paylaşımlar diliyorum.
Allah'a emanet olun.
Merhabalar Emine Kaya, Hoş Gelmişiniz!
YanıtlaSilZiyaretiniz ve paylaştıklarımızı daha bir anlamlı kılan ve değer katan o güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim. Ziyaretiniz beni sevindirmiştir.
Selam ve dualarımla birlikte Cenab-ı Hakk'a emanet olun.
çok güzeldi bu hikaye okuduğumda çok kızmıştım bende o yalancı kardeşe
YanıtlaSilahh ahh çocukluk ne güzeldi
Merhabalar Melisa, Hoş Gelmişiniz!
YanıtlaSilZiyaretiniz ve "Kaşağı" hikayesi için paylaştığınız duyarlı yorumunuza çok teşekkür ederim.
Selam ve dualarımla.
Bu kitap ancak bir çocuk kalbini fethedebilir ve düşüncelerine mıhlanabilir.Yıllar geçse ve bizler yetişkin olsak da unutulmuyor hissettirdikleri.Çocukların sıkışınca uydurdukları masum yalanlar ve sonucu şaşmaz vicdani muhasebe...Harika bir yazı olmuş.
YanıtlaSilMerhabalar Kardeşim, Hoş Gelmişiniz!
YanıtlaSilZiyaretinize ve Ömer Seyfettin'in Kaşağı hikayesi ile ilgili yorumunuzdaki güzel duygularınızı içeren paylaşımınıza çok teşekkür ederim.
Selam ve dualarımla.
*YORUMLARINIZ HEMEN YAYINLANIR*