Güneş henüz batmadı ama, bu güz mevsiminde batmakta olan güneşin zayıf ve cılız ışıkları üşüyen bedenlerimizi artık ısıtmaya yetmiyordu. Bir taraftan üşüyen bedenim, diğer taraftan ödevimi yapabilmem için ihtiyacım olan divit ve mürekkebi nasıl tedarik edeceğime dair sıkıntı, beni ümitsizliğe itmişti. Bir sayfa yazı yazılacak ama; divit yok, divit ucu yok, mürekkep yok! Dahası bunları satın almaya para hiç yok! Bu ödev, akşam yapılacak ve sabah okula götürülecekti.


Her ne kadar kendi işimi kendim yapmayı sevsem de konuyu evdeki büyüklerime açmaktan başka çarem kalmamıştı. Uçlu diviti ve mürekkebi tedarik ettiğim de vakit bir hayli ilerlemişti. Nihayet, gecenin ilerleyen saatlerinde ödevimi bitirmiş, ödevimi yapmanın  verdiği huzur ve sevinçle bütün bir günün yorgunluğunu atabileceğim sıcacık yatağıma girmenin vakti gelmişti. Bütün bir öğleden sonramı gecenin ilerleyen saatlerine kadar yapacağım ödevime yönelik  ihtiyacım olan malzemeyi tedarik etme sıkıntı ve uğraşısı ile geçirdiğim için, daha başım yastığa bir karış kala uyuya kalmışım...


Rüyamda da aynı sıkıntıyı yaşadım. Ödevim için ihtiyacım olan divit ve içi mürekkep dolu bir hokkayı temin etmek için oradan oraya koşturup duruyordum. Birden divit ve hokkaların bir kelebek gibi havada uçuştuklarını gördüm. Bunlardan birini alabilmem için benim de uçmam gerekiyordu. Ayak parmak uçlarının üzerine çökerek yaylanıyor ve havaya doğru zıplayarak uçmaya çalışıyor, ama bir türlü uçamıyordum. Bir türlü elime geçiremediğim divit ve hokkanın bana verdiği sıkıntı ve üzüntünün doruğa çıktığı bir anda uyandım ve kan ter içinde kalan bedenimi bir havlu ile kurulayarak tekrar uyumak üzere yattım.


Sabah olmuş ve ben, sorumluluğumu yerine getirmenin sevinç ve mutluluğu içinde okulumun yolunu tutmuştum. Sınıfımdaki sırama oturmuş ve heyecanla yaptığım yazı ödevimi öğretmenime “bak ben bütün imkansızlıklara rağmen, canla başla uğraşarak, didinerek  ödevimi yaptım” edasıyla biraz da gururlanarak göstermek için sabırsızlanıyordum.


Nihayet öğretmenimiz sınıfa girdi, selamlaşmadan sonra “herkes ödevini yaptı mı?” diye sordu. Sınıf hep bir ağızdan “evet öğretmenim” dedi.  Öğretmenimiz: “Herkes ödevini sırasının üzerine çıkarsın” dedi. Bizler de yaptığımız ödevlerimizi sıralarımızın üzerine çıkarttık.  Nihayet bizim sıra grubuna da geldi, ödevime baktı ve sadece “güzel!” dedi geçti. Ben, öğretmenimizin bu değerlendirmesinden asla memnun kalmadım. Benim, bu ödevi yapabilmek için çektiğim sıkıntıları ödevime dikkatlice bakarak görmesini ve beni farklı bir şekilde takdir ve taltif etmesini bekliyordum. Ben, ödevime baktığımda çektiğim tüm sıkıntıları görebiliyorken, o nasıl bir öğretmen olarak bu sıkıntıları göremedi diye üzülmüştüm.

Recep Altun