Yazma, kişisel olduğu kadar toplumsal bir zorunluluktur da. Bu zorunluluk, içinde yaşadığımız toplumun bir üyesi oluşumuzdan doğar. Bu nedenle, çevremizdeki kişilerle sürekli ilişkiler kurarız; onların sorunlarıyla ilgileniriz. Düşünce alışverişi bu ilişkiden başlar. Hiçbir insan bu doğal ilişkinin dışında değildir. Bunun içindir ki, başkalarının acılarına, sevinçlerine katılırız. Düşüncede, duyguda ortaklığı da bu ilişki sağlar. Bu yönden toplumsallık da bu ortaklığın ürünüdür. Ernest Hemingway, “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” adlı ünlü romanının başına John Donne’nin, bu toplumsal ortaklığı çizdiği aşağıdaki dizelerini almıştır.

“Hiç kimse bir ADA
kendi başına bir bütün değildir;
her insan KITA’nın bir parçası
BÜTÜN’ün bir bölüğüdür;
DENİZ senin ya da dostlarından birinin EV’ini
dağlık bir burnu, bir balçık toprağını alıp götürse
AVRUPA o denli küçülür;
herhangi bir kimsenin ÖLÜMÜ’de beni eksiltir
çünkü ben İNSANLIK’la ilgiliyim;
öyleyse adam gönderip
çanlar kimin İçin çalıyor, diye sordurma;
onlar SENİN için çalıyor.”


Bu çalan çanlar, çevremizdekilerin sorunlarıdır diye onlara kulaklarımızı tıkayamamayız. Kendi sesimiz yankılanır ÇANLAR’da. Tepkimizi ya sözle, yazıyla, ya da eylemle gösteririz. Bu yolla başkalarını da etkilemeyi amaçlarız. Michel Pidon'un da dediği gibi “Yazmak dünyayı tanımak, onu dost hale getirmektir.”


Dünyayı nasıl dost hale getirebiliriz? Çevremizdeki çirkinlikleri, haksızlıkları ortadan kaldırarak, onları değiştirip düzelterek… Haksızlıkların yok edilmesi, çirkinliklerin giderilmesi toplumda bir saygı dengesi yaratır. Bu nedenledir ki yazmaya katılmış her insan, öbür insanlardan daha ağır sorumluluk yüklenmiştir. Böyle bir sorumluluk yüklenme, yazarı, toplumun sözcüsü haline getirir. Bu durumda yazma, toplumsal bir görev, toplumsal bir gereksinim olarak belirir.

Kaynak: Yazma Sanatı