İmanın ilimden sonra geldiği, imanda yalanın olabileceği, ancak ilimde yalanın olmayacağı bir gerçektir.

İnsanlar ilk üç asırdan sonraki dönemlerde Kur'an'ın imana yüklediği görevi aşırı olarak arttırarak ilmin değerini düşürmeye yönelmişlerdir. Böylece iman ilimden öne alınmış, ilim iman üzerine oturtulmuş ve iman ilme temel kılınmıştır. Bu metodik bir yanlıştır.

Bu tutum Kur'an'ın açık ifadelerine ters olduğu gibi Kur'an'ın felsefe ve gayesine; eğitim, öğretim ve iletişim (tebliğ) yöntemine de zıt olduğu için, müslümanların ilimde gerilemelerine sebep olmuş ve imanlarını da temelsiz bırakmıştır. Çünkü, Kur'an'a göre ilim imandan önce ve imanın temelidir. Kur'an'ın bu ilkesini ve felsefesini ilk nesil (sahabe) müslümanlan iyi anlamışlar ve şu parolayı uygulamışlardı. "Gelin biraz iman edelim" sözü ile gelin biraz ilim müzakere edelim, ilim konuşalım, derlerdi. Bu, imanı ilme dayandıralım, demekti. Zira iman edilecek nesne önce bilinmeye muhtaçtır. Bir şey bilinmeden iman tahakkuk edemez. Burada ilim çok önemlidir. İlim insana bildiği şeyin hayal mi, vehim mi, hangi derecede bir bilgi; zan mı, kesin ilim mi, yakıni ilim mi, gerçek ilim mi, zorunlu ilim mi, ihtimalli ilim mi, inanılması gerekli bir ilim mi ve başka ilimlerle ilişkisini; tümel bir ilke bilimi mi, tikel nesne bilimi mi olduğunu öğretir. Sonra ona göre o bilgiye o derecede inanır, bağlanır veya bağlanmaz.

İlim objektiftir. Herkes tarafından kontrol edilebilir. Yanlışlığı ve doğruluğu ortaya konabilir. İlimde herhangi bir kimseye yanıldığı gösterilebilir, yanlışlığı kabul ettirilebilir. Ama, iman sübjektiftir. İnsanın vicdanının verdiği bir hükümdür. Eğer insanın imanı ilme dayanmazsa, onun doğruluğu veya yanlışlığı ortaya konamaz. Bunun için de bir kimseye senin imanın yanlıştır veya doğrudur, hükmü verilemez. Benim inancım böyledir, dediğinde karşıdaki de om benim inancım da seninkinin zıddıdır, demiş olsa birinin imanı diğerinin yanlışını göstermiş olmayacağı için her ikisinin inancı kendisine göre doğru olur. İşte iman imanla düzetilmez, iman imanın doğruluk ölçüsü olamaz. İman ilme dayanırsa, imanın doğruluk ölçüsü ilim olur ve ilim ile imandaki yanlış düzeltilebilir. Senin imanın, ilmin şu esaslarına ve aklın şu ilkelerine aykırı olduğu için yanlıştır, denebilir, miraç konusunda olduğu gibi.

İman, ilim ve aklın önüne alındığı için İslam'da birçok hurafe, yanlış inanç ve hüküm girmiştir. Hıristiyanlardaki gibi önce inanılmış, sonra onun nazariyesi yapılmış, ilim inanca uydurulmuştur. Buna göre bir kimse, bunlara ilme ve Kur'an'ın dayandığı akli ilkelere göre itiraz yöneltse karşısındaki onun imanının zayıf olduğunu, hatta imansızlığını iddia ederek itham etmeye kalkar. Eğer ilimle karşılık vermiş olsa anlaşmak kolaylaşır. Böylece ilmî yanlışlıklar düzeltilmediğinden imandaki yanlışlıklar da düzeltilemez.

İslam düşünce ve ilim tarihinde imanın ilmin önüne alınması ile ilim sönmeye yüz tutmuştur. İlk müslümanlar, ilmi öne almışlar ve her şeyi ilme göre tartışmaya ve değerlendirmeye çalışmışlardır. Bu yola onları sevk eden Kur'an'ın açıkça ilimden yana tavır koyan ayetleriydi. İlk dönemde ve ilk müslümanlar zamanında otorite Kur'an ve akıl idi. Sonraları Kur'an ve akıl terk edilerek, bunların yerine sahabenin, tabiinin ve mezhep imamlarının sözleri geçirildi. Oysa, onların böyle bir telkini ve tutumu da yoktu. Böylece metot saptırıldı.

Ama sahabe, tabiin ve mezhep imamlarının anlayışları, içtihatları, doğru yanlış sözleri, tefrik edilmeden İslam'da bir anlama geleneğini oluşturdu. Kendilerinden sonra gelenler, bu geleneği Kur'an ve akıl yerine koydular, böylece hakikat olduğuna inandılar, kesin kanaat hasıl ettiler. Bu anlayış ve içtihatlardan ayrılmayı, itiraz etmeyi Kur'an'a karşı çıkma olarak nitelediler ve böylece ilimde taklitçilik ortaya çıktı. Taklitçiliğin dayandığı temel, mezhep imamlarının dediklerinin doğruluğuna kesin olarak inanmak ve iman etmektir. Bu tutuma göre, onların yanıldığını düşünmek ve yanılgılarını göstermek için ilim yeterli değildir. Onların doğruluğuna inanılır ve ona gönülden bağlanılarak dindar olunur. Bu anlayış günümüze kadar gelmiştir. İşte taklitçiliğe olan imanı ancak ilimle yıkmak mümkün olur. Taklitçilik iman işi olduğu için her mezhep bu sübjektif ölçü ile hareket ettiğinden bir mezhebi diğer mezheple tashih etme imkanı yoktur ve tarihte de olmamıştır.
Prof. Dr. Hüseyin Atay
Kur'an'a Göre Araştırmalar-I