Prof. Dr. Hüseyin Atay, Kur'an'a göre Araştırmalar (VI) kitabında "Kur'an'ın anlaşılma yöntemleri"ni 23 başlık altında toplamış. İlginizi çekeceğini umduğum bu konunun her gün bir başlığını sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu günkü başlığımız "SÜNNET"



SÜNNET

Sözlük manasına göre, Arapça'da örf, adet, gelenek, töre, alışkanlık gibi anlamlarda kullanılır. Kur'an'da ise kanun anlamında kullanılmıştır. Sünnetin iki şekilde kullanıldığı açıkça bilinmektedir. Sünnetin birinci kullanılışı, Allah'a atfedilerek Kur'an'da Allah'ın sünneti (sünnetullah) şeklinde geçiyor. Bu ifade Türkçe'ye 'sünneti ilahiye' veya "ilahi sünnet' ya da Allah'ın sünneti' olarak çevrilebilir. Allah'ın sünnetinden kastedilen, Allah'ın kanunlarıdır. Allah'ın kanunlarını şu sınıflara ayırmak mümkündür:

a. Fizik kanunları, bütün cansız madde kanunları içine alır. Bunlara da sünnet denir.

b. Sosyal kanunlar, bütün canlı varlıkların kaunlarını ifade eder. Bitkiler, hayvanlar ve insanların;sosyal yaşam kanunları, doğum ve var oluş, ölüm ve vok oluş kanunları demek olur.

c. Ruhi kanunlar.

Bu kanunlar değişmezler. Bu kanunlar insanlara ve ruhani yani maddi olmayan varlıklara aittir. İnsanlar bu üç kanuna tabidir. Fizik kanunları, maddi varlıklara ayrım yapmadan etki ederler, örneğin, elektrik akımı canlıyı öldürür ve kömür eder. Buna, onun Müslüman olması ve Allah'a inanmış olması engel olamaz. Sosyal kanunlar da böyledir. Bir toplumun var olması veya yok olması sosyal kanunlara bağlıdır. O kanunları kim en iyi bilir ve onlara uyarsa yaşar, büyür, güçlenir ve hükümran olur. Burada da Allah'a kuru iman yeterli olmayıp bu kanunlara riayet şarttır.

Sünnetin ikinci anlamının insanlar tarafından verildiğini ve sözlükte örf, adet, gelenek görenek ve töre şeklinde tanımlandığını söylemiştik. Bu anlamda, her toplumun ve hatta her ferdin her ailenin kendi sünneti, âdeti, geleneği, göreneği ve töresi vardır. Bunlar değişkendir. Allah'ın kanunları, sünneti gibi sabit ve genel değildir.

Hz. Muhammed, insan olan bir peygamberdi. Yani Allah'tan vahiy alan bir insandı. Buna göre onun iki durumu olduğu ortaya çıkıyor: Peygamber oluşu ve insan oluşu. Öyleyse Hz. Muhammed'in peygamber olarak ortaya koyduğu sünnet nedir?

Bu soruya cevap vermek için, işe dinin hükümlerinden başlamak lazım. Dinî hükümleri bilmek için Allah insanlara iki bilgi kaynağı vermiştir. Birincisi akıldır, ikincisi ise vahiydir. Akıl ile insan bir şeyin iyi, faydalı, güzel olduğuna hükmettiği gibi, kötü, zararlı ve çirkin olduğuna da hüküm verebilir. Aklın iyi dediği şeyler vahiy ile desteklenir ve kötü dediği şeyler de yine vahiy ile kınanır. Ancak aklın hükümlerini de sınıflamak şarttır. Aklın kendi başına müstakilen ve etki altında kalmadan hüküm verdiği şeyler vardır. Bunlar değişmez ve devamlı olurlar. Bir de aklın, toplumdaki olaylardan aldığı izlenimlerin o andaki durumuna göre hükümler vermesi söz konusudur. Bunlara, aklın şartlara, zaman ve mekana göre verdiği bağımlı ve şartlı hükümler denir. Şartları, zaman ve mekanları değişince aklın vereceği hüküm de değişir. Şartlara göre daha önce iyi dediği bir şeye kötü veya kötü dediği bir şeye de iyi diyebilir. Bunda da aklın gözettiği gaye topluma, insanlara faydalı olma durumudur. İşte toplumun örf, adet, gelenek ve görenekleri, bu şekilde değişikliğe uğrar ve bunun sebebi insanların düzenli ve dürüst, insanlığa yakışır bir hayat yaşamasını sağlamaktır. Burada vahiyde akıl ile beraber çalışır ve bunlar yan yana birbirini desteklerler.

Dinî hükümleri bilmenin ikinci kaynağı vahiydir. Vahyin getirdiği hükümlerde kısaca birkaç ayrıntıya temas etmek lazımdır. Vahyin getirdiği şeyler akla uygundur. Aklın, olabilir dediği ve olumlu, yararlı bulduğu şeylere, vahiy yapılması zorunlu divebilir veya farz kılabilir. Dindeki farzlar ve gerekli hükümler bunlardır. Vahyin getirdiği ve bildirdiği farz ve zorunlu hükümler zamana ve mekana bağlı olmaksızın devamlıdırlar. Ancak, onların farz olması için ayrıca onların kendi özel var olma ve uygulama şartları bulunur. Bu şartların oluşmasıyla var olurlar. Adaletli olmak, doğru söylemek, yaptığı antlaşmaya sadık kalmak, fakire yardım etmek, zekat vermek, farz namazları kılmak, gibi.

Bir de aklın olabilir dediği ve zararlı görmediği bunun yanı sıra bir yararı olduğu düşünülebilecek şeylere sünnet (dinî gelenek ve görenek) hükmünü vermektedir ve onları yapılmaları faydalı olduğu bilindiği hâllerde benimsemektedir. Örneğin, insanın hiçbir işi olmadığı zaman namaz kılması böyledir. Bu namaz farzın dışında olduğu için buna nafile yani fazladan denmiştir ve boş vakitleri tembel tembel geçirmeyi önlediği, Müslümanları çalışmaya, harekete ve faaliyete sevk ettiği için benimsenmiştir. Hz. Peyamber bunu yaptığı için de buna sünnet yani onun göreneği ve töresi denmektedir.

Burada iki kelimeye açıklık getirmek lazımdır. Biri 'müekked sünnet' ki, Hz. Peygamberin yaptığı, sabit ve bilinen sünnet anlamındadır. Bazılarının bunları farz derecesinde değerlendirmeleri yanlıştır. Diğeri de 'gayri müekked sünnet' ki, Hz. Peygamber'in yaptığı sabit olmayan sünnet anlamınadır.

Bilgi kaynağı vahiy olan sünnetten kastedilen Kurandaki bazı hükümlerdir. Mesela "Ey Ademoğulları! Her secde edişte güzel giysilerinizi giyin"(1) emri sünnet hükmündedir, yani insanın namaz kılarken süslenmesi güzel ve beğenilen bir şeydir. Ama süslerini takınmayan bir kimsenin kıldığı namaz da temiz olmak şartıyla doğrudur.

Kur'an'da, namaz kılarken süslü giyinin, emri farz olduğu hâlde, müstehap derecesinde düşünülmesi doğru olmamalıydı. Öyle mana verdikleri için emir bu şekilde anlaşılmıştır. Hz. Peygamber'in söz ve fiillerinin derecelendirilmesi ve değerlendirilmesi âlimlerce yapılmıştır. İşte bu derecelendirme ve değerlendirmeler zamanımıza uymadığı için yanlışlığa ve aksamalara sebep olduklarından, yeniden derecelendirilmeleri ve değerlendirilmeleri gerekmektedir. Hz. Peygamber'in farz namazların dışında kılmış olduğu nafile namazların zamanı ve rekatı belli değildir. İnsan, kendi zamanının elverişliliğine göre çok veya az kılar. Farz namazlarından önce veya sonra kılınan nafile (sünnet) de insanın boş vakti olduğu zamana göredir. Dinlenmeye ihtiyaç varsa, derse girecekse, dükkana gidecekse veya daireye, otobüse yetişecekse vakti yok demektir. O zaman sünnetleri kılmaz, ama farz da geciktirilmez. Çünkü farz namazların kazası olmaz. Ancak tövbe ile affa uğrar.

Hz. Muhammed'in getirdiği vahiyde bulunan sünnete bu örnekle yetinelim. Buradan anlaşılıyor ki, bu sünnet yalnız Hz. Muhammed'in yaptığı işlerde değil Kur'an hükümlerinde de yer almaktadır. Buna mukabil, Hz. Peygamberin sözlerinde ve fiillerinde de farz olanların bulunduğunu hatırlamak lazımdır.

Sünnet, zorunlu olmayan, kanunca yapılması mecburiyeti bulunmayan bir işin dince hükmüdür ve buna nafile, artık bir iş de denir. Halk, bunun bir benzerini artık olarak yaptığı farz ibadetler için kullanır. Genellikle de farz namazda artık kılınana ve ramazan ayı dışında tutulan oruca nafile (sünnet) denir. Oysa insanın zorunlu işlerinin dışında huzur evlerine, çocuk esirgeme kurumlarına, halka yardım eden kurumlara gidip muhtaç olanlara yardım etmesi, onlarla sohbet etmesi, dertlerini dinlemesi nafile namazdan çok daha önemli ibadetlerdendir, ibadet, Allah katında sevap verilecek iş ve davranıştır. Müslümanların bu sosyal yardımlaşmaya ve dayanışmaya çok ihtiyaçları vardır. Hem farzı yerine getirdiği hem de faydalı olduğu için, bunları yapabilecek kimselerin yapması bazen farz namaz gibi farz olur ve yapmayan günah kazanır, yapan da kat kat sevap alır. Sünnet, gelenek, örf anlamına geldiği için bir nesnenin bir defa yapılmış olması, onun sünnet olduğu anlamına gelmez. Hz. Peygamber'in bir defa yaptığı şey de sünnet olmaz. Bu anlamda sünnet yanlış anlaşılmıştır. Sünnet olması için çok tekrar edilmiş olması gerekir. Hz. Peygamber'in her yaptığının dinî anlamda sünnet sayılmayacağı âlimlerce açıklanmıştır.

Hz. Muhammed'in insan olarak yaptığı işler ve uyduğu töreler, gelenekler ve sünnetler
Hz. Peygamber insandı ve bir toplumda yaşıyordu. İnsan olarak yerdi, içerdi, uyurdu, yatardı, kalkardı, otururdu. Bunları yaparken toplumun geleneğine, göreneğine, örfüne, töresine yani toplumun sünnetine uyardı. Böyle yapması normaldi ve gerekliydi. Zamanındaki ve toplumundaki geleneklere, sünnete göre giyinir kuşanırdı. Toplumunda bulunan eşyayı kullanırdı, hasır üzerine yatar, bir taşı yastık yapardı. Gölgede oturur, avucu ile su içerdi. Saçını ve sakalını uzatır, onları düzeltir, tırnaklarını keserdi. Bütün bunları yaparken insanlara karşı daha iyi ve hoş bir görüntü vermeye çalışırdı. Onların tuhafına gidecek şeyler yapmazdı ve göze batacak şeylerden, acaipliklerden kaçınırdı.

Şimdi, Hz. Peygamber bunları yaptı, diye bunlarda ona uymak dinî bir gelenek, görenek veya sünnet olmadığı gibi bunun hiçbir sevabı da yoktur. Aslında bunlarda sahabe bile Hz. Peygambere uymazdı. Gelenek, görenek, örf ve törende birleştikleri hâlde gene de her birinin kendi şahsına ait basit de olsa farklılıkları vardı. Hz. Peygambere tıpatıp uymaya kimse yeltenmezdi. Ama Hz. Peygamber öldükten sonra onun insanlık işleri de bazı kimseler tarafından din yapıldı ve din olarak da yapılmaya devam ediyor. Hz. Peygamber'in karpuzu nasıl yediğini bilmediği için karpuz yemeyen kimsenin bulunduğunu öğrendiğim zaman, akılsız adam kendisini Allah'ın verdiği karpuzu yeme nimetinden mahrum ediyor, demiştim. Kur'an, karılarının hatırı için balı kendisine yasaklaması hususunda Hz. Peygamberi uyardığı ve vazgeçmesi için tenbihlediği gibi (2), bütün insanlara hitaben "Allah'ın hoş ve güzel rızıklarını haram kılan kimdir?"(3) diye, soruyor.

Günlük hayatta dinle ilgili kullanılan kelime ve terimler daha çoktur. Bunlardan en çok bilinen salat (namaz - dua) kelimesinden başlayıp her kelimeye gerekli açıklamayı yapmakla Müslümanların dinî kavramlarda bir açıklığa kavuşmalarını temin ettikten sonra uygulama merhalesine ulaşılır.

Prof. Dr. Hüseyin Atay
(Kur'an'a Göre Araştırmalar -VI)

(1)A'raf-7/31.
(2)Tahrim-66/1
(3)A'raf-7/32

Bir sonraki konu başlığımız: CİHAT