Malumunuz olduğu üzere onuru: Hem insanın itibar ve şerefini, kendisine duyduğu öz saygıyı, hem de başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değeri ifade eden bir kavram olarak kabul ederiz. Bu tanıma göre insan, onur sahibi bir varlıktır. Onur, insana sonradan bahşedilmiş bir değer olmayıp, fıtraten verilmiş bir değer olmakla birlikte, onurlu bir varlık olarak kalabilmek için de, kişisel özen ve gayretin  gösterilmesi gerekmektedir.

Mümini, her şeyden önce teslimiyet ve sadakat sahibi biri olarak tanımlarız. Ayrıca mümin hayatı boyunca İbrahimi bir duruş sergiler ve vakarını korur. İmanından ve değerlerinden asla taviz vermez. Kur'an-ı Kerim'in ve sünnet-i seniyyenin rehberliğini terk etmez, sırat-ı müstakimden yüz çevirmez.

Onurlu bir mümini de kısaca, elinden ve dilinden insanların güvende olduğu bir kişi olarak tanımlarız. Mümin aldatmaktan ve aldanmaktan Allah'a sığınır. Müminin dilinden kötü ve yalan sözler, onur kırıcı ve gönül yaralayıcı ifadeler dökülmez. Mümin ötekileştirici değil, birleştiricidir; her bir sözünün ve işinin bir gün mutlaka hesabını vereceğinin idraki ve bilincindedir.  

Bu kadar tanımlamalardan sonra gelelim günümüz gerçeklerine. Ne yazık ki geçmişte ve günümüzde  zaman zaman din, birey ve toplum üzerindeki belirleyici ve yönlendirici gücü sebebiyle; siyasal, ekonomik, kültürel, ideolojik ve belli bir sosyal projeyi meşrulaştırmak için etkili bir istismar aracı olarak kullanılmıştır ve kullanılmaya da devam edilmektedir. 

İslam, alışverişte dürüst olmayı, komşu hakkına riayet etmeyi, çevreyi kirletmemeyi, işini hakkıyla yapmayı, toplumsal sorunlara duyarlı olmayı bekler. Ahlakın olmadığı bir yerde hiç bir şeyden bahsedilemez. Bugün Müslüman toplumlar ciddi bir ahlak kriziyle karşı karşıyadır. Bir ahlaki prensibin toplumda hayat bulabilmesi, önce bireyler üzerinde hayat bulmasıyla mümkündür.

Güçsüzün, incitilmeksizin hakkını alamadığı bir toplum yücelmez! Gün geçmiyor ki, çevremizde haksızlığa uğrayan bir insana rastlamayalım. Beşer gaddardır zulmeder, mekkardır gasp eder. Bu doğru! Ancak Allah'ın Adil isminin bir parıltısı olan adliye saraylarında da çoğu kez adaletin tecelli etmediği bir vakıadır. 

Her şeyin sahtesi olan dünyamızda, dinin sahtesi yok mu? Olmaz olur mu! İsterseniz konumuzla alakalı olduğu için biraz dinin sahtesinden bahsederek yazımızı sonuçlandıralım. Dinin sahtesi, siyasete karışmış olanıdır. Din duygularının ve dince kutsal kavramların siyaset adına kullanılmasıyla din, din olmaktan çıkar siyasetin aracı olur. Siyaset ticarete, ticaret siyasete, din her ikisine alet edildi mi, artık bu sömürünün sonu gelmez! Din ticareti ile meşgul olanlara bakın, hemen hemen hepsi her türlü paranın milyarderidir. Bir kolumuz siyasette, bir kolumuz ticarette, ayaklarımız tarikatlardadır. 

Ticaret, siyaset ve tarikat üçgenini oluşturan bu sahte dindarlar; yoksul Müslüman yurttaşın kan emicileri ve inanç sömürücüleridirler. Ne yazık ki, hala bu gerçeği göremeyen ve sahte dindarlara adeta tapan ve alet olan yoksul Müslümanların hali içler acısıdır. Kandırıldığını inatla görmemekle birlikte, gösterenleri de din düşmanlığıyla suçlarlar. Gayret bizden, tevfik ve hidayet Allah'tandır.