“Türk” Adı ve Ortaya Çıkışı
“Türk” adının tarih
sahnesine çıkışı VI. Yüzyılda Göktürk devletinin kuruluşuna bağlıdır. Nitekim
bu kavmi Çinliler Tu-kiu, Bizanslılar da Turkoi adı ile tanıyorlardı ki, Orhun Yazıtları’nın
bulunuşundan önce bu adların “Türk” olduğu anlaşılmıştı. Göktürk kağanları
tabiiyetlerinde bulunan ve hatta kendi devletlerine başkaldıran Oğuz Türkleri
ve Kırgız uluslarını da Türk adı ile anıyorlardı. Türk adının bu kadar geniş
bir anlam kazanması onun Göktürklerden önce mevcut olduğuna kanıt oluşturur.
Türklüğün öncüleri
Hunlardır. Tarihe adını yazdıran ilk Türk kavmi Hunlardır. Bilinen ilk yurtları
da bugünkü Moğolistan olup, Çin tarih kaynaklarında rastlanan adları “Hing-nu”
şeklindedir. “Türk” kelimesini, Türk Devleti’nin resmi adı olarak ilk kullanan
siyasi oluşum, Göktürk imparatorluğudur.
Türklerde Aile ve
Toplum
Tarih içinde Türk ailesi, çok
büyük değişiklikler göstermiştir. Esasta ataerkil bir yapıdadır. Yalnız bu yapı
Yahudilerde, Romalılarda olduğu gibi, aile reisine geniş yetkiler veren, eş ve
çocukları adeta bir mülkiyet ilişkisi ile babaya bağlayan bir aile şekli
değildir. Başlangıçta bozkır hayat ve şartlarına göre şekillenen Türk ailesi
sosyolojik tasnifteki “geniş aile” tipinde görünse de, öteki kültürlerin geniş
aile örneklerinden farklıdır.
Eski Türk toplumunda kadın
hürdür. Ata binip ok atar, güreş tutar, savaşlara katılır, namus ve iffetine
düşkündür. Savaşlarda düşman eline geçmek büyük bir zillet sayılırdı. Türklerin
Müslüman olduktan sonra aile yapılarında köklü bir değişiklik olmamıştır.
Nitekim İslam anlayışında ne tam geniş aile ne de tam çekirdek aile vardır.
Tarihimizin iyice
incelendiğinde, Türk ailesinin dirlik ve düzen içerisinde olduğu devrelerde,
devletin de dirlik ve düzen içinde olduğu görülür. Bu bakımdan Türk töresinde
aile, ülke, devlet ve millet kavramları iç içe bir manzara sergiler. Kadınlar
hemen hemen erkeklerle eşit haklara sahiplerdi. Onlar da erkeklerle birlikte
ata biner, kılıç kuşanırlardı.
Türklerin en belirgin
özelliklerinden biri güçlü bir teşkilatçılık yeteneğine sahip olmalarıdır.
Bozkır yaşamı, onların özgürlük ve egemenlik hislerini, tarih boyunca devletsiz
ve başıbozuk kalmamak şeklinde tezahür ettirmiştir.
Türkler kendilerinin Dünya’yı
idare etmekle görevli olduklarına inanırlardı. Bu görevi onlara Tanrı vermişti.
Kağanları, kutsal ve Tanrı katından gelmişti. Orhun Abideleri’nden de anlaşıldığına
göre Türk kağanlarının yaptığı işlerin Tanrı’nın iradesiyle olduğu inancı
vardır. Hun imparatorlarına, örneğin Mete’ye “Gök Tanrı’nın tahta çıkardığı Tanrı
Kut’u Tanhu” denirdi.
Türk kağanları kudretlerini Gök’ten (Tanrı’dan) alırlardı. Bu nedenle iktidar gökten yere doğru kademe kademe dağılmaktaydı. Gökte bir güneş olduğu gibi yerde de bir kağan bulunmalıydı.
Türklerde Din ve
Düşünce
Türklerin esasen kendilerine
ait bir dinleri vardı. Şamanlık bu dine sonradan karışmıştır. “Şaman” kelimesi
Tunguzcadır. Şamanlık da Sibirya’da ortaya çıkmıştır. Türkler Şaman yerine “Kam”
derler. Kam, doğaüstü güçlerle temasa geçebilen insandır. Kam ve Şamanlar, din
adamı olmaktan ziyade birer kabile büyücüsü durumundaydılar.
Türkler Tengri denilen tek
bir yaratıcıya inanmaktaydılar. Her şeyi yaratan Tanrı göğün dokuzuncu katında
otururdu. Gök dokuz kat olduğu gibi, yer de dokuz kattı. İnsanlar bunların orta
yerinde bulunuyorlardı. Yukarı göğe doğru ruhlar, üstün varlıklar, aşağı yere
doğru da aşağı ve kötü yaratıklar otururlardı.
Tanrı’dan başka kutsal
şeyler de vardı, ama bunlar Tanrı değildi. Tanrı tekti. Doğa güçlerinin ve
doğaya dahil olan birçok şeyin birer ruhları bulunduğuna inanılırdı. Cennet iyi
ruhların gideceği “Uçmağ” denilen yerdi. Cehennem de “Tamuluk” diye adlandırılırdı.
Gök-Tanrı bütün dünyanın
yaratıcısı olmakla birlikte, ona zaman zaman “Türk Tanrısı” dedikleri de
oluyordu. Türklerin başında Tanrı gibi gökte oturmuş bir sülalenin temsilcileri
bulunması sebebiyle Tanrı alemin nizamını Türklere vermişti.
İslam dışında Taoizm, Budizm
ve Hıristiyanlığı seven Türkler kaybolup giderken İslam, tarihte ilk defa bütün
Türkleri birleştiren bir din olmuştur.
Türkler dünyanın idaresinin
Tanrı tarafından kendilerine ısmarlandığına inanırlardı. İslam’a girmekle onlar
Allah’ın askerleri oluyorlar, ellerine hiçbir yerde bulamayacakları eşsiz bir
dayanak geçirmiş oluyorlardı.
Ancak, dünyanın idaresinin
Tanrı tarafından kendilerine verilmiş kutsal bir görev olduğu inancı, onları
başkalarına zulmetmeye itmiyor, aksine başkalarını himaye etmeleri için bir
dayanak teşkil ediyordu. Bu da Türklerin dini hoşgörüye ne denli önem verdiklerini
göstermektedir.
Türkler doğaüstü güce sahip
olduklarına inanırlar ya da Tanrı’yla ilişkili sayılan her şeye karşı doğuştan
saygılıdırlar ya da ondan korkarlar. Devletlerinde, sürekli olarak ibadet
özgürlüğü, din adamlarına kendileri için dua etmeleri koşuluyla vergi
bağışıklığı sağlayan Hoşgörü Fermanları çıkarılmıştır.
Türklerin, dini olan her şeye karşı her zaman büyük bir merakı olmuştur. Sürekli olacak yollarını İslam’da ve Müslümanlıkta bulmalarına kadar, birbirinin ardı sıra, dünyanın bütün dinlerini kabul ettiler.
Kaynak: İslam ve Felsefe
Prof.Dr. Şahin Filiz
11 Yorumlar
Merhabalar.
YanıtlaSilİşte Türk milletinin en güzel hasletlerinden biri:
"...Dünyanın idaresinin Tanrı tarafından kendilerine verilmiş kutsal bir görev olduğu inancı, onları başkalarına zulmetmeye itmiyor, aksine başkalarını himaye etmeleri için bir dayanak teşkil ediyordu..."
eskiden daha iyimiş demekki biz türkler :)
YanıtlaSilMerhabalar Deeptone, Hoş Geldiniz.
SilBlog sayfama yapmış olduğunuz ziyarete ve değerli yorumunuzla paylaşıma yaptığınız katkıdan dolayı çok teşekkür ederim.
Değerli arkadaşım, şimdilerde gerçekten eskiler, yenilerden çok daha iyiymiş.
Selam ve saygılarımla.
Moğolistan'ı görmeyi öyle istiyorum ki. Orhun Yazıtları'nı da aynı şekilde:) Oğlumun adı Orhun, bilirsiniz:)
YanıtlaSilMerhabalar Klio'nun Şarkısı, Hoş Geldiniz.
SilBlog sayfama yapmış olduğunuz ziyarete ve değerli yorumunuza çok teşekkür ederim.
Değerli yorumunuzla paylaşıma yaptığınız katkıdan dolayı ayrıca teşekkür ederim.
İnşAllah birgün Moğolistan'ı görürsünüz. Ayrıca Orhun Yazıtlar'ını da inceleme imkanına kavuşursunuz.
Evet Orhun isminde bir oğlunuzun olduğunu biliyorum. Cenab-ı Allah, zihnini ve bahtını açık etsin.
Selam ve saygılarımla.
Ben de bazı bilgiler ekleyeyim,bildiğim kadarıyla..Anadolu Türkleri de dahil, Asyaya yayılan ne kadar Türk kavimleri varsa,bunların hemen hemen hepsi Hun imparatorluğundan yani Çinlilerin içinden çıkıp gelen kavimlerdir..İlk önceleri tek kavimdiler,dönemin Çin (HUN) imparatorluğu arasında anlaşmazlıklar olunca,Türk kavmi Çin imparatorluğundan ayrılma kararı aldıla ve Asyaya doğru göç etmeye başladı.Sonra genişleyen Türk kavmi bu sefer kendi aralarında anlaşmazlıklar çıkmaya başladı ve Asya topraklarının genişliği nedeniyle,Türk kavmi birbirlerinden bağımsız ayrı kavimler olmaya başladılar ama hiçbir zaman Türk ırkını üzerlerinden atmadılar..yani demek istediğim şey şu,biz Türkler de dahil Asyaya yayılmış tüm Türk kavimleri,Çin imparatorluğu çatısı altında yaşayan bir kavimdik,sonra ayrıldık ve çeşitli türk kavimlere ayrıldık.Yani bizlerde aslında yarı Çinli sayılırız..Çin toprakları,aslında bize ait de olabilir..
YanıtlaSilMerhabalar Ertuğrul Yıldırım, Hoş Geldiniz.
SilBlog sayfama yapmış olduğunuz ziyarete ve değerli yorumunuza çok teşekkür ederim.
İslam Öncesi Türk Kültürü ile ilgili hazırladığım blog sayfasına katkıda bulunmak amacıyla yorumunuzla eklediğiniz bu eşsiz bilgiler için çok teşekkür ederim.
Yarı Çinli olduğumuz konusundaki tespitiniz doğru. Çünkü şu anda orta Asya'da bulunan tüm Türk devletlerinde yaşayan Türkler'in Çinlilerle fiziki benzerlikleri var.
Selam ve saygılarımla.
Merhabalar.
YanıtlaSilİslam öncesi kültürümüzü ince detaylarıyla sayenizde bir kez daha hatırlamış olduk. Emeklerinize sağlık. O dönem kadının yeri inanılacak gibi değilmiş. Sanki erkekten daha baskın, ataerkil değil de anaerkil bir aile anlayışı. Hatta Cengiz Han'ın ”Ben Hanlar Han'ı Cengiz Han,hepinizin hanıyım” dedikten sonra eşini gösterip ”Bu da benim HAN IM” demesi de bunun kanıtı olarak gösterilmesi boşuna değil.
Selam ve saygılarımla...
Merhabalar Zeugma, Hoş Geldiniz.
SilBlog sayfama yapmış olduğunuz ziyarete ve değerli yorumunuza çok teşekkür ederim.
Paylaşıma yaptığınız katkınıza çok teşekkür ederim. Evet eskiden kadınlarımız erkekle aynı haklara ve saygınlığa sahipmiş. Kadınlarımızın durumu İslam dinine geçtikten sonra bozulmuş olabilir.
Selam ve saygılarımla.
Geri zekalı troller bu yazdıklarınızı bilmezler zannederler ki, cumhuriyetten önce sadece Osmanlı vardı. Yok dedelerinin mezar taşını (uyduruk bir şeydir o da öyle bir alfabe yok, bildiğiniz Arap harfleri, Arap alfabesi var) okuyamıyorlarmış. Hahahaha, dedelerimiz işte Göktürkler...Göktürk yazısını da okuyamıyoruz :) ayrıca bir insanın mezar taşında ne yazacak? 13 bölümlük dizi özeti mi? Doğdu-öldü- ruhuna El Fatiha.....hepsi maksatlı ve o maksat da cumhuriyeti kötülemek.
YanıtlaSilElinize sağlık.
Merhabalar bücürükveben, Hoş Geldiniz.
SilBlog sayfama yapmış olduğunuz ziyarete ve değerli yorumunuza çok teşekkür ederim.
Onların tüm derdi Harf İnkılabına karşı olduklarıdır. İslama tabi olduktan sonra Osmanlı, yazı dilinde Arap harflerini örnek alarak Türkçe yazı dilinde kullanmışlardır.
Harf inkılabı yapılmamış olsaydı, sadece bizler Kur'an-ı daha kolay okuyor olabilecektik. Bütün mesele budur.
Bunlar Türk Tarihinde sadece Osmanlıyı tanıyor, biliyor ve yine sadece Osmanlıya önem veriyorlar. Osmanlı devrinde yazı dilinde Arap harfleri kullanıldığı için, o zamandaki mezar taşlarındaki kimlik, doğum ve ölüm tarihleri de Arapça harfleri ile Osmanlıca yazılmıştır. Geçmişte kalan ve hiçbir önem arz etmeyen mezar taşları üzerindeki yazıları okusam ne yazar, okumasam ne yazar. Çok merak ediyorsam, fotoğrafını çeker, Osmanlıca bilen birine okutturup, gerekli bilgiye ulaşırım.
Buradaki tüm mesele Atatürk'ün tüm İnkılaplarına, yeniliklerine karşı çıkmak. İşte bu nedenle de Atatürk'ü sevmiyorlar. Atatürk'ü sevmemekle haliyle Cumhuriyeti de kötülüyorlar.
Katkınız ve desteğiniz için ayrıca teşekkür ederim. Selam ve saygılarımla.
*YORUMLARINIZ HEMEN YAYINLANIR*