Adım Muhammet. On dokuz yaşındayım. Atık kağıtlar topluyorum ve Kızılay`dan Ulus`a kadar üç kez yürüyerek gidip geliyorum her gün. Beş arkadaşımla kalıyorum iki göz odalı bir evde. Onlar atık kağıt toplamıyor; Mevlüt inşaatta çalışıyor mesela, Hüseyin halde hamallık yaparken, Sidar ve Yunus ayakkabı boyacısı. Aramıza bir arkadaş daha katıldı. Adı Abbas. Çalışmıyor o, diyaliz hastası. Abbas`a biz bakacağız.
On üç yaşından beri kağıt topluyorum Ankara`da. Niğdeliyim. İlkokula başladığım yıl geldik Ankara`ya. Ortaokulu bitirebildim yalnızca; hep takdir alarak geçtim sınıfları. Liseye yazdırmadı babam; sokağa saldı beni çalışıp da işe yaramam için. O gün bugündür sokaklardayım; çizgili, çizgisiz, kareli, beyaz ve rengarenk kağıtlar, kartonlar topluyorum.
Çalışmaya başladığım yıl babam terk etti bizi. Kumar borcu vardı; çekti gitti bir sabah erkenden. Ben geçindirdim evi. Annem severdi beni, “aslan oğlum” derdi. Yanaklarımı okşardı bazen. Babam gideli dört ay olmuştu; komşular bir adam bulmuşlar anneme. Kumar oynamazmış, namazında niyazında bir adammış. Eşi vefat etmiş. İki kızı varmış adamın. Anneme demiş, “sen kabulümsün, çocukların da kabulüm ama Muhammet olmaz!” Şaşırmış annem, “niye olmazmış Muhammet, o da benim çocuğum” demiş. “İki kızım var; biri on iki yaşında, biri on dört yaşında. Caiz değildir, Muhammet`le kızlarımın aynı hane içinde olması” demiş adam. Üç kız kardeşim vardı ve çok düşkündük birbirimize. Annem için kolay olmadı karar vermek. Oturttu beni karşısına bir gece. “Bak Muhammet” dedi, “seni asla bırakmayacağım, ama bir süre dayınlarda kal oğlum.” Sarıldı bana; o ağladı, ben ağladım…
İmam nikahı kıyıldı, dayımlara geçtiğimin ertesi günü. Haftasına kalmadan annemi, kızlarını ve kardeşlerimi alarak memleketine götürmüş adam, Kastamonu`ya. Dayım dedi, “annenin emanetisin bana, burası senin de evin. Arada bir gelip kalabilirsin Muhammet!”
On üç yaşındaydım, bana kalacak bir yer de ayarlamamıştı dayım. Komşulardan, akrabalardan kimse demedi bana, “sana yardım edelim” diye. On üç yaşındaydım, Ankara`daydım, bir başınaydım…
Altı yıldır görmedim annemi ve kardeşlerimi. Bir çok kez niyetlendim Kastamonu`ya gitmeye. Dedim, “kovar beni o adam; göstermez bana ailemi.” Anneme küsüm; istese bana ulaşabilirdi diye düşünüyorum. Çok özlüyorum kardeşlerimi; Hülya`yı, Havva`yı ve Hanife`yi… Domino oynardık dördümüz. Ben bir kere bile kazanmadım; “çocuk onlar, sevinsinler” derdim. Ben de çocuktum oysa…
Yürürken, kağıt toplarken, sabahtan akşama bitap düşene kadar çalışırken hep yüzlerini seyrediyorum insanların. Mesela, sevgililer geçiyor yanımdan ve erkekler beni görünce daha bir ötemden geçirtiyorlar kadınları. Erkekler, kadınlar, muhafazakarlar, devrimciler, hippiler, İbo dinleyenler, Metallica dinleyenler, Kafka okuyanlar, dua kitapları okuyanlar, türbanlılar, mini etekliler, herkes öyle sevgisiz bakıyor ki bana; öyle incitici, öyle hoyrat olabiliyor ki herkes…
İbo`yu bilmeme şaşırmadınız, ama Metallica`yı ve Kafka`yı biliyor olmam ilginç gelmiştir size belki. Olgunlar Sokak`taki seyyar kitapçılardan kitaplar alıyorum. Milena`ya Mektuplar`ı okudum Kafka`dan, diğerlerini de okuyacağım. Birçok kitap okuyacağım ben; Nietzsche`nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabını çok merak ediyorum mesela, bir de Oruç Aruoba`nın şiirlerini. Keşfetmem, okumam, sorgulamam gereken öyle çok yazar, hikaye, roman ve şiir var ki…
Kitapçılar bile önyargılı bana; emeği, vicdanı, barışı savunanlar bile beni gördüklerinde kıyıcı sözler söyleyebiliyorlar ve eminim onlara ürkütücü geldiğimden.
İkinci el kasetlerim var; Metallica kasetim de var, Fikret Kızılok kasetim de. Annem, beni dayımlara yollarken teybi bana verdi,”sıkıldıkça müzik dinle, ama sesini kıs ha” dedi. Şimdilerde teybi son ses açıyorum Metallica`yı dinlerken!
Adım Muhammet. On dokuz yaşındayım. Beni nefretle bakarken göremezsiniz; kabalaştığıma, etiketler koyduğuma, yaftaladığıma şahit olamazsınız. Bir anlama çabam var; kendimi, annemi ve sizi. Bir öğrenme çabam var; yeryüzünü, doğayı ve evreni. Yazmaya da başlayacağım; sevgisizliği yazacağım önce çöp kutularından topladığım kağıtlara ve sevgisizliği yazdığım kağıtlar geri dönüşüme gidip sevgi olarak dönecek aramıza. Sevgi`li insan dostlarım olacak kağıtlarda diriliveren; sevgiyle var olan canlar, kardeşler, halklar…
Kendimle ilgili bir çok projem var. Mahkemeye başvurup adımı değiştireceğim. Ali Haydar mı olsa adım diye düşünüyordum, vazgeçtim; adım Özgür olacak benim.
Kendime ait bir kütüphanem olacak sonra. Atık kağıtlar topluyor olabilirim; işim gereği tenimden yayılan koku pis gelebilir size ama en sevdiğim koku kitap kokusudur.
Doğada bir başıma yaşama projem de var. Yoruldum incitilmekten, ötekileştirilmekten, lanetlenmekten. Tabiat Ana`ya sığınmak istiyorum ve bunun için otlarla ilgili kitaplar alıyorum. Otlarla beslenmek, otlarla iyileşmek, otlarla huzur bulmak istiyorum. Doğada bir başıma yaşayacaksam otların bütün kerametlerini bilmem gerekiyor.
Böbrek yetmezliği var Abbas`ın; benim kardeşim oldu Abbas, kız kardeşlerimin yokluğunda. Ona biz bakıyoruz ve Abbas iyileşmeden Tabiat Ana`nın yanına gitmeyeceğim.
Kafka kırk bir yaşında ölmüş; onun kadar yaşasam yeter. Kitaplar gibi kokmaktır özgürlük; otlardan sevgi büyüleri yapmak ve toprağa karıştığımda bir gün, Tabiat Ana`nın beni şefkatle anmasıdır…
Böyle buyurdu Muhammet!
Kaynak:Ergür Altan
12 Yorumlar
Anneye anne demek, dayıya dayı demek olamaz. Yuh, böyle anne, böyle dayı olmaz olsun. Ya, nasıl bir kadınmış bu sanki geberirdin tekrar evlenmesen, burada pekçok orta yaşlı ve çocuklu kadın her gün gittiğim ekmek fırınında çalışıyor, veya esnaf lokantasında garson, bulaşıkçı vs. olarak çalışıyor. Koç, Sabancı gibi birilerinin dikkatini çeker umarım bu yazı da, el uzatırlar bu çocuklara. Okula gönderseler, eğitimlerini üstlenseler ne iyi olur.
YanıtlaSilÇok teşekkürler paylaştığınız için.
Sağlıcakla kalın.
Merhabalar Bücürük ve Ben, Hoş Geldiniz.
YanıtlaSilBlog sayfama yapmış olduğunuz ziyarete ve değerli yorumunuza çok teşekkür ederim.
Öyle annenin, elbette böyle de kardeşi olur. Kadının evliliği kabul etmekteki amacı neydi bilmiyoruz. Çocuklarını kurtarmak için desem, Muhammet de onun çocuğuydu, Muhammetsiz bir evliliği nasıl kabullendi? Hadi başlangıçta birazcık idareden sonra Muhammedine ulaşıp, onu da bir şekilde en azından çevresine alabilirdi. Muhammed'in dediğine göre 6 yıldır ne aramış, ne de sormuş! Duygu ve düşüncelerinize aynen katılıyorum.
Bu ibretlik hikayeyi eşim Facebook'ta görmüş ve okumuş (Fatih Portakal'ın Atatürkçüyüz Biz) sayfasından. Bu hikayeyi bana ağlayarak okudu, benim de yüreğim parçalandı ben de ağladım ve çok etkilendim. Daha sonrada burada paylaşmak istedim. Sizden başka da okuyan yok zaten. Teşekkür ederim.
Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun.
Çok duygulanarak okudum, çok etkilendim. Sağ olun paylaştığınız için. Muhammet'in azmine, sabrına, kendine güvenine hayran oldum, saygı duydum.
YanıtlaSilAh fırsat verilse, yolu açılsa. Sosyal Güvenlik diye bir kavram vardı. Unuttuk. Oysa bu gençler unutulmamalı.
Saygılar...
Bu yazınızın konusu, etrafımızda fazlasıyla olduğunu düşündüğüm bir hayat hikayesi. Ve... 2011 yılında sınıfıma verilen bir öğrencimle birlikte birebir (tam 6 yıl maddi manevi ne yazık ki tek başıma kurumsal bazda) mücadele verdiğim, inanılmaz hayat öyküsüyle ayakta kalmaya çalışan bir başka "Muhammet"i hatırladım. Zira bu sayede, hani hep vicdan sahibi gibi görünen umarsız insanları da tanımış oldum. Dolayısıyla bu hikayeler toplum olarak çöktüğümüzün kanıtıdır. Yazık! Saygılarımla...
YanıtlaSilMerhabalar Makbule Abalı, Hoş Geldiniz.
YanıtlaSilBlog sayfama yapmış olduğunuz ziyarete ve değerli yorumunuza çok teşekkür ederim.
Muhammet'in bu acıklı hikayesini okuyup da içi parçalanmayan ve gözyaşı dökmeyen yok!
Muhammet'in bu hale düşmesinde; birey olarak, toplum, olarak, millet olarak ülke olarak velhasıl-ı kelam hepimiz sorumluyuz.
Selam ve dualarımla.
Merhabalar Tülay Gürdal, Hoş Geldiniz.
YanıtlaSilBlog sayfama yapmış olduğunuz ziyarete ve değerli yorumunuza çok teşekkür ederim.
Bu hikayeler, "toplum olarak çöktüğümüzün kanıtıdır" tespitinize aynen katılıyorum.
Selam ve dualarımla.
Böyle yaşam öyküleri olduğunu bilerek bakarım etrafıma. Bilmeden, öğrenmeden kimseyi yargılamamak, küçümsememek şarttır.
YanıtlaSilMerhabalar Sezer Eser Perker Hoş Geldiniz.
YanıtlaSilBlog sayfama yapmış olduğunuz ziyarete ve değerli yorumunuza çok teşekkür ederim.
Önyargılı olmadan, çevremizde olup bitenlerin farkında olmak ne kadar güzel bir davranış.
Selam ve dualarımla.
Ne acı hikayeleri var çevremizde gördüğümüz ama görmezlikten geldiğimiz Muhammet gibi insanların.Hayat nasıl da acımasız bazılarına.cok üzüldüm Muhammet’e.kaleminize sağlık bize bu hayat hikayesini aktardığınız için
YanıtlaSilMerhabalar Mavianne, Hoş Geldiniz.
YanıtlaSilBlog sayfama yapmış olduğunuz ziyarete ve değerli yorumunuza çok teşekkür ederim.
Muhammet bunlardan sadece biri. Hayatı acımasızlaştıran da yine biz insanlarız galiba. İnsan insana zulmediyor, ama kabahati hep hayata yüklüyoruz. Biri gülerken, diğerinin ağladığı bu hayatı hiç birimiz istemiyoruz. Gülenlerin, ağlayanların elinden tutması ve göz yaşlarını silmesi gerekiyor. Ama bize kalmaz, bize yetmez korkusuyla bir türlü o merhamet kanatlarını açmıyoruz.
Selam ve dualarımla.
Merhabalar Recep Bey;
YanıtlaSilBu öykü beni çok derinden etkiledi. Nice yaşanmışlıklar vardır buna benzer kim bilir? İnsanların önyargıları ve bir gencin tertemiz duyguları. Velev ki gerçekse bu evlada ya da onun durumunda olanlar varsa Allah yardım etsin dilerim.
Selam ve saygılarımla.
Merhabalar Ece Evren Hoş Geldiniz.
YanıtlaSilBlog sayfama yapmış olduğunuz ziyarete ve değerli yorumunuza çok teşekkür ederim.
Bu gencimizin içinde cevher olduğuna ben inanıyorum. Cenab-ı Hakk, Muhammet ve onun gibi gençlerimizin yar ve yardımcısı olsun inşAllah.
Selam ve dualarımla.
*YORUMLARINIZ HEMEN YAYINLANIR*