Fıtır Bayramı


Merhabalar.

Ramazan’ın orucundan sonra Cenab-ı Hakk'’ın oruçlulara ihsan ettiği bayramın asıl adı Arapça “Fıtır Bayramı”dır. “Fıtır” kelimesi de yaratılış anlamına gelen “fıtrat” kelimesi ile aynı kökten türeyen bir kelimedir. Buna Osmanlılar “İyd-i Fıtır” yani “Fıtır Bayramı” demişlerdir. “Fıtır” kelimesini bugünkü dile çevirecek olursak; “yaratılış”, “vücut bulma”, “var olma” anlamındadır. Buna kısaca; “varlık” demek daha doğru olacaktır.

Bu nedenledir ki, Yüce Allah, Ramazan-ı şerifte orucu ve ayrıca durumu iyi olanların iyi olmayanlara fıtır/varlık sadakası vermelerini emrederek fıtrileşmeyi yani yaratılış gayemize uygun hareket tarzını benimsetmeyi temin etmiştir.

Mübarek Fıtır (Ramazan) bayramınızı kutlar; tüm sevdiklerinizle birlikte sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir bayram geçirmenizi Cenab-ı Hakk'tan niyaz ederim. 

Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun.

Yurttaşlara Çağrı


YURTTAŞLAR!

Başlatılan Cumhurbaşkanlığı seçim süreci meşru değildir. Anayasa'ya göre siyasi partiler aday gösteremezler. Vekillerin aday göstermelerini engelleyemezler. Bunlar halkın özgürce seçme seçilme hakkını hiçe saymışlardır. Hep birlikte bir partiler oligarşisi kurmuşlardır. Demokrasiyi askıya almışlardır. Tüm bu nedenlerle:
  • 6271 sayılı Cumhurbaşkanlığı Seçimi Yasası'nın ilgili hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapınız.
  • Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na bu partiler hakkında, Anayasa'yı ihlal etmelerinden dolayı suç duyurusunda bulununuz.
  • Bunlara rağmen seçimler yapılacak olursa, oy vermeye gidiniz. Geçersiz oy veriniz, ikinci oylamaya da gidiniz, yine geçersiz oy veriniz. Geçersiz oylarınız protesto oyları olarak onları hep düşündürsün! Sayınız ne denli yüksek olursa, muhalefetiniz o denli güçlü ve inandırıcı olacaktır. 
Atatürk Cumhuriyeti'nin tüm yurttaşları bunu biliniz!

Prof. Dr. Hayrettin ÖKÇESİZ

Kaynak: Hürriyet Gazetesi(Yeter Söz Milletin)

Adalet ve Özgürlük




"EY Kral! Bizler müşrik bir topluluktuk, putlara tapar, cehalet içinde yaşardık. Bir gün Allah bize, içimizden birisini peygamber olarak gönderdi. O'nun doğruluğunu, güvenilirliğini ve vefasını çok yakından biliyorduk. O bizi, bir olan, eşi benzeri bulunmayan Allah'a ibadet etmeye; atalarımızdan miras aldığımız yanlışları terk etmeye, putları reddetmeye davet etti. Bizleri doğru söylemeye, emanete ve komşuluk hakkına riayete, akrabalık bağlarına saygı göstermeye; cinayetten ve kan dökmekten kaçınmaya, ahlaksızlıkları terk etmeye, yalancı şahitlik yapmamaya, öksüzün malını yememeye ve namuslu kadınlara iftira atmamaya davet etti. Bize namaz kılmayı, zekât vermeyi emretti. Bizler bu peygambere inanmış, onun davet ettiklerini kabul etmiş kimseleriz. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmuyoruz. Allah'ın bize helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını haram kabul ediyoruz..."

Bu sözler üzerine Necaşi, Kuran'dan birkaç ayet okumalarını ister. Cafer, Meryem suresinin ilk ayetleri okur: “... Ey Muhammed! Kitab’da Meryem’i de an. O ailesinden ayrılarak doğu yönünde bir yere çekilmişti. Sonra insanlardan gizlenmek için bir perde germişti. Cebrail’i göndermiştik de ona tam bir insan olarak görünmüştü. Meryem: “Eğer Allah’tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman’a sığınırım” dedi. Cebrail: “Ben temiz bir oğlan bağışlamak için, Rabb’imin sana gönderdiği elçiden başkası değilim” dedi. Meryem: “Bana bir insan temas etmemişken, ben kötü kadın da olmadığım halde nasıl oğlum olabilir?” dedi. Cebrail: “Bu böyledir, çünkü Rabb’in “Bu bana kolaydır, onu insanlar için bir mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız;hem bu önceden kararlaştırılmış bir iştir.” Diyor dedi. Necaşi de Müslümanların kendi ülkesinde diledikleri kadar kalabileceklerini belirtir. İnsanları Habeşistan'a çeken adalet ve özgürlüktür. Risaletin beşinci yılında gerçekleşen Habeşistan göçü bize, Müslümanların o zaman dilimindeki muhtemel sayıları hakkında bir fikir vermektedir. Tahmini rakam yüz kişi civarındadır.

Kaybettik


HEM EVLERİMİZİ KAYBETTİK, HEM DE KİMLİKLERİMİZİ


Yüz binlerce hatta milyonlarca lira harcayarak daireler alınıyor. Ama ruhlar rahat etmek yerine fasid bir daireye düşüyor.



Modern devir... Bilhassa Batı medeniyetince kutsanan, insana dünyevi nimetler açısından her türlü imkanı sunduğu iddia edilen ortam... Ya ferdin ruhi boyutu? Aydınlanma tabir edilen sürecin tetiklediği pozitivist yaklaşımın Avrupa'da ortaya çıkışı belki sebepler dairesinde izah edilebilir bir zemine oturtulabilir. Ancak aynı durum İslam coğrafyası için geçerli midir? Modernizmin hayatın her sahasına nüfuzu nelere mal olmuştur? Bununla ilgili tartışmalar farklı boyutlarda sürdürülebilir. Ancak biz "Mutlu Ev" başlıklı kitap sebebiyle yalnızca mesken yönüne dikkat çekeceğiz. Daha doğrusu eserin müellifi Mimar Semih Akşeker'in işaret ettiği noktaları okuyucu ile paylaşacağız. Esasında onun söyledikleri çok basit, "Halktan kaçtığınız korunaklı siteler, lüks mobilyalar, kartonpiyerler, ünlü mimarların dekorasyon önerileri mutlu etmeyecek sizi. Yüksek binalar ve beton eninde sonunda nefesinizi sıkıştıracak. 5 + 1'lerin, 4+2'lerin, akıllı binaların, yok satan mega projelerin fıtratınıza uygun olmadığını kavrayacaksınız. Eşyaların esiri olduğunuzu düşüneceksiniz. Gereksizce büyük ve çok sayıdaki odalar huzur vermeyecek. Yatırım amaçlı aldığınız yazlık da, ikinci, üçüncü evler de anlamsız gelecek!"



Büyükşehirlerin iş-trafik koşturmacası içinde bir sığınak, bir rahatlama, sadece bedenin değil ruhun da yorgunluğunu hafifleten ve gideren mekânlar olması gereken apartman daireleri veya fıtratın uzağında döşenen evlerin açtığı yaralara değinen yazar sadece probleme işaretle yetinmiyor, kitabında.

Zikredilen aksaklıklara çare kabilinden ve temelini İslami değerlerden alan prensipleri de sıralıyor. Mesken inşa ederken bunlara bilhassa dikkat edilmesi gerektiğini açıkça ifade ediyor. Adalet ile başlıyor, tevazu ile devam ediyor ve arkası geliyor: Sadelik, Güzellik/Estetik, Fanilik Düşüncesi, Mahremiyet, Özgünlük/Taklitten Kaçınma, İktisat, Hüsn-ü Muhafaza. Nihayet eserini Hz. Muhammed ile aynı evi paylaşmanın nasıl bir duygu olduğunu merak edenlere ithaf ediyor.


Kaynak: Sedat Gülmez
s.gulmez@aksiyon.com.tr

Çok Geç


Çaresizliğin ne demek olduğunu anladığım da
Her şey çok geçti...
Mucize beklersin artık!
Aldığın nefes bile seni boğarken
Tüm güzellikler güzelliklerini yitirmiş
Ölümü beklerken
Hep bir umut ışığı olmuştur
Ya seni çekip çıkarır içinden
Ya da sonsuza kadar kalırsın
Ölmeyi bile beceremeden.

Recep Altun