O gün, okul çıkışı evlerimize uğradık ve gerekli hazırlıklarımızı yaptıktan sonra yaya olarak düştük köyün yoluna. Aylardan Nisan’dı, hava açık ve güneşliydi. Daha önce çiçek açan badem ağaçları, taç yapraklarını döküyor ve yerini irileşmeye başlayan tüylü bademlere bırakıyorlardı. Çiçeklerini yeni açan zerdali ağaçları da adeta beyaz duvaklı gelinler gibi görünüyorlardı. Yağan yağmurlarla tepeler, yamaçlar ve ekili alanların büründükleri yeşillik, insana büyük bir huzur ve yaşama sevinci veriyordu.
1968 Yılına ait değil ama, köyden bir kayısı ağacıdır. |
Köyün kullanılmayan eski yolundan bir görüntü. 1968 yılında biz o zaman bu yoldan yaya gitmiştik. |
Ben bir taraftan notlarımı alırken, bir taraftan da dar ve stabilize köy yolunda arkadaşım Ziya ile birlikte yan yana neşeli bir şekilde sohbet ederek yolumuza devam ediyorduk. O ara köyün dolmuşu stabilize yoldan bizi geçip giderken; dolmuşun oluşturduğu toz bulutunun arasından meraklı gözlerle bizim kim olduğumuzu anlamaya çalışan, dolmuşun camlarına yapışmış belirli belirsiz başların bakışlarından rahatsız olmuştuk. Dolmuşun stabilize yolda oluşturduğu tozdan etkilenmemek için ellerimizle ağzımızı ve burnumuzu kapatırken, arkadaşımın neşesinin birden kaçtığını gördüm. Arkadaşım sitemkâr bir şekilde “Köye neden dolmuşla gidelim dediğimi anladın mı?” diye sordu. Ben, sebebini pek anlamamış gibi davranarak, bizi geçen köyün dolmuşunun yolda oluşturduğu tozdan etkilendiğimizi düşünerek “yollarda tozda kalmamak için miydi?” diye sordum. Arkadaşım hayır anlamında başını sallayarak yüzüne oturan hüzünlü bir ifade ile “Hayır” dedi ve devam etti “Dolmuştaki yolcuların hepsi bizleri tanır, dolmuş parasını gereksiz bir yere harcadığımızı ve bu nedenle köye yaya olarak gitmek zorunda kaldığımızı düşünecekler ve köyde laf edeceklerdir,” dedi. Ben de “Üzüldüğün şeye bak. Hiç de önemli değil. Boş ver kafana takma. Şu güzelim bahar havasında mis gibi yürüyoruz işte!..“ dediysem de, neşesi kaçan arkadaşımı teselli edemediğim gibi, kendi neşemin kaçmasına da engel olamadım. Bir taraftan notlarımı alırken, bir taraftan da ona sorular yönelterek büründüğü matem havasının bulutlarını dağıtmak suretiyle birazcık olsun neşelendirmeye çalışıyordum.
Köyün Yeni Yolundan Bir Görüntü. |
Köyde gittiğimiz evin şimdiki halidir |
Evin Giriş Kapısı |
Arkadaşımın dedesi her ihtimale karşı yazıda kaybolan ineği kurtlar parçalamasın diye ağzı açık saplı bir çakıya Kur’an’dan birtakım ayetler okuyarak çakıyı kapadı ve belindeki kınına koydu. Merak ettiğim için arkadaşıma Bu işlemin esprisini sordum. O da bana: “Dedem, kurt ağzı bağladı.” Dedi ve devam etti :” Dedem belindeki çakının ağzını açıp Kur’an’dan bir takım ayetler okuyarak tekrar çakısını kapatınca kurtların ağzı bağlanmış oldu. Kaybolan ineğimize kurtlar artık saldıramaz, saldırmak istediklerinde ağızları bağlandığı için çenelerini açıp onu parçalayamaz! İşte bu işleme ‘Kurt ağzı bağlamak’ denir.” Dedi.
Gökyüzü açık, yıldızlar pırıl pırıldı. Nisan ayının bahar serinliğinde bir taraftan gökteki yıldızlara bakıyor, bir taraftan da el fenerleri ile lükslerin hareketli ışık süzmeleri ile aydınlanan çayır ve otlakların üzerinde ilerliyorduk. Gecenin sessizliğini cırcır böceklerinin hiç kesilmeyen nağmeleri ile su birikintilerindeki kurbağa sesleri bozuyordu.
Bir taraftan hep beraber yürürken, bir taraftan da ineğin nasıl kaybolduğu ve nerede bulunabileceği konusunda tahminler yürütülüyordu. Bu konuda tecrübeli olan ev ahali ineğin nerede kaybolmuş olabileceğini tahmin ederek o yönlere doğru aramak üzere dağıldık. Saatlerce süren aramalar sonunda kaybolan hamile ineği bulma umutları tükendi ve arama kafilesinin başı, artık evlerimize dönmemiz gerektiğine, sabahın ilk ışıkları ile yeniden aramaya devam edileceğinin kararlaştırılması üzerine gerisin geriye köy yoluna koyulduk.
Eve döndüğümüzde akşam epeyce ilerlemiş ve bir fil gibi acıkan karnımızı doyurmak üzere, Allah ne verdiyse hep beraber bir akşam sofrasına kurularak yemeğimizi yedik. Köyde elektrik olmadığı için, evlerin aydınlatılmasında gaz lambası ve lüks dediğimiz aydınlatma gereçleri kullanılıyordu. Akşam çayımızı da yudumladıktan sonra çok yorulan bedenlerimizi artık yün yataklara bırakmanın zamanı gelmişti. Hava açıktı, gökyüzünde adeta bir yıldız sağanağı vardı. Uyumaya hazırlanan ahaliye cırcır böceklerinin sesleri bir ninni terenümünde eşlik ediyordu.
Ertesi günü inek bulundu. Köyde veteriner olmadığı için hayvanların hastalıklarından anlayan tecrübeli bir köylü çağrıldı. İneği muayene eden köylü, ineğin ayağının burkulmuş olabileceğini söyledi ve hazırlanan malzeme ile ineğin burkulan ayağını sıkıca sardı. Bu arada bizim köye yaya olarak yaptığımız yürüyüş yolcuuğu unutuldu ve biz de bu konuda azar işitmekten kaybolan inek sayesinde kurtulmuş olduk.
Recep Altun, Nisan 1968
Açıklama: "Kurt ağzı bağlama” inancı, Türk dünyasında ortak bir dinî uygulamadır.
16 Yorumlar
Dedenizin “kurt ağzı bağlaması” ne ilginçmiş!. Öykü tadında çok güzel bir anı yazısı, keyifle okudum. İlk olarak görsel dikkatimi çekti, çünkü kısa bir süre önce ana ocağındaydım. İki kardeş annemizi sık sık ziyaret eder özlem gideririz. Bu ziyaretlerimizde de eksiklerini giderir, sağlık kontrollerini yaptırır, gönlünü hoş etmeye çalışırız. En son ziyaretimizde (şu an kiracılarımızın yaşadığı, ancak çatı katının atıl olmakla birlikte bize ait olduğu tavan arası temizliğimiz vardı. İşte orada tıpkı dedenizin çakısı gibi, biz de baba yadigarı çakı formunda olan böyle bir bağ bıçağı bulduk. Ahşap saplı, damgalı... Eşimin nostaljiye ve dolayısı ile antikalara olan merakını bildiğim için beraberimde getirmiştim. Burada da benzerini görünce daha da merakla yazınızı okudum. Yazınızın sonunda kaybolan ineğin bulunması ise yüzümü güldürdü. Emeklerinize, kaleminize sağlık. Harika bir yazıydı. Esen kalın...
YanıtlaSilMerhabalar İzler ve Yansımalar.
SilBlog ziyaretinize ve paylaşımla ilgili beğeni ve katkı içeren değerli yorumunuza çok teşekkür ederim.
Efendim, ben de ilk defa kurtağzı bağlama işlemiyle o köy ziyaretinde karşılaşmıştım. O zaman bana da çok ilginç gelmişti. Bu işlem daha çok inanca bağlı bir gelenek. İnternetten araştırırsanız çakı dışında diğer yöntemleri de öğrenmiş olursunuz.
Paylaşımdaki görsel, o zaman ki dedenin çakısına benzer bir çakı olarak araştırdım ve internette bularak paylaştım. Yoksa, o zaman ki dedenin kullandığı çakı siyah saplı değişik bir çakıydı. Babam çakı kullanmadığı için bize çakı miras kalmadı. Ama benim dedemin çakısı vardı, o çakıyı da diğer çocuklardan biri hatıra olarak almış.
Efendim, büyüklerimizden kalan böyle değerli eşyaları özenle muhafaza edelim ve bayrağı bizden sonrakilerine bırakalım. Benim annemin ve babamın orjinal ilkokul diplomalarını hala muhafaza ederim. Zamanında bu diplomalarla ilgili yazılarımı bu blogda paylaşmıştım.
Ziyaretiniz ve değerli yorumunuz için tekrar çok teşekkür ederim. Memnun kaldım. Çok Sağolun.
Selam ve saygılarımla.
Merhabalar Recep Bey,
YanıtlaSilDeğirmenden Mektuplarınızı her zaman keyifle, zevkle okurum. Yanılmıyorsam şimdiye kadar yazdığınız en uzun mektup bu. Her şey zamanla eskiyor, değişiyor. Yollar, evler, eşyalar... Ve tabii insanlar. Bir zamanlar 12 km. yolu yürüyebilmenize şaşırdım. Eşimin de öyle uzun yol hikayeleri vardır. Bir zamanlar Arslanköy'den Mersin'e ( bir gece bir çınar
ağacının altında kalarak ) yürüyerek giderlermiş. İki günde 72 km.
Fotoğraflar yazınızla bütünleşmiş. Çok güzel. Emeğinize sağlık.
Selam saygılar.
Merhabalar Makbule Abalı.
SilBlog ziyaretinize ve paylaşımla ilgili beğeni içeren o değerli ve güzel yorumunuza çok teşekkür ederim. Evet hocam, şimdiye kadar yazdığım en uzun mektup bu oldu. Aslında uzun mektupları asla sevmem ama, bu anlatıyı en kısa haliyle ancak bu kadar özetleyebildim. Efendim, ben çok iyi bir yürücüyüm. 12 Km. ne ki, ben şu anda bu yaşta 22 km. yolu yürüyorum. Şu anda daha çok bisikletle köyleri geziyorum. Gezdiğim köylerle ilgili aslında çok güzel paylaşımlar çıkarabilirim ama, bakalım ileride belki ilham geldikçe belki paylaşırım. Eşiniz de iyi bir yürüyücüymüş demek ki, yol yürümede önemli olan sabırdır. İnsan sabredince yürüyerek gidemeyeceği yer yoktur.
Ziyaret ve beğeni içeren yorumunuz için tekrar çok teşekkür eder, eşinize selam ve hürmetlerimi sunarım.
Selam ve saygılarımla.
inek nerde bulunmuş acaba nereye gitmiş ki :) kurt ağzı bağlama hoş bir gelenekmiş. yaya yolculuk da güzeldi. demek ki yazmak için bu yolculuğu yaptınız ve hemen de o zaman yazmışsınız 68'de. son zamanlardaki en iyi yazınız buydu blogunuzdaki :)
YanıtlaSilMerhabalar Deeptone.
SilBlog ziyaretinize ve paylaşımla ilgili o güzel yorumunuza çok teşekkür ederim. Efendim, o zaman kaybolan inek köyün merası sınırlarını biraz aşmış, komşu köyün merasında bulunmuş. Komşu köyden haber gelmişti, büyükler o köye gidip ineği alıp gelmişlerdi. Evet gerçekten kurtağzı bağlama çok güzel bir gelenek, bu işlemde daha çok inanç olayı hakim. Aksi halde, hiç kimse kurtun ağzını bağlayamaz. Evet bu yazıyı daha çok deneme bir hikaye formatında kaleme almak istiyordum, ama beceremediğim için böyle anı türünde kaldı. O zaman kaleme aldığım yazı üzerinde sonradan epeyce bir çalıştıktan sonra ortaya çıkan son halini sizlerle paylaştım.
Anıyı beğenmenize çok sevindim ve mutlu oldum. Tekrar teşekkür ederim. Sağolun.
Selam ve saygılarımla.
Çocukluk anıları ne güzel ne kadar değerli değil mi Recep Bey? Köyünüz ne kadar güzelmiş, dağlara tırmanan yoluyla, kerpiç evleriyle, o ağaçlarıyla. Siz o zamandan belliymiş böylesine doğa aşığı, hassas bir insan olduğunuz. Hele o kurt ağzını bağlama duası! Bayıldım, ne güzel geleneklerimiz, inançlarımız varmış. Böyle çocukluk anılarınızı hep yazsanız, ne kadar güzeldi o fotoğraflarla.
YanıtlaSilElinize, yüreğinize sağlık!
Merhabalar Pelinpembesi.
SilBlog ziyaretinize ve paylaşımla ilgili beğeni içeren o değerli yorumunuza çok teşekkür ederim. Efendim, böyle ilginç anılara buradan yer vermeye gayret edeceğim. Kurtağzı bağlama işlemini, ben de ilk defa o köy ziyaretinde gördüm. Evet bunlar gerçekten çok güzel değerlerimiz. Ziyaretiniz ve beğeniniz için tekrar çok teşekkür ederim. Çok sağolun.
Selam ve saygılarımla.
Merhaba Recep Bey,
YanıtlaSilArkadaşınızın yolu yürümeme isteği, düşüncesi gerçekten farklı bir bakış ve aslında çok da ince, detaylı bir fikir:) Kurtağzı bağlamayı ilk defa duydum ve o da ilginç bir gelenek ya da inanış diyelim:) Arada lütfen bu tür anılarınızı da kaleme alın. Babam zaman zaman öğrencilik yıllarında köyden ilçeye gidiş anılarını anlatır, kaç kere dinlediğimi bilmem ama her seferinde ilk kez dinliyormuş gibi keyif alırım:) Saygılarımla.
Merhabalar SzgnBsl.
SilBlog ziyaretinize ve paylaşımla ilgili değerli yorumunuza çok teşekkür ederim. Evet yol arkadaşım haklıydı, ama benim de o köye bir gün yaya gitmem gerekiyordu. Kurtağzı bağlama olayını internetten incelerseniz, birkaç değişik uygulamalı kurtağzı bağlama işlemi var. Çakıya, ipe ve çevreye. Artık burada böyle değişik anılara ben de yer vermek istiyorum. Okuyucuları sıkarım diye çekiniyordum. Ama bu tür paylaşımları beğenen blogcu sayısı artınca ben de bundan böyle anılara yer vermeye devam ederim.
Ziyaretinize ve beğeni içeren değerli yorumunuza tekrar çok teşekkür ederim. Sağolun efendim.
Selam ve saygılarımla.
Ne kadar yalın ve akıcı bir diliniz var. Okurken nasıl bittiğini anlamıyorum. Hiç sıkmadan okumak için okumuyorum yazınızı gerçekten arada girip bir yazı paylaşmış mı diye diye baktığım bloglardansınız. Nadir ve güzelsiniz :))
YanıtlaSilMerhabalar Dear Monarosa.
SilBlog ziyaretinize ve değerli yorumunuza çok teşekkür ederim. Beğeniniz için ayrıca teşekkür ederim. Efendim, buna benzer birkaç anı daha hazırlayabilirim. Ziyaretiniz ve beğeni içeren değerli yorumunuz için tekrar teşekkür ederim. Sağolun.
Selam ve saygılarımla.
Merhabalar,
YanıtlaSilAnılarınızı çok güzel aktarmışsınız, betimlemeleriniz de gözümde canlandı. Arkadaşınızın öyle düşünmek zorunda kalması üzücü, küçük yerde herkes herkesi tanıdığı için dedikodular ve başkasının işine karışma olayı çok fazla oluyor. Bunaltıcı bir durum. Kaleminize sağlık, çok samimi bir yazıydı.
Merhabalar Duygu Emanet.
SilBlog ziyaretinize ve paylaşıma katkı ve destek sağlayan o güzel içten yorumunuza çok teşekkür ederim.
Aslında o günlerde arkadaşımın öyle düşünmesi üzücü olsa da haklı, ancak ben de çeveremi araştırmak, gözlemlemek ve izlenimlerimi paylaşmak istemekle haklıyım. Haksız olan tek taraf var; o da yaşadığımız yöre halkı.
Ziyaret ve yorumunuz için tekrar teşekkür ederim. Çok sağolun.
Selam ve saygılarımla.
Çok ilginçmiş, keyifle ve merakla okudum Recep Bey, böyle bir geleneği ilk kez duyuyorum. İyi ki karşınıza kurt filan çıkmamış. 68'li yıllarda ben de hatırlıyorum cumartesi de okula giderdik ama yarım gündü. Hamile ineğin sağ salim bulunmasına sevindim, bu yaşamış olduğunuz olayın sonu mutlu bitti, dolmuştaki dedikoduculara kızdım onlara ne yahu? Ay insanlar illa kendi kafalarından bir şeyler uyduruyorlar demek ki. Köy evinin şu andaki hali üzücü. Ama hiçbir şey eskisi gibi kalmıyor doğanın kanunu maalesef:(
YanıtlaSilSağlıcakla kalın.
Merhabalar Bücürükveben.
SilZiyaretiniz ve değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim. Hiçbir yorumu cevapsız bırakmam. Ancak sizin bu yorumunuzun cevabı biraz gecikti. Sıra size gelmişti ki, acil bilgisayarın başından kalkmak zorunda kalmıştım. Ondan sonra da unutuluyor. Malum artık eskisi gibi değiliz, bedenle birlikte beyin dokularımız da hem kalınlaşıyor, hem de yaşlanıyor.
Cumartesi günleri öğleye kadar eğitim gördüğümüzü hatırladığınıza göre siz de 1955 doğumlu olmalısınız.
Burası Orta Anadolu'nun bozkırı, burada herkes birbirini daha çok haksız yere eleştirir, takip eder, merak eder, birbirlerinin gıyabında konuşmayı çok sever. Aynı zamanda çok da hasettirler. Bu hasetlik bizim mayamız olan toprağımızda var. Çok tehlikeli bir hastalıktır. Ancak, bu zamana kadar hem birbirimizi hasetlik konusunda eleştirir, hem de hasetliğe devam ederiz, ne tuhaf bir durum değil mi?
İneğin kurtlar tarafından parçalanmadan sağ salim eve getirilmesine hepimiz çok sevinmiştik. Çünk dedemiz inek için kurt ağzı bağladı, mümkün mü kurdun ineği parçalaması. İşte garip bir gerçeklik mi desem, yoksa şans mı desem bilemiyorum. Ama çok güzel bir gelenek .
Selam ve saygılarımla.
*YORUMLARINIZ HEMEN YAYINLANIR*