Bir Aşkın Hikayesi

Rahmetli babam 1966 yılının Nisan ayında Almanya'ya işçi olarak gitti. Kendisi memlekette terziydi. İyi terziydi, ancak tembel mi, çalışkan bir terzi miydi orasını bilmiyorum? Çalışkan bir terzi olmuş olsaydı, herhalde Almanya'ya çalışmak için gitmezdi. Babamın Almanya'ya gittiği 1966 yılında, 1966-1967 eğitim ve öğretim yılı Kaman Ortaokulunun 1-F şubesinin 711 nolu öğrencisiydim. O yıllarda ilçemiz ortaöğretim kurumlarında yabancı dil olarak Fransızca okutulmaktaydı. İngilizce ve Almanca gibi diğer yabncı dil uygulamasına daha sonraki yıllar içerisinde geçilmişti. 

Çok açık bir şekilde itiraf etmem gerekirse, ben öyle çalışkan ve başarılı bir öğrenci değildim. Benim gibi bir öğrenci, vasat olarak bile nitelenemezdi. Aşağıdaki ortaokul karnemden de görüleceği üzere, ortaokul 1. sınıfın Matematik, Tabiat Bilgisi ve Yabancı Dil derslerinden bütünlemeye kaldım. Ancak bütünleme imtihanlarına hiç girmedim ve 1967-1968 öğretim yılında ortaokul 1. sınıfı çift dikişle tamamlamıştım.

1968-1969 öğretim yılında 2. sınıfı okudum. Babam Almanya'da iki yıl kadar çalıştıktan sonra biriktirdiği küçük bir sermaye ile 1968 yılında temelli Türkiye'ye döndü ve Kaman Ortaokulu binası karşısındaki sıralı dükkanların birini kiralayarak orada bir bakkal dükkanı açtı. Ben bir taraftan okula giderken diğer taraftan da babama bakkal dükkanında yardım ederdim. Babamın bakkallığı da Almanya macerası gibi fazla uzun sürmedi ve ticarette başarılı olamayarak iflas etti. Nasıl iflas etmesin? Dükkanından sigara alan müşterisine "sigarayı bırak, ben sana her gün bir avuç leblebi vereyim" derdi.

Almanya'daki eski iş yerine bir mektup göndererek tekrar işçi olarak çalışmak istediğini bildirdi. Eski iş yeri de babamın başvurusunu kabul etti ve babamı Almanya'ya davet etti. Babam gerekli hazırlıklarını tamamlayarak 1969 yılında tekrar Almanya'ya gitti.  

1969-1970 öğretim yılında ortaokul 3. sınıf öğrencisiyim. Aynı mahallede kocası öğretmen ve kendi de devlet hastanesinde ebe olarak çalışmakta olan komşumuzun evinde, ev işlerine yardımcı olmak ve küçük çocuklarına bakmak üzere bir kız çalışmaktaydı. Benim de küçük bir kardeşim vardı ve komşumuzun küçük oğlu ile arkadaştı. O zamanlar böyle ev işlerine yardımcı olmak ve küçük çocuklarına bakmak üzere evlerde çalıştırılan bayanlar, bakıcı olarak vasıflandırılırdı. Küçük kardeşimin komşu çocuğuyla arkadaş olması nedeniyle çocuğa bakmakta olan kızı zaman zaman evimizde görmeye başladım. Ben o zamanlar 15 yaşındaydım, bakıcı olarak çalışmakta olan kız da herhalde benim yaşlarımdaydı. Ben, pek tanımadığım insanlarla konuşmazdım, hele bu insan bir bayansa selam bile veremezdim. Çünkü biz çok farklı bir şekilde yetiştirilmiştik. 

Ben bu kıza ilgi duymaya başladım. Yine bizim eve geldiği bir gündü çok az da olsa karşılıklı bir şeyler konuştuk, ama emin olun ne konuştuğumuzu şimdi hatırlamam mümkün değil. Akşamları çalıştığı evden ayrılarak evlerine gitmek üzere kullandığı dar ve patika yol, bizim evin yolun seviyesinden biraz yüksekte olan bahçesinin ihata duvarının bitişiğinden geçerdi. Ben evde olduğum her akşam, dar ve patika yolun bitişiğindeki bahçe duvarımızdan kızın eve gidişini izlerdim. O da benim tarafımdan izlendiğini bilirdi.

Nasıl oldu anlayamadım ama ben kendimi, o kızla  karşılıklı mektuplaşma ortamında buldum. Bu  mektuplaşma o kadar ileri gitti ki birbirimize resim,  mendil vs. göndermeye başladık. Hatta kız saçından bir  tutam keserek bana saçını bile göndermişti.  Mektuplarımızı da yine kızın çalıştığı evin beyinin ilk  hanımından ve arkadaşım olan çocuk getirip  götürüyordu. Biz karşı karşıya gelip, birbirimize  sevdiğimizi bile söyleyemedik. Ben bu aşkımı hep  "bizim aşkımız tertemiz, eli elime bile değmedi" diye tanımlarım. Hayatımda bu kızdan başka aşkım olmadı, ilk ve son aşkım da buydu zaten. 

Artık hem onun çevresi, hem de benim çevrem bu kızla olan aşkımızı öğrendi. Bizim aşkımız tertemizdi, eli elime bile değmedi; karşılıklı birbirimizle bir dünya kelamı bile etmedik. Bu mektuplaşma bir yıla yakın sürdü. Matematik dersinden başarılı olamadığım için, ortaokulu bitirip mezun olamadım. Tanıdığım bir marangoz atölyesinde çalışan bir arkadaşımın yanında çalışmaya başladım. Babam ise hala Almanya'da işçi olarak çalışmaya devam etmekteydi.

Ben, bu aşkın ne ona, ne de bana bir hayrının dokunmayacağına kanaat getirdikten sonra, ona uzunca yazdığım mektupta, artık bu mektuplaşma işine bir son vererek, karşılıklı birbirimize gönderdiğimiz resim, saç, mendil vs. emanetleri de iade etmemiz gerektiğini belirttim. Mektubuma cevaben yazdığı mektubun satırları, göz yaşları ile dağılmış bir vaziyetteydi. Bunlar bizim son mektuplarımız oldu ve ben ayrılmamız gerektiği konusundaki yazdığım son mektuptan dolayı çok vicdan azabı çekmiş ve çok üzülmüştüm. Ama bence doğrusu buydu. İkimizin biraraya gelmesi mümkün değildi ve boş yere kızın adı çıkacak ve onun hiç hayrına olmayacaktı. Ben böyle davranarak onu korumak istemiştim.

Rahmetlik annem de kızın birikmiş mektuplarını, saçını ve resmini kıza iade etmemi söyledi. Ben de tüm bu emanetleri paketledim ve çok samimi olduğum ve güvendiğim bir arkadaşım vasıtasıyla ona verilmesini sağladım. Herhalde o da bana emanetlerimi iade etti diye hatırlıyorum.

Yine bu blog sayfasının birinde "Bir Diploma, Bir Hikaye" başlığı altında ve iki bölüm halinde paylaştığım hikayemde anlattığım gibi ben daha 16 yaşımda iken, 1971 yılının Eylül ayında çalışmak üzere Almanya'ya babamın yanına gittim. İlk ve son aşkım olan kız ilkokul mezunuydu, ortaokulu okumak üzere, ortaokula kaydını yaptırarak öğrenci olduğunu çok sonradan duydum. Almanya'da iken okul adresine teyze kızına hitaben yazılmış bir mektup gönderdim. Mektubumun sonuna da bir not düşerek, "hala seni seviyorum." yazmıştım. Bu mektupla kızı yeniden ümitlendirdiğimin farkında olarak yanlış yapmıştım. O, bana bu mektubun karşılığını göndermedi olarak biliyorum. Gönderdiyse de elime mi ulaşmadı, bu konuyu net hatırlamıyorum. 

1975 yılında vatani görevimi ifa etmek üzere Almanya'dan döndüm ve 1977 yılında terhis oldum. 1971-1977 yılları arasında onu ne gördüm, ne de onunla karşılaştım. Ben artık o kızı tamamen unutmuştum. 1978 yılında evlendim. O yıllarda damatlar, gelin kızı ve arkadaşlarını saçlarını yaptırmaya kuaföre götürürler. 31 Temmuz 1978 günü ben de gelinimi ve arkadaşlarının saçlarını yaptırmak üzere kuaföre götürmüştüm. Kuaför tanıdık biriydi bazen içeride oturuyor bazen dışarı çıkıyor saçların yapılmasını bekliyordum. Hava almak için yine kuaför dükkanından dışarı çıkıyordum ki bir de ne göreyim, o ilk aşkım saçını yaptırma bahanesiyle kuaföre gelmiş ve dükkanın önünde karşılaştık. Birbirimizle hiç konuşmadık. O içeriye girdi ve bekleme koltuklarından birine oturdu. Ben daha hiç içeriye giremedim. Gelinin ve arkadaşlarının saç yapım işi bitince onları oradan alarak kuaför dükkanından ayrıldım. 

Eşime onunla bu karşılaşma olayını yıllar sonra anlattım. Şimdi siz hemen eşimin bu konudaki tepkisini merak edeceksiniz ama nasıl bir tepki gösterdi, emin olun şimdi ben bile hatırlamıyorum. Aşağıda okuyacağınız şiir, bu yarım kalan aşkı hikaye etmektedir.

AFFETMEM

Dillere düşmüş bu umutsuz sevdadan,
Bize hayır gelmez, bitsin istedim.
O mektubu yazmakla ben hata ettim.
inan seni her şeyden çok, ama çok sevdim.

Bizim aşkımız tertemizdi.
Eli elime bile değmedi.
Birkaç mektup, birkaç resim;
İşte, hepsi bundan ibaretti.

Elbet bir gün karşılaşırız.
Hal, hatır sorarız.
Havadan, sudan değil de;
Eskileri yad ederiz.

Geldiği zaman veda vakti,
Sarılırım ona bir kardeş gibi,
Ama bu sefer affetmem;
Tutarım, o tutamadığım eli.
 

Ben ona vefasızlık yaptım, ama o benim kiminle evlendiğimi merak etmiş olacak ki o gün kuaföre, gelinimi görmek ve benim kiminle evlendiğimi öğrenmek için geliyor ve gelini görüyor. Onun bu medeni cesaretini, hala beni unutmadığına ve merak etmesine bağlıyorum. Artık o da 31 Temmuz 1978 tarihinde aşkımızı bitirmiş olacak ki yıllar sonra ben de onun evlendiğini duydum. Belki hala içimde o aşkın kırıntıları duruyor olabilir. Ama ona ilk ve temiz aşkımdan dolayı sadece ilgi duyuyorum. Bu ilgi olmasaydı, yıllar sonra bu aşkı anlatan şiiri kaleme almazdım herhalde. 

Yorum Gönder

2 Yorumlar

  1. Yaaaa.....çok duygulandırıcı, çok naif, çok tatlı bir anıydı. Bu hem hüzünlü, hem güzel anınızı bizlerle de paylaştığınız için çok teşekkür ediyorum Recep Abi. Şiirde yazdığınız üzere (o mektubu yazmakla hata ettim demişsiniz ya) belki mektuplaşmayı bırakmasaydınız, kız 18'e gelince, siz de Almanya'dan dönünce de hâlâ duygularınız da aynı olunca belki evlenirdiniz ama demek ki, kısmet değilmiş.
    Selamlar, saygılar.

    YanıtlaSil
  2. Güzel bir yazı olmuş, aşk ta şiirde üstüne bal olmuş...

    YanıtlaSil

YORUMLARINIZ HEMEN YAYIMLANIR