Uğurlayamadıklarımız


İnternette dolaşırken İkinci Yeni'nin başarılı şairlerinden rahmetli Turgut Uyar'ın yine böyle bir banner üzerinde bu dizeleri ile karşılaştım. Ben de dizeleri oradan not almakla birlikte, Turgut Uyar'ın da internetten yukarıdaki resmini aldım ve bir program aracılığı ile ben de bu bannerı yaparak sizlerle paylaşmak istedim. Bu şekildeki çalışmaya teknik olarak ne ad verilir bilmiyorum, ancak ben en yakın banner ismini buldum. Eğer aranızda bu tür çalışmaya ne ad verildiği, ya da çalışmayı tanımlayabilecek birisi varsa, yorumlarında bahsederlerse çok memnun olurum. Çünkü, aynı zamanda bu tür çalışmaya ne ad verilir, doğrusunu da öğrenmek istiyorum.

Turgut Uyar'ın hayatı, kişiliği ve edebi yönüyle ilgili konulara değinmeden doğrudan dizeleri üzerinde yoğunlaşmak istiyorum. Umut, savaş, kaybediş, acı, yalnızlık ve hüzün hayatımızda öyle ya da böyle hep yer almıştır. Şair tüm bunları neden yaşamıştır? İçinden bir türlü uğurlayamadığı bir gideni olmuş ve tüm bunlar bu gidenin ardından yaşanmıştır. Gidene kal diyemediği için, onu gittiği yerden uğurlamak zorunda kalmış, ancak içinden bir türlü bu uğurlamayı yapamamıştır. İşte bazı durumlarda, dışımızdaki ben ile içimizdeki ben farklılık gösterir. Dışımızdaki ben çaresizliğe ve mecburiyete boyun eğer ve gideni uğurlamak zorunda kalır; ama, içimizdeki ben, canımızı acıtacak bu gidişe asla boyun eğmez. 

Milliyet Blog

Ben bugün ne yaptım biliyor musunuz? Milliyet Blog'da "yazmak" üzerine bir yazı yazarak paylaştım. İyi mi yaptım, kötü mü yaptım bilmiyorum, ama yazmak üzerine bir yazı yazarak paylaştım. Yazının dili biraz sivrice oldu, belki sürç-ü lisan bile etmişimdir. Ama ok yaydan çıktı bir kere, yazdım ve yayınladım. Söz konusu yazıyı  merak edenler için link adresi verecektim ama, sizleri uğraştırmamak için, yazı metnini aynen buraya taşıdım.

"Merhabalar. 

Şöyle bir Milliyet Blog sayfasını taradım, maşAllah, herkes yazıyor, yazıyor da yazıyor. Sonuç, hep aynı kalıyor. Yazdıklarımız, burada Milliyet Blog sayfasının köşelerinde kalıyor. Ses mi getiriyor? Hayır! O halde biz neye bu kadar emek verip, zamanımızı bu köşelerde israf ediyoruz. Yoksa, burası eli boşların mı yeri? Ya da "dostlar alış-verişte görsün" hesabıyla mı, ya da "adet yerini bulsun" babından mı yazıyoruz? Milliyet Blog'un editörleri kim bilir neler çekiyor bu yazdıklarımızdan? Aslında onlara da bir söz hakkı tanınmalı ve her editör tetkik ettiği yazı ya da şiire bir not düşebilmeli. 

O halde, neden yazıyoruz? 

İnsanoğlu varlığını belirtmek için, konuşma ya da yazma biçimlerinden birine başvurmak gereksinimini duyar. Bu gereksinim hangi etkenlerden doğar? Bir başka söyleyişle, yazmaya ve konuşmaya neden başvururuz? 

Kişisel zorunluluk, toplumsal zorunluluk, ve uğraşsal zorunluluktan dolayı başvururuz. Demek ki, Milliyet Blog platformunda ki yazarlar çizerler bu üç zorunluluktan dolayı yazıyorlarmış. Herkes kendini kontrol etsin bakalım, hangi zorunluluktan dolayı yazıyormuş. Belki de her yazar, bu üç zorunluluktan biri nedeniyle yazılarını kaleme alıyordur. Nitekim benim yazılarım öyledir. Şu anda kaleme aldığım bu yazıyı uğraşsal bir zorunluluk gibi görebilirsiniz. Ancak, içerisinde birazcık da toplumsal bir zorunluluk da var. Belki yazarlarımızın paylaştıkları yazılarının içinde her üç zorunluluktan dolayı kaleme aldıkları yazıları da olabilir... 

Konuyu özetlersek; Önce varlığımızı belirtmek için yazıyormuşuz. Yani "ben de varım" diyebilmek için. Daha sonra yazılarımız kişisel, toplumsal ve uğraşsal zorunluluklardan kaynaklanan gereksinimlerle biçimleniyormuş... 

Herkese, yazdıklarıyla ses getirecek şekilde, iyi yazmalar diliyorum. Selam ve muhabbetlerimle"

Belki şimdi diyeceksiniz, ne var ki bu yazıda?.. Yazımdaki giriş, internetteki web sitelerinin haber portallarındaki manşetler gibi oldu değil mi? Okuyan da "kıyamet kopuyor" sanacak, öyle değil mi? İnternetteki haber manşetlerine mutlaka bakmışsınızdır. Okuyucu heyecanlandırmak ve haberi takip etmesini sağlamak için ilginç ve alakası olmayan adeta şişirilmiş manşetler ile insanları nasıl da gaza getiriyorlar! Benimkisi de öyle bir yazı oldu herhalde. Neyse, bu konudaki düşüncelerinizi hiç çekinmeden açıkça paylaşabilirsiniz, tıpkı benim yaptığım gibi...