Merhabalar.

Bugünkü mektubumuzun konusu geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızda ve gençlerimizde görülen davranış bozukluklarıdır. İnsan hayatındaki gözlenebilen, kaydedilebilen ve ölçülebilen bütün etkinlikleri davranış olarak tanımlarız. Psikolojik anlamda davranışı ise, canlıların dış dünyaya karşı gösterdikleri her türlü bilişsel, duyuşsal ve psikomotor (bedensel-fiziksel) tepkilerin adı olarak tanımlayabiliriz.

Bir davranışın ortaya çıkabilmesi ise, her şeyden önce o davranışın öğrenilmesi gerektiği, dolayısıyla öğrenilmeden bir davranışın ortaya konamayacağından  bahsetmekle birlikte konunun daha iyi anlaşılması için, davranışın diğer üç boyutunu da ele almadan geçemeyiz. 

Bir davranışın ortaya çıkması için öğrenmenin dışındaki diğer üç boyutunu ele alarak incelediğimizde: Davranışın birinci boyutu olarak onun biliş süzgecinden geçip, organizma tarafından benimsenerek özümsenmesinin gerektiği; davranışın ikinci boyutu ise; bireyin öğrendiği davranışa karşı beslediği duygu durumudur. Bireyin öğrendiği davranışa karşı içerisinde beslediği; sevgi, bağlanma, hoşgörü, sabır, kararlılık, özgüven ve başarma arzusu gibi duygular, davranışın etkin ve kalıcı olup olmamasında önemli rol oynayabilmektedir. 

Davranışın bilişsel ve duyuşsal boyutu yanında bir de psiko-motor boyutu vardır ki; bir davranışın ortaya çıkması için ilgili organların gelişim olarak yeterli düzeyde olması ve biyolojik olarak kas ve sinirlerin, bilişsel ve duyuşsal boyutlarla koordinasyon içerisinde hareket edebilecek bir yapıda olması, pisiko-motor boyut açısından hazırlığı ifade etmektedir. Başka bir ifade ile istenilen bir davranışın meydana gelebilmesi için psiko-motor boyutla ilgili olarak, hem gerekli enerji ve fiziki uygunluk hem de beceri gerekmektedir. Sözgelimi organları gerekli olgunluk ve fiziki kapasiteye henüz ulaşamamış bir çocuğun araba kullanma davranışını göstermesi nasıl ki mümkün değilse; aynı şekilde gerekli egzersizi olmayan, henüz zihin-kas koordinasyonunu sağlayamayan bir yetişkinin de bu başarıyı göstermesi mümkün değildir. Dolayısıyla bilişsel ve duyuşsal boyutlarca onaylanan davranışın pratiğe dökülebilmesi için, psiko-motor boyutta da kişinin gerekli olgunluk ve beceri imkanına sahip olması gerekmektedir.

Buraya kadar davranış konusunda gerekli teknik bilgileri ele aldık. Şimdi gelelim ülkemizdeki acı tabloyu görmeye. Son yıllarda toplumda her gün daha da artan bir şiddet salgını var. Hayvanlara, çocuklara, kadınlara, doktorlara, öğretmenlere ve hatta trafikte kurallara uyan sürücülere yönelik...

Biri mezara biri cezaevine giden iki çocuğumuzla ilgili habere tanık olmuşsunuzdur. Henüz 12 yaşında bir kız çocuğu, sınavdan düşük not aldığı için kendisiyle alay ettiğini öne sürdüğü sınıf arkadaşı Fatmanisa Yürekli'yi okul tuvaletinde önce hortumla dövmüş, sonra da bıçaklayarak öldürmüş. Bu çocuk ne gördü ne yaşadı, kimden ne öğrendi de işi cinayete kadar vardırdı? Bu olayın nedenlerinden biri olarak toplumda yıllar içinde artan şiddet dili, şiddet içerikli bilgisayar oyunları ve yine şiddet içerikli dizi ve filmlerin olduğunu söylemek pekala mümkündür.

Bu tür şiddet olaylarında hep ölenin kurban olduğunu düşünmekle birlikte öldürenin de bir kurban olduğu gerçeğini gözden kaçırmıyor muyuz? Bu olayda biri mezara biri cezaevine giden iki çocuğumuz da işte bu salgının en masum iki kurbanı değil mi? Bu olayda ayrıca akran zorbalığı da var. Akran zorbalığına bıçakla cevap verilmesi gibi korkunç bir davranış sergileyen 12 yaşındaki katil zanlısı çocuk ve ailesi hakkında sosyal medyada acımasız yorumların yapıldığı da gözden kaçmıyor. Ancak, ölen kadar öldürenin de çocuk olduğu ve bu çocuğu yetiştirenin de sadece ailesi olmadığı gerçeği gözden kaçırılıyor. 

Çocukların zihni, hayatlarının ilk gününden itibaren, aileleri kadar yakın çevreleri; akrabaları, komşuları, mahalledekiler ve sonrasında tüm ülke tarafından şekillenir. Bu da demek oluyor ki, bu çocuğun kendisine yapılan zorbalığa böylesi uç bir tepki vererek, cinayet işlemesinde toplumun içinde bulunduğu ikliminin etkisi çok büyük.  Dizi ve filimlerdeki şiddet sahneleri, şiddet içerikli oyunlarla birlikte şiddet dilini benimseyen bir toplum var artık. Haliyle çocuk, daha erken yaşlarında kendisine yapılan bir haksızlığı ancak şiddet ile çözebileceğini öğreniyor ve bunun için cezalandırılmayacağını zannediyor.  

Televizyon, medya ve sosyal medyadaki şiddet içerikli yayınların çocukları saldırganlaştırdığını ortaya koyan yüzlerce araştırma var. Sigara ile kanser arasındaki ilişki neyse, şiddet ve toplumsal dil arasındaki ilişki de aynı. 

Toplum olarak şapkamızı öne koyup artık bir düşünme vakti gelmedi mi? Böyle acı olayların bir daha benzerini yaşamamak için önce bu şiddet dili ile zihniyetin değişmesinin şart olduğunu söylemekle birlikte müsaadenizle bir mektubuma daha son vermek istiyorum.

Selam ve saygılarımla.

Yararlanılan Kaynak: Hürriyet Gazetesi.