Almanya'ya İkinci Göç Dalgası

Her ne kadar Türkiye’den Almanya’ya ilk olarak 1957 yılında 150 kişilik bir işçi kafilesi gönderilmişse de,  resmi olarak 1961 yılında başlayan işçi göçünün ardından aradan geçen 50 yıldan sonra bu kez, Almanya’ya “donanımlı, nitelikli eleman göçünün” sağlanması amacıyla Almanya İşkur Başkanı Bundesagentur Für Arbeit Heinrich Alt ile Türkiye İş Kurumu Genel Müdürü Kemal Biçerli’nin 14 Ekim’de Almanya’da bir araya geleceğini gazetelerden okuyunca çok sevinmiştim. Çünkü ben de 1971 yılının Eylül ayında Almanya’ya işçi olarak gidenlerden biriydim.

Teknik dallarda, özel sektörde, hizmet sektöründe eleman sıkıntısı  yaşayan Almanya’nın, bu kez donanımlı eleman; yani hasta ve yaşlı bakıcı, teknisyen, tıbbı sekreter gibi ara mesleklerde çalışacak işçiler için Türkiye’den talepte bulunacağından bahsedilmesi beni epeyce heyecanlandırmış, bu bağlamda Türkiye’deki meslek lisesi mezunlarının Almanya’da çalışabileceği görüşüne de yer verilmesi, Türkiye’deki işsiz meslek lisesi mezunlarını da  sevindirmişti.     


Ne zaman ki, Almanya Başbakanı Angela Merker, Türkiye’den Almanya’ya “donanımlı, nitelikli eleman göçünün” başlamasına dönük girişimlere karşı çıktı, 50 yıl sonra Almanya’ya yapılacak 2. göçün umutları da böylece suya düşmüş oldu.


İLK KAFİLE 1961’DE GİTTİ

Almanya’ya ilk resmi Türk işgücü göçü, Türkiye ile Almanya arasında 31 Ekim 1961’de ‘Türk İşgücü anlaşması’nın imzalanmasıyla başladı, Yüzde 60’ı kalifiye olan Türk işçilerinden oluşan ilk kafile 1961 yılında Almanya’ya geldi. Almanya Tophane’de bir irtibat bürosu kurdu, Almanya’ya gitmek isteyenler bu büroya müracaat ediyorlardı. İşçiler İstanbul Sirkeci Garı’ndan trenlerle 3 günde Hamburg’a varıyorlardı. Almanya’daki yabancı işçi sayısı 1973’e kadar sürekli arttı. 1974 yılında Almanya yabancı işçi alımını durdurdu. Sadece Avrupa Birliği vatandaşları işçi olarak alınmaya başlandı. 1961’de işçi olarak giden Türkler, bugün Almanya’da işveren de oldular. 2010’yılında 100 bin Türk girişimci bulunuyordu.


İLK YOLCULUK 50 SAAT SÜRDÜ

26 Ekim 1961 tarihinde İstanbul Sirkeci Garı'ndan davul ve zurnayla yolcu edilen ilk Türk kafilesi 50 saatlik bir yolculuktan sonra 30 Ekim 1961 yılında Münih tren istasyonunun 11'nolu peronuna inmişti. Anlaşma çerçevesinde sadece ilk yıl Almanya'ya yaklaşık 1500 kişi çalışmak üzere gönderildi. 1973 yılında ekonomik kriz nedeniyle işçi alımı ilk kez durdurulduğunda Almanya'daki Türk işçilerinin resmi sayısı 650 bine ulaşmıştı. Bugün Almanya'daki Türk nüfus sayısı yaklaşık 2,9 ile 3  milyon arasında bulunmaktadır.


 YazBlogcu

Ankara Logosu














Danıştay Ankara kedisi logosunu iptal etti. Danıştay iptal kararı verdiğinde Ankara sokaklarında, sıklıkla dolaştığını gördüğümüz bir gözü mavi,  bir gözü yeşil bir kedi logosu vardı.


Danıştay'ın iptali üzerine mutasyon geçiren kedinin gözlerinin yerleri değişti, ergenliğe erişen kedinin bıyıkları çıktı. Kedide bıyık bilindiği üzere sinir sistemi ile bağlantılıdır ve iletilerin beyinle bağlantısını kurar. Ankara'nın bıyıklı kedili logosu yakında neye dönüşür bilinmez...


Ankara'nın Belediye Başkanı logoyla oynamayı pek seviyor, önce camili Atakule, sonra bıyıksız kedi, ondan sonra bıyıklı kedi... Danıştay bunu da iptal ederse, artık neli kedi Ankara'nın logsu olur bilinmez...


Ama bildiğimiz bir şey var ki, Ankara'nın logosuyla bu kadar uğraşmaktan 17 yıldır metroyu bitiremediği için Ulaştırma Bakanlığı'na devreden, fuzuli işlerle ilgilenen, akşam gördüğü rüyayı hayra yormayan yöneticilerle Ankara'nın hali nicedir.

Ankara'ya yakışan Hitit Güneşi logosudur, yılların birikiminin kültürünün bugüne taşınması, Ankara'nın kültürler coğrafyası olduğunun sembolüdür Hitit Güneşi...


Kıssadan hisse, "deveye sormuşlar boynun neden eğri, cevap vermiş nerem doğru ki"
Ankara'nın 17 yıldır neresi doğru ki, logosu doğru olsun... Kedinin suçu yok... Müsebbibi belli...

Kaynak: Sobe

Vazgeç Artık Kan Dökmekten

Silahlar yine kan kusmakta
Yürekler alev alev yanmakta
Hergün bir şehit haberiyle
Türkiye acılara uyanmakta.

Sen usanmadın öldürmekten
Biz de usanmayız ölmekten
Bu işin sonu nereye varacak
Vazgeç artık kan dökmekten!

Bu terör son bulacak birgün 
Sorulacak yapılanların hesabı
Kaçacak yer aranacak o gün
Kalmaz yerde şehidimin kanı.

YazBlogcu

Tuana


Torunum Tuana

Torunum Tuana

Torunum Tuana

Gecenin Masalı




















Simsiyah geceyi bozmakta yıldızlar
Bulutlar örtmüş mehtabı sinsice
Onun yerine ben varım bu gece
Gecenin siyahını ben bozacağım
Yıldızlar gibi imece...

Asmanın yaprakları perdeliyor
Yıldızların ışığını
Benim bile ışığım yetmiyor
Bozmaya gecenin karanlığını...

Bulutlar da geceden yana
Perdelemek için yıldızların ışığını
Oysa, ne güzel gecenin mavisinde
Titreyen parlak yıldızlar
Ve bulutların arasından göz kırpan 
Ayın ondördü dolunaylar...

Uzandım asmaların altına
Baktım yaprakların arasından yıldızlara
Uzattım ellerimi
Gecenin yıldızlarını tutmaya...

Bir masal gibiydi bu gece
Mehtaplı ve bulutlu
Yıldızlarda bulmaktı sadece
Bulamadığım huzuru...

YazBlogcu

Ahi Evran


AHİLİK TEŞKİLATI

Ahilik felsefesi, temelleri 12. Yüzyılda Kırşehir’de atılmış, daha sonra tüm Anadolu’ya yayılmış bulunan "dini-mesleki" karakterli kültürel, sosyal ve ekonomik bir oluşumdur. Ahilik kurumu mistik bir yol ve bir tarikat olmaktan ziyade sosyal ve ekonomik yönden işleyen; siyasal, askeri ve kültürel yönleri de bulunan bir dünya düzenidir. Başta mensupları olmak üzere, insanlar arasında dayanışma ve yardımlaşma kurmaya çalışmışlardır.


Ahilik, aynı zamanda sosyal hayat kadar ekonomik hayatı da yönlendiren günümüzde hala geçerliliğini koruyan, bugünün şartlarında bile bir çok ülkede sağlanamamış adaletli, verimli ve son derece güzel bir sistemi Türk toplumuna kazandırmış bir kültür'dür.

AHİ EVRAN

Ahi Evran, büyük velilerden olup, kelam, tefsir, tasavvuf, Şafii mezhebi fıkıh alimi ve aynı zamanda tabiptir. Anadolu’da Ahilik adlı esnaf teşkilatının kurucusu olan Ahi Evran’ın asıl ismi: Mahmud bin Ahmed el-Hoyi, künyesi Ebü’l-Hakayık, lakabı Nasirüddin’dir. 1171 (Hicri 567) senesinde İran’ın batı Azerbaycan taraflarında bulunan Hoy kasabasında doğdu.


Şems-i Tebrizi’nin şehid edilmesinden sonra Kırşehir’e (Gülşehir’e) yerleşti. Vaazlarındaki sadelik, herkesin anlayabileceği şekilde meseleleri izah ederek yazdığı kitaplar, kendisinde görülen kerametler, ahlakının güzelliği, dünya malına ehemmiyet vermeyip, yalnız Allahü tealanın rızası için çalışması, insanların sevgisini kazanmasına vesile oldu. Çevresine pek çok kimse toplandı. Herkesin korkarak kaçıştığı Evran ismindeki büyükçe bir yılanın kendisine itaat etmesi, herkesin gözü önünde bu kerameti göstermesi sebebiyle “Ahi Evran (yılanın kardeşi)” ve İslamiyete yaptığı hizmetlerinden dolayı “Nasirüddin” lakabı verildi.


"Ey Ahî (Kardeşim)! Alış veriş ilmini bilmeyen, haram lokmadan kurtulamaz. Haram lokma yiyen ise ibâdetlerinin sevâbını bulamaz. Zahmetleri hep boşa gider. Sonunda büyük azaba yakalanır ve pişman olur." Diyen Ahi Evran’ın nüfuzundan ve sevenlerinin çokluğundan korkan ve ne pahasına olursa olsun öldürülmesini isteyen Moğollar, bunun için Kırşehir emirine baskı yapıyorlardı. Nihayet Ahi Evran, 1262 (Hicri 660) yılında Kırşehir’de şehit edildi.


AHİ EVRAN SÖZLERİ

“Hak ile sabır dileyip,
Bize gelen bizdendir,
Akıl ve ahlak ile çalışıp,
Bizi geçen bizdendir.”

“Eline, diline, beline sahip ol. Kalbini, kapını, alnını açık tut.”
“Ahi’nin eli, kapısı, sofrası açık olmalı; gözü beli ve dili kapalı olmalı”
“Eşine, işine, aşına özen göster.”


“Harama bakma, haram yeme, haram içme. Doğru, sabırlı, dayanıklı ol. Yalan söyleme. Büyüklerinden önce söze başlama. Kimseyi kandırma. Kanaatkar ol. Dünya malına tamah etme. Yanlış ölçme. Eksik tartma. Kuvvetli ve üstün durumda iken, affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil ve kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.”

YazBlogcu

Eğitim ve Öğretim


2011-2012 eğitim ve öğretim yılı, 19 Eylül Pazartesi günü başlayacak. Bu yıl da ilköğretim okullarının 1. sınıfına kaydolan öğrenciler, küçük olduklarından dolayı okula alışmalarında bir sıkıntı ve problem yaşamamaları için, 12 Eylül 2011 Pazartesi gününden itibaren okullarına gitmeye başladılar.

Ben de bir hafta torunum ile birlikte okula gittim ve okullu oldum. Torunumun kaydını yaptırdığım okulun müdür kadrosu boş, henüz bir idareci ataması yapılmamış. Okulun doğru dürüst hizmetlisi yok, okul adeta dökülüyor. Ama sayın Milli Eğitim Bakanı okul kitaplarının yine ücretsiz dağıtılacağından bahsederek bu uygulamadan bakan olarak hükümetine bir pay çıkartmaktadır.

Bence öğrencilere ücretsiz kitap dağıtana kadar, okullara hizmetli atasınlar. Okulun temizlik, tertip ve düzeni, ücretsiz kitap dağıtmaktan daha önemlidir. İlköğretim okulu 1. sınıf öğrenci velileri okul kitabı için hadi en fazla 35.00 TL. harcasınlar, ama bir eğitim öğretim yılı boyunca sınıfa tutulacak hizmetli, okulun güvenlik görevlisi, tamir ve onarım vs. için belki her ay 50.00 TL. ödemek durumunda kalacaklar.

Hem Sayın Milli Eğitim Bakanı, hem de İl Milli Eğitim Müdürleri kayıt parası adı altında öğrenci velilerinden kesinlikle yardım toplanmayacağını ilan ede dursunlar. Okullarımızın her türlü ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar mı ki? Her türlü ihtiyacı karşılanmayan okul idaresi haklı olarak öğrenci velilerine yöneliyor ve onlardan maddi yardım talebinde bulunuyorlar.

Hani eğitimde fırsat eşitliği; her öğretim yılı başında tüm duyarlı veliler çocukları için en iyi okul ve en iyi öğretmen arayışı içindedirler. Velisi bulunduğunuz öğrenciniz istediğiniz okulun kayıt alanı içersinde ikamet etmiyorsa, o okula kaydını yaptırmanız mevzuat gereği mümkün değil ancak, okul idaresine yüklü miktarda el altından bir bağış yaptığınız takdirde, dilediğiniz okula çocuğunuzun kaydını yaptırabileceğiniz dedikodusu tüm veliler arasında hararetli bir şekilde konuşulmakta ve tartışılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk Devletidir. Bu bağlamda ilköğretim; kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır, ama sadece T.C. Anayasası'nın 42. maddesinde geçerlidir, uygulamada değil!

YazBlogcu

Bozkırın Yüreğinden



I

Ben pervane olmuşum kaleme
Yakarsa beni kalem yakacak!
Yazıklar olsun böyle düzene
Bu düzen böyle kalmayacak!

II

Benim sazım perdesiz olsun
Sazımın sesleri özgür olmalı
Perdeler sınırlamasın sazımı
Benim türkülerim hür olmalı.

III

Ölüm nedir ki bu dünya için
Ölüm kurtuluştur benim için
Benim korkum değil ölmek
Ölmek dururken ölememek.

Bu Dayıma Az Gelir


Duydum ki, iflas etmiş yeğenim Serkan
Akraba olmak kolay mı? koştuk hemen
“Nasıl oldu anlat sebebini , olalım derman”
“Az bir maddi kayıp, kesilmez ümit Allah’tan!“

Eşi, dostu, çevresi koştular hemen yardıma
Biz kale gibi arkandayız, sakın kıyma canına
Herkes elinden ne geldiyse yaptılar şanına
“Varımız yoğumuz helal olsun!" dediler Serkan’a.

Serkan benim yeğenimdir, ben de onun dayısı.
Ankara Ulus’ta kuyumculuktu ekmek kapısı
Abdestli namazlıydı yeğenim, yoktu gayrısı
Ama hırs bürümüş gözünü, kötüymüş sevdası.

Yeğenim Serkan’ın kılavuzu eniştesi Martin’dir
Vicdan, merhamet arama kendisi sözde mafyadır
Çıkar ve menfaat için adam harcamaya bayılır
İşte bu da bizim eniştemiz akrabadan sayılır.

Enişte kayın oturdular bir senaryo yazdılar
Kimler yok ki, bu senaryoda; ağabeyler, dayılar
Borçlu şirketi devrederek işe benden başladılar
BU DAYIMA AZ GELİR diye iki de çek imzalattılar.

Bir dayı daha vardı ki ona evini sattıramadılar
Ama ağabeyi oyuna getirip, senetleri imzalattılar
Son giderayak bir bilseniz kimlere kazık attılar
Eş, dost, akraba, demediler, acımadan yaktılar.

Zamanı gelmiş, yeğenim Serkan edecek firar
Dükkana ödünç alınan altında kılmışlar karar
Memleketi terk ettiği gece dükkana dalmışlar
Dükkanın kalanını, o gece paylaşmış akbabalar.

Dükkanın bir postu kaldı, borçlarına mukabil
“Dayı satınca biz öderiz borçları, sen olma sefil”
Sonradan kurulan paravan şirket bu işe dahil
Eniştenin eli orda da var, biz kaldık yine gafil.

Çare olur diye bekledik, dört gözle hacı yolunu
Vicdansızmış bu hacı, bulamadık umduğumuzu
Bu öyle bir dert ki, hastanede aldık soluğumuzu
Yüce Mevla’m hayırlara tebdil eylesin sonumuzu.

YazBlogcu

Ekmek


Hepimizin savaşı
İnsanların kavgası
Ekmek değil midir?
Nefsimizin tasası.

Toprağa düşerken tane
Yağmurla şenlenir hane
Bire on verirse başaklar
Kalmaz kimsede bahane.

Fırından gelir kokusu
Camlara vurur buğusu
Ekmeğimizi kaybetmek
Hepimizin korkusu!..

YazBlogcu

Affetmem


Gök gürültüsü doldu, bulanık gecelerime
Yağmurlar şakradı, gönül pencereme
Yalnızlık bir çare ki, kanayan yüreğimde
Çilesini çekiyorum şimdi;
O zalimi sevsem de, sevmesem de.

Bizim aşkımız tertemizdi.
Eli elime bile değmedi.
Birkaç mektup, birkaç resim;
İşte, hepsi bundan ibaretti.

Elbet bir gün karşılaşırız.
Hal, hatır sorarız.
Havadan, sudan değil de;
Eskileri yad ederiz.

Geldiği zaman veda vakti,
Sarılırım ona bir kardeş gibi,
Ama bu sefer affetmem;
Tutarım, o tutamadığım eli.

Recep Altun

Küçük Düşünme


Yine bozguna uğradı yüreğim
Bir türlü ruhumla barışık değil
Üst üste gelirken tüm dertlerim
Gönül kalkanım elimde değil.

Değerler heba olurken önümde
Ben geçmişimden utanıyorum
Bu nasıl akrabalıkmış böyle?
Ben söylemeye arlanıyorum.

Ben düşünmedim asla küçük
İnsan, insandır benim yanımda
Sen illa ki düşünüyorsan küçük
Bunun kabahatini kendinde ara.

Maksadın değilmiş üzüm yemek
Senin maksadın bağcıyı dövmek
Deş bakalım önüne, ocağın külünü
Sen de göreceksin, bir gün gününü.

YazBlogcu