Serkanname


“Allah hiçbir kuluna, böyle şiir yazdırmasın!”

Boynu bükük bıraktık ecdadı memlekette,
Düştük de geldik, ne varsa, çocukların peşine,
İsteyerek gelmedim, yemin olsun şerefime,
Çekecek çilemiz varmış, razı olduk kadere.

Eşi, dostu, akrabayı, kırmadım bu güne kadar,
Hep kendimi üzdüm, hep kendime ettim keder,
Mehmetçik gibi her şeye, ettim göğsümü siper,
Yaratana isyan olur diye, demedim artık yeter!

İnsanlara güvendik, bildik kendimiz gibi,
Öyle bir suya girmişiz ki, görünmez dibi,
Beyhude bekleme, kimse uzatmaz elini,
İnsanlık bitmiş, kalmamış acıma hissi.

Nankördür, bu insanoğlu uyar nefsine,
Hep ocağın külünü deşer kendi önüne,
Aman el uzatılmasın, onun bade keyfine,
Yazıklar olsun, böylesinin onur ve şerefine.

İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır.
Muhtaca yardım etmek, insanın şanınadır.
"Düşene bir de sen vur!" diyorlar, bu ne vicdandır?
Hangi devirde yaşıyorsun oğlum, bu ne zamandır?

Kandırdılar da beni, attılar borç batağına,
Bu ne vicdan, bu ne haysiyet, zulümdür bu insana,
Ne Allah’tan korkar, ne de kuldan utanır, kıyar sana,
Bilmez ki, geçici bir oyun ve oynaştır bu dünya.

Be hey garibim kime söylersin bunları,
Kim dinler seni, kime anlatırsın bu olanları,
Sana da bir kulp takarlar, "vardır bir çıkarı",
Elinden bir şey gelmez, Allah sorsun hesabını.

Bir Recep ayının, Cuma günü doğmuşum.
Ben kendime hak yolunu seçmişim.
Akrabaya, eşe, dosta yardım ederek,
Ben de bu dünyanın oyununa gelmişim.

Nesli tükenmiş türümün son örneğiyim,
Allah bana verse, ben paylaşmayı severim.
Alacağıma serçe, borcuma da şahinim,
Elden bir şey gelmiyor, böyleymiş kaderim.

Bu şiirin adını koydum Serkanname,
Gözünü hırs bürümüş, her şey bahane,
Hem çevresine yazık etti, hem de bana,
Bilmez mi ki, kimseye kalmaz bu dünya?

YazBlogcu/2005

Elibebekli Efsanesi


Kırşehir ili Kaman ilçesine bağlı Ömerhacılı köyünün tarihini incelediğimizde; Milattan 2000 yıl kadar önce Asurlular, Hititler, Urartular ve Frig’lerin bu topraklar üzerinde hüküm sürdüğü anlaşılmaktadır. Bütün Anadolu gibi Ömerhacılı da çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş bir yöremizdir. 1071 yılında Alpaslan’ın Bizanslara karşı yaptığı Malazgirt savaşından sonra 1077 yıllarında kurulan Anadolu Selçuklu Devleti himayesine katılmıştır.

Elibebekli'nin Bir Başka Konumdan Görünümü (Foto:Kazım Göçmen)


1528 yılında Kırşehir ve çevresinde Kalender adında bir tarikatçının başlattığı isyanlardan sonra, yöre halkının birbirlerine destek olmak ve birbirlerini kollamak ve korumak amacıyla birleşerek köy yerleşim birimine geçtiği sanılmaktadır. 1954 yılında belediyelik olan köy halkının çoğu Ankara’da olmak üzere diğer vilayetlere yerleştiği görülmektedir.

Elibebekli (Foto:Kazım Göçmen)

Kırşehir’in Kaman ilçesine 15 km. uzaklıkta olan Ömerhacılı kasabasına girmeden yolun sol tarafında bulunan Baran Dağları üzerinde biri büyük, biri küçük kucak kucağa duran iki tane dik kaya göze çarpmaktadır. Bu kayaların etrafında da irili ufaklı birçok kaya bulunmaktadır. Bu kayalarla ilgili derlenmiş üç ayrı efsane bulunmaktadır.

Elibebekli (Foto:Kazım Göçmen)
                                                                                 
Yöre halkından çiftçilikle uğraşan Süleyman Aytok’tan 26.05.2006 tarihinde aldığı bilgileri derleyen Saliha Şal’a göre; Ömerhacılı ’da namusuna düşkün çok güzel bir kadın yaşamaktadır. Bir tane çocuğu olan bu kadını seven, fakat beraber olamadığı için ona düşman kesilen bir adam vardır. Bir gün, kocasının yokluğunu fırsat bilen bu düşman, çocuğuyla beraber tarlaya giden kadını yolda sıkıştırır. Kovalamacadan sonra uçurumun kenarına gelen kadın, “Allah’ım, ya beni taş et, ya da kuş et!” diye Allah ’a yalvarır. Duası kabul gören kadın, orada çocuğuyla beraber taş kesilir.

Kuşkalesi (Foto:Kazım Göçmen)

Yine yöre halkından Ömerhacılı Belediyesi Yazı İşleri Müdürü Doğan Adıgüzel’den 10.05.2006 tarihinde aldığı bilgileri derleyen Gülşen Selçuk’a göre: Baran Dağları üzerinde yer alan Kuş Kalesi’nde yaşayan beyin arazisine, izinsiz girmenin cezası ölümdür. Köyden bir gelin, çocuğu ve kaynanasıyla bir gün Baran Dağlarına odun toplamaya çıkar ve farkında olmadan beyin arazisine girer. Beyin adamları onları görünce, kovalamaca olur ve sonunda kaynana öldürülür. Gelin bir taraftan kucağında çocuğuyla kaçarken, bir taraftan da yakalanacağından korkarak “Allah’ım, beni bu zâlimlerin eline düşüreceğine ya taş et, ya da kuş et! ” diye dua eder. Duası kabul olunan gelin, orada taş kesilir.

Kuşkalesi (Foto:Kazım Göçmen)

Asıl üçüncü efsane ise biraz daha mantıklı bir hikayedir. Bu hikaye de Kaman ilçesi Köseoğulları Eşrafından 1922 doğumlu terzi Aziz Altun'dan nakledilmiştir. 

23 Ağustos1921′ de başlayan ve 12 Eylül 1921′ de sona eren ve 22 gün 22 gece sürerek dünya meydan savaşları içerisinde en uzun süreli olan Sakarya Meydan Savaşı esnasında; amacı Ankara’ ya girerek Milli Mücadelenin merkezini dağıtmak olan Yunan saldırısına karşı, Haymana’nın Kaltaklı mıntıkasını korumak üzere 24.Tümen ve 47. Alaydan gruplar oluşturulmuştur. 24 Ağustos’ ta muharebe 90 Km. lik bir cephede hakiki şiddetine ulaştığında, o zamanlar top seslerinin Ömerhacılı kasabasının eteğine yaslandığı Baran dağının yüksek yamaçlarından duyulduğu söylenir. 

Efsaneye göre; Erini Kurtuluş Savaşına gönderen bir kadın, o günlerde kucağında çocuğu ile birlikte koyunlarını Baran dağı yamacında otlatmakta iken, Türk birlikleri ile Yunan birlikleri arasındaki şiddetli çarpışmalar esnasında, Haymana yakınlarında atılan top seslerini duymakla birlikte düşmanın çok yakınlara kadar geldiğini zannederek, Mevla'sına: “Allahım beni düşman eline koyma, ya beni taş ya da kuş et” diye dua ettiği, Cenab-ı Allah’ın da kadının duasındaki birinci seçeneğini kabul ederek onu kucağında çocuğu ve etrafındaki koyunları ile birlikte taş ettiği söylenir. Çok uzaktan bakıldığında gerçekten kucağında bebeği ve etrafında koyunları olan bir kadını andıran kayaya yöre halkı “Elibebekli” adını vermiştir.

Araştırma: Recep Altun

Bir Yudum Sevgi


Keyfim tıkır, çaydanlığım çıtır
Kaynıyor ocağın üstünde tıkır tıkır
Bir çay demledim ki, tam tavşan kanı
Doldurmuşum ince belli bardağıma
Penceremden yalvarıyor dolunay
"Ne olur, bir bardak ta bana!.."

Ne oldu sanki, ne var bu kadar üzülecek?
Korkmayın, daha ne günler var görülecek!
Bakın dolunaya, var mı hiç tasası
Nasıl da gülümsüyor bize yüzünün sarısı
İnce belli bir bardak çaydır, onun sevdası

Gelin pencereme size de ikram edeyim
Dertlere deva, tavşan kanı demli çayımdan
Kim umduğunu bulmuş ki, bu acımasız hayattan
Bir yudum sevgi misali, yudumlayın çayınızdan
Keyfini çıkarmaya bakın, ince belli bardaktan

Recep Altun

Dost Kapısı

Labirent gibidir insanın yapısı
Her canlının vardır bir kapısı
Akıl kapısı, gönül kapısı
Vardır bunun dahası...

Kapılar vardır, kapalıdır
Bulursanız kolunu kapının
Bir yolu vardır
Her kapalı kapıyı açmanın.

Çaldım bir gün dostun kapısını,
Serdi bana kırmızı halısını
Ben basmaya kıyamadım ama
O bastı beni bağrına…

Recep Altun

Son Mektup

Kırdım kalemi bu son mektupta
Yazacak bir şey kalmadı gibi…
Dostlarımı bırakmamak için yarı yolda
Yine sıkıntıyı ben çekeceğim gibi...

Hepimizde bir yürek, bir de nefis var
Kimimizde doymak bilmeyen bir hırs var
Eğer, o da nasip olursa, kimbilir
Götüreceğimiz cepsiz bir kefenimiz var.

İki bin beş yılının on dört ekimi
Ben peynir ekmekle yemişim aklımı
Sana mı düştü tutmak, düşenin elini
Bir tekme de sen vuraydın be hey deli.

Vurmuşlar açıkgözler, sırtımıza semeri
Dayanabilmek için sıktık mecbur kemeri
Hesaplasan belki  beş kuruş değil ederi
Çok çabuk unutuyorlar, verilen sözleri.

Daha arabanın arkası çıkmadan virajdan
Önü hemen bir başka viraja giriyor.
Ne zorluklarla tırmanırken yokuşlardan
Bir türlü düzlük, görünmeyi bilmiyor.

Sabretmekten başka çare kalmadı
Boş kaplar dolmadı, dolular almadı
Hergün yalvarırım Cenab-ı Hakk'a
Şu perişan halime bir türlü acımadı.

Bir daha yazabilir miyim bilmiyorum
Herkese,  halını hatırını soruyorum.
Bilmeden kim bilir, kimleri küstürüyorum
Bana kızıp, küsenlerden affımı diliyorum.

Recep Altun

Aksilikler Yakamı Bırakmıyor!


Sevgili Blogger Arkadaşlarım!

Bir haftaya yakın oluşturduğum yeni Google hesabımla birlikte bloglarımı sorunsuz bir şekilde kullanırken, Google Hesabım "Geçici Olarak Devre Dışı Bırakıldı".  Bir doğrulama mesajı gönderilmek üzere benden cep telefonumun numarası isteniyor. Cep telefonumun numarasını verirsem, doğrulama işleminin akabinde hesabımı yeniden açıyor, yoksa hesabı kullanamıyorum.  Ben, cep telefonu kullanan biri değilsem, ya da cep telefon numaramı vermek istemiyorsam ne yapmam gerekiyor? Tanıdık birinin cep telefonuyla da bu iş olur mu,  olmaz mı bilmiyorum? Bildiğim tek şey : "Alın hesabınızı başınıza çalın!" diyorum ve büyük bir öfke ile tüm hesabımı siliyorum ve Google'u terk ediyorum.

Artık, Google'un bu tür davranışlarına alıştım, cep telefonumun numarasını veriyorum, cep telefonuma 6 haneli bir doğrulama kodu gönderiyor, ben de bu kodu Google hesabımın açıldığı giriş penceresindeki ilgili yere yazıyorum ve hesabım yeniden aktif ediliyor.

Bilginiz olsun.

Ben Çocuktum

Yıldızlar mı sarhoş, yoksa ben mi?
Yoksa, rüzgarla sallanan yeşil dallar mı?
Denizime ne olmuş böyle?
Yoksa, sarhoş olan dalgalar mı?
Ben işin içinden çıkamadım!
“Bir zahmet üstat bakar mı?”

Ben çocuktum daha, belki altı yaşında…
Sabah olur, herkes ayakta,
Kimi kahvaltıda,
Kimi çoktan düşmüş olur yollara.

Ben çocuktum daha, belki altı yaşında…
Benim işim gücüm oyun, biliyor musun?
Oynarım ben, yağan yağmurun altında,
Kimse sormaz bile, “ıslanıyor musun?”

Ben çocuktum daha, belki altı yaşında,
Çeliğim, çomağım, çemberim, topaçım,
Ayağımda kilteli naylon ayakkabım,
Öğleye doğru koşarım eve, “ben açım!”

Ben çocuktum daha, belki altı yaşında…
Gözüm kalırdı hep, tarhana aşında,
Oyunda atılan taşın izi kaldı kaşımda,
Benim aşkım da yoktu, cüzdanım da!
Ben çocuktum o zamanlar, altı yaşında…

YazBlogcu

Değirmenden Mektup Var



Hayat bir un değirmeni,
Döner taşları Allah deyi,
İki taşın arasındaki;
Ezilir her derde deva deyi.

Yalan dünyaya ne diyeyim,
Güle, bülbüle ne söyleyim,
Kimselere gücüm yetmez,
Gücümü kendime yetireyim.

Kul Receb’in yüreği yanar,
Söylediği hep kendine zarar,
Vermek gerekirse bir karar;
O, Hakk'ı diler, Hakk'ı arar...

Recep Altun