Öğretmenim

Tüm Öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü'nü Kutlarım.

"Tüm Öğretmenlerimize İthaf Olunur."

ÖĞRETMENİM

Ne horozlu şekerim
Ne de paslı çemberim
Defterim, kalemim
O benim öğretmenim.

Alfabemde hece hece
Rüyalarımda her gece
Her gün bizlere imece
Sever bizi öğretmence.

Çarpan yüreklerimize
Kanayan dizlerimize
Dönmeyen dillerimize
Sevgi katar sevgimize.

Onun adı öğretmendir
Her derdimize çaredir
O kanatlı bir melektir 
Yeri gelir, bir annedir.

Ona,  Allah sabır vermiş
Gönlüne merhamet vermiş
Çocukları sevsin diye
Kocaman bir yürek vermiş.


Recep Altun

Yaşlı Ceviz Ağacı

Fotoğraf: Recep Altun, Kaman'dan
Kaç yaşında bilmiyorum ama, yaşlı ve beli bükülmüş bu ceviz ağacının mutlaka bir hayat hikayesi olmalı. Belki merak edeceksiniz, bu yaşlı ceviz ağacı kimin bahçesinde diye? Bence kimin bahçesinde olduğundan daha çok bakımsızlıktan ve ilgisizlikten beli bükülmüş bu yaşlı ceviz ağacına sormak gerekir, "Bu kadar erken, sen bu hale nasıl geldin?" diye.

İşte tüm canlı varlıklar, bu ceviz ağacı gibidir. Eğer onlara karşı ilgisiz, sevgisiz ve kayıtsız olursanız onlar da böyle erkenden yaşlanır ve çöker giderler. Fotoğraf karesinin üzerine çift tıklayarak fotoğrafı orijinal çözünürlüğüne getirirseniz bu yaşlı ceviz ağacını daha yakından inceleme ve tanıma fırsatı bulabilirsiniz.

Cevizin Kaman için ne demek ve nasıl kıymetli bir meyve olduğuna ve ceviz ağaçlarının korunması ile ilgili yasaya değinmeden, sadece bu ağacın hikayesini dinlemek için fotoğraf karesini okumaya başlayalım. Bu arada rahmetli Cem Karaca'nın bir de ceviz ağacı ile ilgili "Ben Bir Ceviz Ağacıyım Gülhane Parkında" isimli bu güzel şarkısını hatırlatmadan geçmek istemiyorum. Bu şarkıyı hiç dinlememiş olup, merak edenlere öneririm, mutlaka en azından bir kere dinlesinler.

Ben de bir zamanlar sizin gibi genç, görkemli ve bakımlı ve her sene dolu dolu meyve veren bir ceviz ağacıydım. Sahibim aşılarımı yaptırır, kuruyan dallarımı keser ve beni sulardı. Ben de hayat bulduğum bu yerin dört bir tarafına ceviz dolu dallarımı uzatırdım. Geceleri yıldızların ve ayın ışığı altında uyumayı, bahar yağmurları ile yıkanmayı ve rüzgarlarla sohbet etmeyi çok severdim. Baharla birlikte diğer ağaçlar gibi ben de uyanmakla birlikte dallarımdaki tomurcuklarımı patlatır, yaprağa ve ardından da çiçeklere dururdum. Eğer soğuk alıp üşütmezsem, sahibim de aşılarımı zamanında yaptırırsa o sene o kadar çok cevizim olurdu ki, ben de sahibim de çok mutlu olurduk.

Yıllarca ben de sahibim de çok mutlu ve güzel günler yaşadık. Günler haftaları, haftalar ayları, ve aylar da yılları kovaladı durdu. Ne zaman ki sahibim öldü, onun yokluğuna dayanamadığım gibi; evin diğer aile fertleri bana ne ilgi, ne sevgi ve ne de şefkat gösterdiler. Sahibimi kaybetmemin üzüntüsünden ve bakımsızlıktan gövdem ve dallarım kurudu, belim çöktü. Her ne kadar bahar aylarında, ben de diğer ağaçlar gibi uyansam, dallarımda yapraklarım ve çiçeklerim açsa da hiç bir şey eskisi gibi olmuyordu. Bakımsızlıktan ve ilgisizlikten dolayı gövdem ve dallarım kuruyor, aşılarım yapılmadığı için meyveye duran tek tük cevizlerim de kurtlanarak çürüyordu.

Artık tamamen kökümden kesilerek, sobalarda ya da fırınlarda odun olarak yakılacağım kaçınılmaz sonu beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. Bir gün bu acı sonun kapıma dayanacağını bilmenin verdiği keder ve üzüntünün bir an önce son bulmasını istiyordum.

Acaba bizler de dar-ı bekada tekrar hayat bulacak mıyız diye merak edip dururken, beklenen o gün geldi ve çattı. Benimle birlikte diğer tek tük çalı ve ağaçları da kestiler ve odun olmak üzere birine verdiler. Artık ben de diğer canlılar gibi ölümün acısını tattıktan sonra, hesap günü tekrar hayat bulmak üzere berzah alemine doğru yola çıkarıldığımı görünce ne kadar sevindiğimi anlatamam. Çünkü, yaşamım boyunca birlikte olduğum her şeyle benim de bir hukukum vardı. Dehr-i alemde uğradığım haksızlıklar sonucu, mağduriyetimin giderilmesi adına, haklarımın iade edileceğini bilmek kadar; beni mutlu eden daha güzel ne olabilirdi ki?

Recep Altun, 13.11.2017, Ankara

Atamızı Anıyoruz

Her Fani Gibi 79 Yıl Önce Ebediyete İntikal Etmiş; Ama Manevi Varlığı, Düşünceleri Ve Kutlu Vasiyeti Tertemiz Millet Vicdanında Bayrak Gibi Dalgalanmaktadır.
Atamızı Rahmetle, Özlemle ve Saygıyla Anıyoruz.

Yaşasın Cumhuriyet!

Bugünkü iktidar sahipleri varlıklarını Cumhuriyete borçlu olmakla birlikte, Cumhuriyet başta olmak üzere bütün milli bayramlarımız olabildiğince unutulmaya terk edilmek isteniyor. Milli şuuru zayıf düşürmek, milli bütünlüğü güçsüz hale getirmek ancak bu tip gayretlerle gerçekleşir. Cumhuriyet'in ilanı kolay olmadığı gibi, korunması da güç oluyor.

Milli Mücadele başlangıcında Mustafa Kemal’in “Milletimizin içine düştüğü bu feci durumdan yine kendi iradesi kurtaracaktır.” beyanının bugün içinde geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Milli Mücadeleyi bütün gerçeğiyle anlamak ve anlatmak, Türkiye Cumhuriyeti evlatlarının emperyalizmin oyunlarını bilmeleri için şarttır. Ne yazık ki bugün Türkiye’de Tarih dersi adeta müfredattan kaldırılıyor. Tarih bilgisi kültür kimliğinin temelidir. Kültür kimliği güçlendikçe tarih şuuru gelişir. Tarih şuuru olmadan yaşanan zaman içindeki olayları anlamak mümkün değildir.

Atatürk'ü ve bütün silah arkadaşlarını, Cumhuriyet yolunda şehit düşen kahramanlarımızı,  rahmet ve minnetle anıyoruz. Ülkenin her bir tarafından hep birlikte "Yaşasın Cumhuriyet!" diye haykırıyoruz.

Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Onun liderliğinde Cumhuriyet’in kuruluşunda görev alanların hatıralarını saygıyla yad ediyorum. Büyük milletimizin, esenlik içinde nice Cumhuriyet Bayramlarını idrak etmesi dileğiyle Cumhuriyet Bayramını kutluyorum.

Aşık Veysel

Uzun ince bir yolun sonunda; sadık yarinin kara toprak olduğunu söyleyen, Büyük Türk Halk Ozanı Veysel ŞATIROĞLU'nu rahmetle, saygıyla ve sevgiyle anıyoruz.  Ruhu Şadolsun.

Böyle Buyurdu Muhammet!


Adım Muhammet. On dokuz yaşındayım. Atık kağıtlar topluyorum ve Kızılay`dan Ulus`a kadar üç kez yürüyerek gidip geliyorum her gün. Beş arkadaşımla kalıyorum iki göz odalı bir evde. Onlar atık kağıt toplamıyor; Mevlüt inşaatta çalışıyor mesela, Hüseyin halde hamallık yaparken, Sidar ve Yunus ayakkabı boyacısı. Aramıza bir arkadaş daha katıldı. Adı Abbas. Çalışmıyor o, diyaliz hastası. Abbas`a biz bakacağız.

On üç yaşından beri kağıt topluyorum Ankara`da. Niğdeliyim. İlkokula başladığım yıl geldik Ankara`ya. Ortaokulu bitirebildim yalnızca; hep takdir alarak geçtim sınıfları. Liseye yazdırmadı babam; sokağa saldı beni çalışıp da işe yaramam için. O gün bugündür sokaklardayım; çizgili, çizgisiz, kareli, beyaz ve rengarenk kağıtlar, kartonlar topluyorum.

Çalışmaya başladığım yıl babam terk etti bizi. Kumar borcu vardı; çekti gitti bir sabah erkenden. Ben geçindirdim evi. Annem severdi beni, “aslan oğlum” derdi. Yanaklarımı okşardı bazen. Babam gideli dört ay olmuştu; komşular bir adam bulmuşlar anneme. Kumar oynamazmış, namazında niyazında bir adammış. Eşi vefat etmiş. İki kızı varmış adamın. Anneme demiş, “sen kabulümsün, çocukların da kabulüm ama Muhammet olmaz!” Şaşırmış annem, “niye olmazmış Muhammet, o da benim çocuğum” demiş. “İki kızım var; biri on iki yaşında, biri on dört yaşında. Caiz değildir, Muhammet`le kızlarımın aynı hane içinde olması” demiş adam. Üç kız kardeşim vardı ve çok düşkündük birbirimize. Annem için kolay olmadı karar vermek. Oturttu beni karşısına bir gece. “Bak Muhammet” dedi, “seni asla bırakmayacağım, ama bir süre dayınlarda kal oğlum.” Sarıldı bana; o ağladı, ben ağladım…

İmam nikahı kıyıldı, dayımlara geçtiğimin ertesi günü. Haftasına kalmadan annemi, kızlarını ve kardeşlerimi alarak memleketine götürmüş adam, Kastamonu`ya. Dayım dedi, “annenin emanetisin bana, burası senin de evin. Arada bir gelip kalabilirsin Muhammet!

On üç yaşındaydım, bana kalacak bir yer de ayarlamamıştı dayım. Komşulardan, akrabalardan kimse demedi bana, “sana yardım edelim” diye. On üç yaşındaydım, Ankara`daydım, bir başınaydım…

Altı yıldır görmedim annemi ve kardeşlerimi. Bir çok kez niyetlendim Kastamonu`ya gitmeye. Dedim, “kovar beni o adam; göstermez bana ailemi.” Anneme küsüm; istese bana ulaşabilirdi diye düşünüyorum. Çok özlüyorum kardeşlerimi; Hülya`yı, Havva`yı ve Hanife`yi… Domino oynardık dördümüz. Ben bir kere bile kazanmadım; “çocuk onlar, sevinsinler” derdim. Ben de çocuktum oysa…

Yürürken, kağıt toplarken, sabahtan akşama bitap düşene kadar çalışırken hep yüzlerini seyrediyorum insanların. Mesela, sevgililer geçiyor yanımdan ve erkekler beni görünce daha bir ötemden geçirtiyorlar kadınları. Erkekler, kadınlar, muhafazakarlar, devrimciler, hippiler, İbo dinleyenler, Metallica dinleyenler, Kafka okuyanlar, dua kitapları okuyanlar, türbanlılar, mini etekliler, herkes öyle sevgisiz bakıyor ki bana; öyle incitici, öyle hoyrat olabiliyor ki herkes…

İbo`yu bilmeme şaşırmadınız, ama Metallica`yı ve Kafka`yı biliyor olmam ilginç gelmiştir size belki. Olgunlar Sokak`taki seyyar kitapçılardan kitaplar alıyorum. Milena`ya Mektuplar`ı okudum Kafka`dan, diğerlerini de okuyacağım. Birçok kitap okuyacağım ben; Nietzsche`nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabını çok merak ediyorum mesela, bir de Oruç Aruoba`nın şiirlerini. Keşfetmem, okumam, sorgulamam gereken öyle çok yazar, hikaye, roman ve şiir var ki…

Kitapçılar bile önyargılı bana; emeği, vicdanı, barışı savunanlar bile beni gördüklerinde kıyıcı sözler söyleyebiliyorlar ve eminim onlara ürkütücü geldiğimden.

İkinci el kasetlerim var; Metallica kasetim de var, Fikret Kızılok kasetim de. Annem, beni dayımlara yollarken teybi bana verdi,”sıkıldıkça müzik dinle, ama sesini kıs ha” dedi. Şimdilerde teybi son ses açıyorum Metallica`yı dinlerken!

Adım Muhammet. On dokuz yaşındayım. Beni nefretle bakarken göremezsiniz; kabalaştığıma, etiketler koyduğuma, yaftaladığıma şahit olamazsınız. Bir anlama çabam var; kendimi, annemi ve sizi. Bir öğrenme çabam var; yeryüzünü, doğayı ve evreni. Yazmaya da başlayacağım; sevgisizliği yazacağım önce çöp kutularından topladığım kağıtlara ve sevgisizliği yazdığım kağıtlar geri dönüşüme gidip sevgi olarak dönecek aramıza. Sevgi`li insan dostlarım olacak kağıtlarda diriliveren; sevgiyle var olan canlar, kardeşler, halklar…

Kendimle ilgili bir çok projem var. Mahkemeye başvurup adımı değiştireceğim. Ali Haydar mı olsa adım diye düşünüyordum, vazgeçtim; adım Özgür olacak benim.

Kendime ait bir kütüphanem olacak sonra. Atık kağıtlar topluyor olabilirim; işim gereği tenimden yayılan koku pis gelebilir size ama en sevdiğim koku kitap kokusudur.

Doğada bir başıma yaşama projem de var. Yoruldum incitilmekten, ötekileştirilmekten, lanetlenmekten. Tabiat Ana`ya sığınmak istiyorum ve bunun için otlarla ilgili kitaplar alıyorum. Otlarla beslenmek, otlarla iyileşmek, otlarla huzur bulmak istiyorum. Doğada bir başıma yaşayacaksam otların bütün kerametlerini bilmem gerekiyor.

Böbrek yetmezliği var Abbas`ın; benim kardeşim oldu Abbas, kız kardeşlerimin yokluğunda. Ona biz bakıyoruz ve Abbas iyileşmeden Tabiat Ana`nın yanına gitmeyeceğim.

Kafka kırk bir yaşında ölmüş; onun kadar yaşasam yeter. Kitaplar gibi kokmaktır özgürlük; otlardan sevgi büyüleri yapmak ve toprağa karıştığımda bir gün, Tabiat Ana`nın beni şefkatle anmasıdır…

Böyle buyurdu Muhammet!

Kaynak:Ergür Altan

Altınım Var Getir


Toplumsal yapının ve sosyal hayatın değişime uğraması, önceleri yapılan birçok gelenek ve göreneklerimizin de kaybolmasına sebep olmakla birlikte hala yaşatılmasına devam edilen gelenek ve göreneklerimiz de vardır. Nişan, düğün gibi merasimlere davet edilenler, kendi durumlarını dikkate almak suretiyle örf ve adete de uygun olarak hiçbir karşılık beklemeden bir hediye alıp, nişan ya da düğün merasiminde takı olarak veriyorlar. Asıl hediye ise, kişinin davete uymak suretiyle, davet edilen yere gitmesidir.

Nişan ve düğün gibi merasimlerde, davetlilerin taktıkları takılar birer hediye değerindedir. Hediyenin karşılığı olmadığı gibi; ne bir karşılık beklenir, ne de geri istenir. Gelenek ve göreneklerimizden, hediyeden karşılık beklemenin veya verilen hediyeyi geri istemenin doğru olmadığını anlıyoruz. Nitekim, bu şekilde davranabilecek kişilerden de hediye kabul etmemek en doğru bir yoldur. 

Bu kadar açıklamadan sonra gelelim asıl meselemize. Nişan, düğün gibi merasimlere davet edilen eş, dost ve akrabalar maddi güçleri oranında bir hediye alarak davet edilen yerlere gitmektedirler. Söz konusu hediye, bir ev eşyası olabileceği gibi, altın ve para gibi değerli değişim araçlarından da olabiliyor. 

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, yuva kuran genç çiftlere destek olmak için hiçbir karşılık beklemeden bu hediyeler veriliyor. Aradan zaman geçiyor, bu sefer de davet edilen eş, dost ve akrabanın nişan ya da düğün gibi bir merasimi zuhur ediyor. O da aynı daha önce kendini davet eden eşini, dostunu ya da akrabasını kendi merasimine davet ediyor. Davet edilen kişi, eğer bir aksilik olur da çağrıldığı davete icabet edemezse, ya da karşı tarafın nişan ya da düğün merasimine verdiği hediyenin tam karşılığında bir hediye veremezse ve örnek olarak bu takı da bir çeyrek altın ise, aradan fazla bir zaman geçmeden hemen karşı tarafa “ALTINIM VAR GETİR” deniyor, ya da haber gönderiliyor. Bu bizim örf ve adetlerimize göre, ne kadar ayıp ve ne kadar büyük bir terbiyesizliktir. 

Hani düğün davetiyelerine notlar düşülür ya “Silah atılmaması, ya da Çocuk getirilmemesi rica olunur” gibi; bir tanıdığımdan duydum, yakında düğün yapacakmış ve düğün davetiyesine de “NOT:Takı getirilmemesi rica olunur” diye şerh verdirecekmiş. Bu şerh, yaşadığımız toplumun içindeki çürük cevizlere ne büyük bir ders olur doğrusu. 

Canımı Acıyor


İşidin ey ulular, ahır zaman olmuştur.
Sağ müslüman seyrektir, o da güman olmuştur.
Danışman okur tutmaz, derviş yolun gözetmez,
Bu halk öğüt işitmez, ne sarp zaman olmuştur.
Gitti beyler mürveti, binmişler birer atı,
Yediği yoksul eti, içtiği kan olmuştur.
                                                         Yunus Emre

Bundan tam yedi yüzyıl öncesinin resmini beyitlerine aktaran, tasavvuf şiirinin en önemli temsilcilerinden biri olan Yunus Emre; aynı zamanda bir alim ve halk şairidir. Yedi yüzyıl öncesinin tablosu ile günümüzdeki tablonun arasında herhangi bir fark var mı? Asla yok!.. İşte hayatta olmak aslında bir benim değil, benim gibi düşünen herkesin canını acıtıyor. 

Güneş ve Baykuş

Bir tarafta İran Edebiyatından, hayatını intihar ederek sonlandıran Sadık Hidayet'e ait "Kör Baykuş" isimli romanı, diğer tarafta Rengin Sakaoğlu'na ait "Güneş Bazen Mavi Doğar" isimli kişisel gelişim türünden kitabı okumaya gayret ediyorum. Ancak, elime ne alırsam alayım, hayatta olmak canımı acıtıyor.  

Ramazan Sevinci

Şırnak'ın Cizre İlçesinde Görülen İlk Hilalin Fotoğraf Karesi. (Kaynak: Abit DÜNDAR-İLKHA)
Merhabalar.

Gelişine belki en çok ben sevinmişimdir. Benim kadar kimse sevinemez ve sevemez derken, diğer sevenlerine haksızlık ve bencillik etmiş olabilirim. Ama gerçekten çok seviyorum. Hatta hiç bitmesin istiyorum. Keşke bir ay değil de koca bir yıl, hatta bir ömür boyu sürse katlanırım sanıyorum. O kadar çok seviyorum ki; 62 yaşımda olmama rağmen, hala bir çocuk gibi sevinirim Ramazan geldi diye. Aslında ben bayramı, o bitince değil de gelince yaparım. Ve bu bayram sevinci, benim için Ramazan ayı bitene kadar devam eder.

Ne zaman başlayacağı kameri aylara göre tespit edilen Ramazan ayının başlaması, Ramazan hilalinin görülmesine bağlıdır. Ay üzerindeki kraterlerin sebep olduğu pürüzlü yüzey, güneşten eğik gelen ışınları yuttuğundan, ayın içtimadan ayrılma açısı yaklaşık 7 derece olana dek güneş ışınları dünyaya ulaşamamaktadır. Danjon tarafından 1932 yılında tespit edilen bu olguya göre, ru'yetin gerçekleşmesi için, hilalin ufuk çizgisinden ayrılma açısının 7 dereceden büyük olması şarttır. Yapılan gözlemler; hilalin dürbün, teleskop gibi yardımcı bir aletle görülebilmesi için ufuk çizgisine göre en az 8 derecelik bir açının, çıplak gözle görülebilmesi için ise, 10-11 derecelik bir açının gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.

En çok da bu zamana kadar Ramazan hilalini hiç göremediğim için üzülürüm. İkinci günü bile gördüğümü hatırlamıyorum. Hep üçüncü gününden itibaren görmek nasip olmuştur. Oysa ben, o akşamın ezan vaktinden sonra, güneşin battığı yerdeki ufuk çizgisindeki incecik Ramazan hilalini görmek için neler feda etmezdim.

İnsanlarımızın hali ve ülkemizin içinde bulunduğu durum, artık bendeki bu Ramazan sevincini, heyecanını ve şevkini azalttı, hem de yıllardır... Sevincimizi, yaşama şevkimizi, azmimizi ve umutlarımızı kaybettik. Şu anda hayattayız, yaşıyoruz ama; hayatımız, bir kolu ve bir bacağı olmayan kötürüm bir beden gibi. İşte hayati uzuvları eksik böyle bir bedenle nasıl ve nereye kadar yaşanırsa, bizler de öyle yaşıyoruz.

Her şeye rağmen, Yüce Yaratıcımıza karşı nankör olmamak için, yine de şükretmeliyiz. Çünkü, beterin beteri var. Cenab-ı Hakk, bu günlerimizi elimizden almasın ve bu günlerimizi aratmasın inşAllah!

Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun. Hayırlı bayramlar dilerim.


Magazinleşen Acılarımız


Şırnak'ta 13 vatan evladının elim bir helikopter kazasında şehadete erdikleri haberi yüreklerimizi dağladı. Bu derin ve büyük acıyı yüreklerinde hisseden ailesi  ile birlikte necip milletimizin acısını bırakın dindirmeyi hafifletmek bile mümkün değil.

Bu acı haber üzerine gazeteler ve televizyonlar farklı hikayeler çıkararak basındaki farklılığı elde etmek için adeta birbirleriyle yarıştılar. Bir gazete magazin sayfasına iri puntolarla üç satır halinde "Yarbay Songül'ü rüyasında gördü" şeklinde başlık attı. Rüyayı kim görmüş biliyor musunuz? Şarkıcı Demet Akalın görmüş. Malum gazete üstelik bu haberi Demet Akalın'ı dekolteli kıyafetiyle vermiş.  

Vatandaş olarak ben bundan rahatsız oldum ve soruyorum: Toplumun yüreğini yakan bir olay hakkında doğrudan olayın içinde değillerse, bana ne Demet Akalın'ın, Gülben Ergen'in, Hadise'nin, Burcu Esmersoy'un, Okyat Kaynarca'nın ne düşündüğünden?

Acı haberlerden bile magazin çıkarma yarışında olan tüm yayın ve basın kuruluşlarını esefle kınıyorum.  

Gözünü kırpmadan, korkusuzca, vatan savunmasında şehadete eren tüm aziz şehitlerimize, Cenab-ı Hakk'tan rahmetiyle, merhametiyle, mağfiretiyle ve cennetiyle muamele eylemesini niyaz ediyorum.

Yıkın Heykellerimi


Ey milletim
Ben Mustafa Kemal'im
Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim
Hala en hakiki mürşit değilse ilim
Kurusun damağım dilim
Özür dilerim
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
Özgürlük hala
En yüce değer
Değilse eğer
Prangalı kalsın diyorsanız köleler
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
Yoksa çağdaş medeniyetin bir anlamı
Ortaçağa taşımak istiyorsanız zamanı
Baş tacı edebiliyorsanız
Sanatın içine tüküren adamı
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
Yetmediyse acısı şiddetin savaşın
Anlamı kalmadıysa
Yurtta sulh dünyada barışın
Eğer varsa ödülü silahlanmayla yarışın
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
Özlediyseniz fesi peçeyi
Aydınlığa yeğliyorsanız kara geceyi
Hala medet umuyorsanız
Şıhtan şeyhten dervişten
Şifa buluyorsanız
Muskadan üfürükçüden
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
Eşit olmasın diyorsanız kadınla erkek
Karaçarşafa girsin diyorsanız
Yobazin gazabından ürkerek
Diyorsanız ki okumasın
Kadınımız kızımız
Budur bizim alın yazımız
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
Fazla geldiyse size
Hürriyet cumhuriyet
Özlemini çekiyorsanız
Saltanatın sultanın
Hala önemini anlayamadıysanız
Millet olmanın
Kul olun
Ümmet kalın
Fetvasını bekleyin şeyhülislamın
Unutun tüm dediklerimi
Yıkın diktiğiniz heykellerimi
RAHAT BIRAKIN BENİ
                                                              Süleyman Apaydın

Eski Evlerimiz


Yukarıda gördüğünüz fotoğraf karesi, Photoshop resim işleme proğramında yapılmış bir çalışmadır.

İnsansız boş bir köy evinin içine yakınlarımız yerleştirilerek, eski evimiz canlandırılmaya çalışılmıştır. Söz konusu çalışma, kardeşim Haydar Altun tarafından gerçekleştirilmiştir. Ben, bu fotoğraf karesi hakkında fazla bir şey yazmıyorum. Bu fotoğraf karesi ile ilgili söylenecek şeyleri, (duygu ve düşünceleri) ziyaretçilerimizin paylaşacakları değerli yorumlarına bırakıyorum.  

Günahta Veraset ve İntikal


Yüce Allah, Kur’an’ı Kerim’in Necm süresinin 38-41. ayetlerinde önemli ilkelere yer vermiştir. Necm suresi 38. ayet: “Gerçek şu ki, hiçbir günahkar, bir başka günahkarın yükünü sırtlamaz.”
Necm suresinin 38. ayeti, Sorumluluk prensibini, suçların ve cezaların şahsiliğini vurgulamaktadır.

Herkesin ancak kendi vebalini ve günahını taşıyacağı belirtilmektedir. Bu ayet aynı zamanda hıristiyanlıkta, Adem’den bütün insanlığa geçtiği düşünülenEzeli Günah” inancını da reddeder. Hiç kimse kendisinin sebep olmadığı bir günahtan sorumlu olamaz. Ne baba çocuğunun, ne de çocuk babasının, atasının günahından sorumludur. İnsanın atasının günahkar, şaki veya kafir olması, kendisine zarar veremeyeceği gibi, veli veya nebi olması da kendisine bir yarar sağlamaz. Babasının peygamber oluşu, Nuh’un kafir oğlunu kurtaramamıştır. Nuh’un oğlunu kurtarması için Cenab-ı Hakk’a yönelmesine karşılık Cenab-ı Allah Nuh’a: “Ey Nuh o senin ailenden değildir. O yaramaz işler yaptı. Bilmediğin şeyi benden isteme.” (Hud:46) şeklinde isteğini reddetmiştir.

Cenab-ı Hakk insanı, bir başkasının günahından sorumlu tutmadığına göre, insanlar da suç işlememiş birini, başkasının hata ve günahından dolayı sorumlu tutmamalıdır. Günah ve sevap, kötülük ve iyilik bireyseldir, kişinin kendisine özgüdür, verasetle geçmez.  Ancak, toplumumuzda “dedesi koruk yer, torununun dişi kamaşır” şeklinde günahın verasetle babadan oğula geçtiğini iddia edenlerin kullandığı bir atasözü vardır. Aslında bu atasözünden, “günahın verasetle babadan oğula geçtiği” şeklinde değil de “eskilerin yaptığı yanlış işlerden dolayı, daha sonrakiler de zarar görebilir.” anlamını çıkarmak gerekir.

Necm suresinin 39. ayetinde: “Doğrusu, insana çalışmasından başka bir şey yoktur.” 40. ayetinde: “Ve çalışması da yakında görülecektir.” 41. ayetinde ise: Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir.” buyurulmaktadır. Yüce Allah bu ayetleri ile de hesaba ve adil yargılamaya dikkat çekmektedir. Zira dünya hayatında iradi seçimle yaptığı her iş, mahşer günü insanın önüne konacak, tamamen adil bir yargılamaya tabi tutulacaktır. İnsan, amellerinin karşılığını tastamam, eksiksiz bir şekilde alacaktır. 41. ayette, nihai takdire ayrıca vurgu yapılmıştır. Mahşerde hiç kimsenin en küçük bir haksızlığa uğratılmayacağı kesin olmakla beraber, ilahi lütuf ve bağışlama hususu Allah’ın mutlak iradesine bağlıdır.

Bu konuda mümine düşen ümitvar olmak, buna güvenmek ve gevşeklik göstermemektir. İnsanın ancak çabasının sonucu elde edeceği ve çabasının karşılığını ileride mutlaka göreceğini vurgulayan 39. ve 40. ayetler: Dürüstlükle çalışıp çabalamanın, alın teriyle kazanmanın Allah nezdindeki değerine de ayrıca işaret etmektedir.     

Kaçarak Sorunları Çözemeyiz

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış” ata sözüne bakıyorum da ne kadar doğru ve ne kadar yerinde söylenmiş bir söz.

İsterlerse, değil dokuz köyden kovmak, yüz köyden de kovsalar, doğruluktan asla şaşmayacağım. Başıma ne iş gelirse gelsin, ama yeter ki doğruluğumdan, doğru yaptığım bir işten gelsin. Ben onları göğüslerim. Ama yanlış bir işimden dolayı gelecek en ufak bir dokunuşu bile kaldıramam. Bu bağlamda vurgulamak istediğim konu her işte ve her konuda dürüst olmak, doğru olmak. "Doğruluğa ve dürüstlüğe yeter olmaz! " Demiş atalarımız.

Belki de merak edeceksiniz, durup dururken Recep Altun neden böyle bir yazı yazmak ihtiyacını hissetti diye. İçimden geldi, inanın öylesine içimden geldi. Yaşanmış hiçbir olumsuzluk yok, öylesine aklıma takıldı, ben de erinmedim geçtim klavyenin başına ve işte bu cümleler döküldü öylesine...

Şu anda acaba ben gerçekten hiçbir şeyden etkilenmeden böyle bir yazı yazabilir miydim? Asla! İşte ben burada doğru değilim, dürüst değilim. Durup dururken ben bu yazıyı kaleme almadım. Kafam ve gönlüm bazı şeylere takıldı ve ben de yazdım. Ama bu kafama ve gönlüme takılan şeyler, müsaade edin de bende kalsın.

Görüyor musunuz bakın, üçüncü parağrafta nasıl da kıvırttım ve gerçeği yansıtmayan yalan cümleler kurdum. Ondan sonraki parağraflarda gerekli açıklamayı yapmasaydım, bana inanacaktınız ve gerçekten hiçbir şeyden etkilenmeden bu yazıyı kaleme aldığıma kanaat getirecektiniz.

Şimdi insanlara nasıl güveneceğiz, kendimizi onlara nasıl emanet edeceğiz? Gelin de çıkın işin içinden. En güvendiğiniz ve “Bu böyle şey yapmaz!” dediğiniz insanın altından bile bir kalbur b.k çıkıyor. Yani en güvendiğiniz insanlar bile sizi hayal kırıklığına, düş kırıklığına uğratabiliyor.

Bu sorunun çözümü, eğitim ve terbiyenin dışında, insanların refah ve mutluluğunu da sağlamaktan geçiyor. İnsanların refah ve mutluluğunu sağlayamadığımız sürece, en yakın ve güvendiğimiz insanlardan bile darbe yiyebiliriz. Nitekim 2005 yılında ben böyle bir darbeyi en yakınımdan hem de çok acı bir şekilde yedim. Hem de bu yakınım; doğruluğuna, dürüstlüğüne ve insanlığına kefil olduğum biriydi. Onun da içine düştüğü çıkmazdan, bataklıktan kurtulmak için, başkalarının canını yaktığını sanıyorum. Tabi bu içinde bulunduğu çıkmaz; onun yaptıklarının bağışlanmasına ve hoş görülmesine asla bir gerekçe olamaz!

İnsanlardan kaçarak sorunları çözemeyiz. İnsanlarla beraber yaşamak ve bu sorunları çözmek için de her insan üstüne düşeni, yani elinden geleni yapmak zorundadır. Aksi halde, milletçe bataklığa doğru sürüklenir gideriz.

Hani atalarımız “Su akar, yolunu bulur” demişler ya, kaleme aldığım bu yazı da nereden başladı ve nereye doğru akıp gitti. Ben de bu yazının buralara kadar uzanacağını hiç tahmin etmemiştim. Başınızı ağrıttıysam, gereksiz yere zamanınızı aldıysam ve de en önemlisi sürç-ü lisan ettimse affola.

İstiklal Marşımızın Kabulü


İstiklal Marşımız, Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy tarafından yazıldı ve Büyük Millet Meclisi tarafından 12 Mart 1921'de resmi milli marş olarak kabul edildi. İstiklal Marşımız, gerek nazım tekniği gerekse muhteva bakımından herhangi bir milli marş güftesinin çok ilerisinde, Türk edebiyatının  en güzel lirik-hamasi şiirlerindendir.

Milletin iradesine ve Allah'ın müminlere vaad ettiği zaferin er geç gerçekleşeceğine inanan Mehmet Akif'in şiirindeki özelliklerinden biri de milli ve ulvi değerlerle dini motifleri dengeli bir şekilde kıtalara yerleştirmesidir. İstiklal Marşında, bayrak, hilal, yıldız, hak, hürriyet, istiklal, yurt, millet, ırk, vatan ve kahramanlık gibi  milli kavramlarla; iman, şehadet, helal, cennet, huda, ezan, mabed, vecd, gibi dini motifler birbiriyle uyum halinde zengin bir belagatle kullanılmıştır. 

Akif, İstiklal Marşı güftesi için düzenlenen yarışmaya maddi mükafat sebebiyle katılmamış fakat kendisinden ısrarla istenmesi sebebiyle İstiklal Marşını yazmıştır. İstiklal Marşı kabul edilince alınan meclis kararından dolayı kendisine nakdi mükafat verilmiş, Akif ise bu nakdi mükafatı, fakir Müslüman kadın ve çocukları istihdam etme amacıyla kurulan Darülmesai'ye bağışlamıştır.

KAYNAK: Görsel, Gürbüz Altun Tarafından Yapılmıştır. 
                Metin, DİB Takvim Yaprağından Alınmıştır.

Kurtar Beni


Eskisi gibi kar yağmıyor artık!
Nasıl özlemem, dam boyu yağan karı
Cemreler yerlerine düştü artık!
Dört gözle bekliyorum yeşil baharı

Ben su isterim, toprak su ister
Fidanlarımız can suyu ister
Umutlarımız yeşermek üzere
Yoksa yağmura hasret gider

Bıktım artık bu şehirden
Baharın habercisi bir ağacı bile yok!
Sabah akşam hep aynı terane
Ayağımı basacak bir toprağı bile yok!

Kar yağsa da yağmasa da
Ben köyümü özledim
Baharın habercisi ağaçlarında
Sevişen kuşlarla beraberdim

Elbet bir gün terk edeceğim seni
Kal sen bensiz, kal bir başına
Nefret ettiğim kadar varsın sen
Ne işler açtın sen benim başıma

Hadi gel artık bahar, kurtar beni
İki yüzlü bu yalancı şehirden
Mavi bir gök yüzü, içimi ısıtan güneş
Daha ben ne isterim güzel köyümden

Recep Altun-06.03.2017

Kadınlarımız Ölmesin


Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Şubat ayı kadına yönelik şiddet istatistiklerini açıkladığı ile ilgili haberi, Hürriyet gazetesinden okumuştum. Söz konusu haber üzerine yaptığım araştırma neticesinde: Sadece geçtiğimiz Şubat ayında gün sayısından fazla 30 kadının öldürüldüğünü, 19 kadının ise cinsel saldırıya uğradığını ne yazık ki öğrenmiş bulunmaktayım.

Geçtiğimiz Şubat ayında İstanbul'da 6, İzmir ve Antalya'da 4, Bursa ve Manisa'da ise 2'şer kadının öldürüldüğü kayıtlara geçen sayılardır. Yukarıda yer alan haritadan da görüleceği üzere; Mersin, K.Maraş, Yozgat, Aksaray, Balıkesir, Ağrı, Denizli, Giresun, Isparta, Kayseri, Konya ve Ordu illerinde de 1'er kadın cinayetlerinin istatistikte yer aldığını görmekteyiz. Platformun internet sitesinde, öldürülen kadınların yüzde 37'sinin boşanmak, ilişkisini sonlandırmak ve kendi hayatlarına dair karar vermek isterlerken öldürüldüğü açıklanmaktadır. 

Yine platformun verilerine göre, 2015 Şubat ayında 18, 2016 Şubat ayında 28 ve 2017 Şubat ayında ise 30 kadın kardeşimizin, her yıl artan sayıda öldürüldüğünü görmekteyiz. 

Bizleri karınlarında taşıyan analarımıza duyduğumuz saygının tüm kadınlarımıza yansıması dileğimle birlikte, sebebi ne olursa olsun kadın cinayetlerine artık bir son verilmesini tüm kalbimle diliyor, çilekeş kadınlarımızın 8 mart Kadınlar Günü'nü kutluyorum. 

Din Toplumlar İçin Gereklidir


Dünya siyasi haritasında nüfusunun çoğunluğu Müslüman olup da, siyasi rejimi laik cumhuriyet ve siyasal sistemi demokrasi olduğu iddiasındaki tek devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün din konusundaki  görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yıl 1932, Tarih Kongresi sonrası Gazi Çiftliğindeki toplantıda Prof. Reşat Kaynar’ın daha önce muhatap olduğu “din toplumlar için gerekli midir?” sorusunu dile getiriyor ve Mustafa Kemal nezaketle bu soruya şöyle cevap veriyor: 
“...Din toplumlar için gereklidir. Dinsiz bir toplum olamaz. Şimdiye kadar dinsiz bir toplum görülmemiştir. Ama biz dini, Allah ile kul arasındaki bir bağlılık olarak görüyoruz. Fakat bu bağlılığı tamamen istismar ederek, Allah ile kul arasına girip oradan birtakım menfaatler sağlayan insanlar var. Biz işte bunların mücadelesini yapıyoruz ve bu mücadeleyi devam ettireceğiz. Çünkü doğrudan doğruya din gibi kutsal bir mesele istismar edilirse, bu memleket için büyük zararlar verir. Bundan dolayıdır ki tekrar ediyorum; ‘din, toplumlar için lazımdır ve yalnız Allah ile kul arasındadır. Allah ile kul arasına girip menfaat sağlayanları mutlaka bertaraf etmek lazımdır.’...”

Kaynak: “Fikrimizin Rehberi- Erol Mütercimler”

Mutlu musunuz?


TÜİK’in 2016 yılı yaşam memnuniyeti anket sonuçlarına, Milliyet Blog ve Blogger platformlarında yer veren iki yazarın yazılarını okuduktan sonra, konuyu etraflıca araştırıp, bu konuda ben de bir makale yazmaya ve kaleme aldığım makaleyi sizlerle paylaşmaya karar verdim.

Yaşam memnuniyeti anketinin, 2003 yılından beri TÜİK’in resmi istatistik proğramının içinde yer aldığını, yine TÜİK’in kendi kaynaklarından öğreniyoruz. Her yıl Kasım ayında hanelere anket düzenlenip, 18 yaş ve üstü bireylerden veri toplanıyor ve sonuçlar da izleyen Şubat ayı içerisinde yayımlanıyor.

TÜİK tarafından yapılan yaşam memnuniyeti anketlerinin sonucuna göre; 2016’da mutlu olduğunu beyan eden bireylerin oranı yüzde 61.3 olarak açıklanmıştır. Son 13 yılın en mutlu ikinci yılı olma şerefine nail olan 2016 yılına bir göz atalım.

2016 yılının genel bir değerlendirilmesi yapıldığında: Bombalı terörizm eylemleri yaşanan, 36 yıl sonra kanlı bir darbeyle yüz yüze gelen, turizmi çöken, döviz kuru zıplayan ve en önemlisi ekonomisi 3. çeyrekte yüzde 2’ye yakın küçülen ülkede kendini mutlu hissedenlerin oranı nasıl oldu da yüzde 61.3’lere yükseldi?

2016 yılında bu kadar olumsuzluklara rağmen, kendini mutlu hissedenlerin yüzde 61.3 oranına nasıl yükseldiğinin tek bir açıklaması var; o da ankete katılanların eğitim düzeylerine göre mutluluk paylarına bakmaktır. 2015’ten 2016’ya gelindiğinde üniversite eğitimi olanların yaşam memnuniyeti sadece 0.6 puan artarken, bir okul bitirememişlerde 5.8, ilkokul mezunlarında 8.9 puanlık artış olmuş. Bu bağlamda düşük eğitimli bireylerde, 2016 yılında mutluluk patlaması olmuş diyebiliriz. Bu durumun referandum anketlerine de aynen böyle yansıdığını söyleyebiliriz.

Makalemi okuyanların mutlaka bir yorum yazma ihtiyacı hissedeceklerine inanıyorum. Yorumda bulunacaklar, 2016 yılından memnun olup olmadıklarını da belirtirlerse, biz de bu küçük anket ile Türkiye’nin gerçek mutluluk tablosunu ortaya koymuş oluruz.

Kıskançlık


Yahudiler ile Arapların kökende kardeş olduklarını biliyor muydunuz? Bu konuyu bilen ve bilmeyen olabileceği düşüncesinden hareketle Adem’in iki oğlunun haberine gitmek suretiyle konuyu bir yere getirmek istiyorum.

Yahudiler ile Arapların aynı Sami ırkından olduklarını, inanın ben de çok sonradan öğrendim. Nereden öğrendim biliyor musunuz? Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu’nun “Tefsir Usulü” adlı kitabını incelerken öğrenmiştim. Ne yalan söyleyeyim, Yahudiler ile Arapların aynı kökenden gelme kardeş çocukları olduklarını hiç tahmin etmemiştim. Yazar söz konusu kitabında Yahudilerle Arapların aynı ırktan olduklarını: “...Araplarla aynı Sami ırkına mensup olan Yahudiler, Arap yarımadasının kuzeyinden, güneyinden ve Hicaz bölgesinin içerilerinden onlarla daima temas ve münasebette idiler...” şeklinde açıklamıştır.

Yahudilerin yurtları olan Filistin’den Arap yarımadasına girişleri ise, ticaret ve hicret yoluyla olmuştur. Yahudiler ile Arapların kökende kardeş olmaları konusu incelendiğinde; Yahudilerin Hz. İbrahim’in oğlu İshak soyundan, Kureyş Araplarının da Hz. İbrahim’in diğer oğlu İsmail’in soyundan geldikleri tarihi kaynaklardan anlaşılmaktadır.

Kur’an’ı Kerim’in Maide suresinin 27-32 ayetlerinde Adem’in iki oğlunun haberi şöyle anlatılmaktadır: “...Onlara Adem’in iki oğlunun haberini, gerçek olarak oku: Hani her biri birer kurban sunmuşlardı. Birinin kurbanı kabul edilmiş, diğerinin ki ise kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, kabul edilene ‘seni öldüreceğim’ dedi. Kurbanı kabul edilen de edilmeyene ‘Allah sadece korunanlardan kabul eder. Andolsun, eğer sen beni öldürmek için bana elini uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam. Çünkü ben alemlerin Rabb’inden korkarım. Ben isterim ki sen; benim günahımı da kendi günahını da yüklenip ateş halkından olasın! Zalimlerin cezası budur.’ Dedi. Kurbanı kabul edilmeyen kardeşin nefsi onu, kardeşini öldürmeye çağırdı. O da nefsine uyarak kardeşini öldürdü ve ziyana uğrayanlardan oldu. Derken Allah ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. Kargayı gören kardeş, ‘Yazık bana şu karga kadar olup ta kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim ben’ dedi ve pişman olanlardan oldu. Bundan dolayı İsrailoğullarına şöyle yazdık: “Kim bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onun hayatını kurtarmak suretiyle yaşatırsa , bütün insanları yaşatmış gibi olur...

Cenab-ı Hakk, bu ayetlerde çekememezlik, kıskançlık ve haksızlığın insanı, dünyada ve ahirette nasıl kötü sonuçlara sürükleyeceğini belirtmek üzere, Elçisine Adem’in iki oğlunun hikayesini onlara okumasını emrediyor. Yüce Allah, Yahudilere, Tevrat’ta okuyup öğrendikleri bir olayı hatırlatarak zulüm ve kıskançlığın kötü sonucu hakkında onları uyarmaktadır. Çünkü Yahudiler, Cenab-ı Peygamber’i çekemiyorlardı. Çekememezliğin acı sonuçlarını anlatmak üzere Adem’in iki oğlunun kıssası seçilmiştir. Bu kıssanın seçilmesindeki hikmet şudur: Kıskançlık, kardeşi kardeşe öldürtecek kadar kötüdür. Adem’in oğullarından biri, diğerini çekemeyerek öldürmüş; sonunda pişman olmuş, ama ziyana uğrayanlardan olmuştur.

Köprü

Merhabalar.

Ankara-Kaman arası gidiş gelişlerimizde hiç farkında olmadan üzerinden geçip gittiğimiz bu köprü, fotoğraf karesinde karşıda görünen ÇEŞNİGİR köprüsünün yerine yapıldı.

Çeşnigir köprüsü neden ulaşıma kapatıldı biliyor musunuz? KAPULUKAYA Barajı’nın yapımı ile su seviyesinin yükselmesi sonucu kullanılamaz duruma geldiği için, 1989 yılından itibaren kullanım dışı bırakılmıştır.
Sizin de yolunuz bu taraflara düştüğünde bu köprü üzerinden geçerken bir soluklanın ve Kızılırmak üzerinde kurulu bulunan her iki köprüye bakın ve düşünün. Biri Selçuklu, diğeri ise Cumhuriyet dönemine ait bu iki köprü arasında bir gönül seyahati yapın. Bu iki köprünün de mutlaka size anlatacağı bir şeyler vardır.
Selam ve Dualarımla.

Ülkücü İsyanı


Ülkücü İsyanı ile ilgili paylaştığım videoyu izleyebilirsiniz.

Benim Şiirlerim


Benim şiirlerim açık ve net olmalı,
Okuyanı yormasın, herkes anlasın.
Öyle çengel bulmaca gibi olmamalı,
Ama düşünmeye de fırsat versin.

Dört mevsim yaşanır yeryüzünde,
Her mevsim kendine göre oynar.
Rüzgar, yağmur ve kar;
Bir bahar umuduyla buluşurlar.

Okuyucuya bıkkınlık vermemeli,
Bilakis okuyana zevk vermeli.
Bir okuyan bir daha okumak istesin,
Zaman ayırıp, okuduğuna değsin.

Benim şiirlerim açık ve net olmalı,
Şiir gibi ve şiir tadında olsun.
Yazan da okuyan da mutlu olmalı,
Şiir okumaya aç insanlar doysun.

Recep Altun,  30.01.2017

Tüten Bacalar

Kaman İlçesi 25 Ocak 2017 Kentsel Dönüşüm Konutları

Memlekete bacası tüten fabrikaların yapılmasını çok arzu etmiş ve bu konuda gereken maddi desteği de sağlamış olmamıza rağmen, bir türlü nasip olmadı. Evet, memlekette şimdi bacası tüten binalar var ama bunlar konuttan öte gidemediler. 

Memlekette şu anda her yerde olduğu gibi kış var. Hala kar yağmaya devam ediyor. Kar kalınlığı 25 cm.ye ulaşmış durumda. Fotoğraf karesinde gördüğünüz binalar da Kentsel dönüşüm çerçevesinde yapıldı ve hak sahiplerine devredildi. Şu anda hak sahipleri ikamet etmeye başladılar. Ne diyelim, artık biz de bu bacası tüten binalarla kendimizi avuturuz.