31 Aralık 2015


Merhabalar.

2015 yılının takvimini duvara astığım 31 Aralık 2014 gününü, daha dün gibi hatırlıyorum. Takvimi asarken de eşime "Bak bu günü iyi hatırla, Allah izin verirse, bu takvimin yaprakları; bir de bakmışız ki, bitmiş ve son yaprağının kaldığı 2014 yılı gibi, 31 Aralık 'a gelmiş olacağız." Demiştim. Eğer, yine Allah nasip ederse, hiç bitmeyecek gibi görünen 2016 yılının da sonu gelmeye gelecek de kimler görecek, kimler göremeyecek, artık orasını Allah bilir? 

Ve işte şimdi o bahsettiğimiz gün olan 31 Aralık'tayız. Acısıyla tatlısıyla koca bir yılı daha geride bıraktık. Beni bu yıl içinde üzen çok olaylar oldu. En acısı, PKK terörüne kurban verilen aziz şehitlerimizdir, kadınlarımızdır, çocuklarımızdır, işçilerimizdir, yine teröre kurban verilen masum sivil halkımızdır. Ortadoğu'da emelleri uğruna evinden ve yurdundan edilen ve mülteci durumuna düşürülen milyonlarca insan ve yine yaşamlarını ülkelerindeki acımasız iç savaşlarda kaybeden sayıları milyona yaklaşan insanlardır. Söylenecek şey çoktur ama, sizlerin yılın bu son gününde, böyle insanları üzen konulara girerek huzurunuzu kaçırmak istemiyorum.   

Üç yüz altmış beş günü olan bu koca yıl içinde hiç mi yaşadığımız güzel günler, güzel anlar, anılar olmadı? Olmaz olur mu? Olmuştur muhakkak! Ama, her nedense millet olarak biz hep acılarımızı öne çıkarırız. Mutlu olduğumuz anlar bir türlü öne çıkamazlar, çıksalar bile acının gölgesinde yok olup giderler.

Sözü fazla uzatmadan 2016 yılının tüm insanlığa barış, huzur, kardeşlik ve hayırlar getirmesini ve hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hakk'tan niyaz ederim. 

Sizlere de tüm sevdikleriniz ve sevenlerinizle birlikte sağlıklı, huzurlu ve mutluluk dolu yeni bir yıl dilerim. 

Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun. Her şey gönlünüzce olsun efendim, saygılarımla.

Yunus Emre

Çalışma: Haydar Altun
Merhabalar.

Bugün biraz Yunus Emre'den söz etmek istiyorum. Her ne kadar Yunus Emre ile ilgili hepimizin az ya da çok bir bilgisi varsa da ben onun mensup olduğu yer ile ilgili konuşmak istiyorum. 

Yunus'u daha başından beri çeşitli zümreler ve tarikatlar kendilerine mal etmek istemişlerdir. Ona Bektaşilerin sahip çıktığı gibi, Kadiriler, Halvetiler, Mevleviler ve başkaları da sahip çıkmıştır. Fakat o tarikatların üstünde bir kimsedir. O bir eren-şairdir. "vahdet-i vücud" felsefesini ve tasavvufun inceliklerini; ilahi aşkı, İslami ölçülere uygun olarak dile getirmiştir. 

Yunus tam manasıyla bir müslümandır. Onda şii-alevi temayüller yoktur. Açık ve serbest düşünceli hareket ettiği, şekle değil mana ve ruha değer veren bir kimse olduğu ve taassubu kabul etmediği için, medreseliler onun bazı şiirlerindeki sözlerini beğenmemişler ve onu tenkit etmişlerdir. Yunus Sünni akidelere bağlı, hür fikirli bir sofidir. Tasavvufu, "vahdet-i vücud" esaslarını ve ilahi aşkı terennüm eden bir şairdir. Mutasavvıftır, fakat tarikat kurucusu veya propagandacısı değildir. Batıni inanışları ve şii-alevi görüşleri mevcut değildir.

Bir tasavvuf şairi olarak Yunus Emre, "vahdet-i vücut" (varlığın birliği=panteizm) felsefesini işlemiştir. Bilindiği gibi varlığın birliği felsefesinin temeli neoplatonizm (Nev-Eflatunculuk) görüş ve metodudur. Mutasavvıf şairlerimiz, bunun İslami şeklini ele almışlardır. İslami tasavvufu ve vahdet-i vücut görüşünü edebiyatımızda en güzel dile getiren şair Yunus Emre'dir. Pek çok tasavvuf şairi yetişmiş, fakat hiç kimse İslam mistisizmini, Yunus kadar açık, sade, derin, samimi ve heyecanlı bir şekilde terennüm edememiştir.       

Yunus Emre son derece coşkun, içli, lirik şiirler meydana getirmiştir. Bu bağlamda o, Türk tasavvuf edebiyatının çok kudretli, divan şairleri de dahil, en büyük şairidir.  Tasavvufun esası ilahı aşktır. Mutasavvıflara göre tek bir vücud, vücud-ı mutlak vardır, o da Allah'tır. Sofiler bu esastan hareket eder; hayatı, ölümü ve kainatı bu görüşle izah ederler. Yunus da bir mutasavvıf olarak; Allah, ilahi aşk, varlık-yokluk, hayat-ölüm meseleleri üzerinde durmuştur. Bunlar ve bunlara bağlı olarak dünyanın faniliği, ilimle gerçeğe erişilemeyeceği gibi meseleleri de ele almıştır. İslami tasavvuf felsefesini çok sade, fakat çok derin olarak en güzel şekilde anlatan Yunus Emre, Türk tasavvuf edebiyatının en büyük temsilcisi olduğu gibi, halk ve divan edebiyatları dahil bütün Türk edebiyatının en büyük şairlerindendir. Halk dehasının mihrakı ve muhassılasıdır.

Yunus Emre ayarında, dünya edebiyatında da pek az şair vardır. Bilhassa ölüm temasını onun kadar içli, duygulu ve derinliğine işleyen bir şair gösterilemez.

Yunus'un Türk dili ve edebiyatındaki yerini belirtmek için netice olarak diyebiliriz ki; o, Anadolu'da yeni bir edebiyat dilinin kuruluşunda en büyük rolü oynamış bir sanatkar, Türk tasavvuf edebiyatına kendi damgasını vurmuş pek büyük bir şairdir. Edebiyatımızın eşsiz ve ölmez simasıdır. 

En Uzun Gece


Nereden doğar; nereden batar; ayın hareketlerini günlük takip ederdim. Günleri de özelliklerine göre değerlendirirdim. Şimdilerde ne aydan haberim kaldı, ne de günden. Bir tembellik ve bir miskinlik çöktü ruhuma. Ne olduğumu, nerede olduğumu, hatta kim olduğumu unuttuğum zamanlar bile oluyor. Bu duruma da çok üzülüyorum. Çünkü ben böyle biri değildim. Ben tıpkı hiperaktif çocuklar gibiydim, elim kolum bağlı oturamazdım. 08.04.2014 tarihinde yeniden internet abonesi olmak üzere sözleşme imzalamıştım. Hem de hangi internet sağlayıcı firma ile biliyor musunuz? Sadece Ankara'da hizmet veren "Göknet" adında bir firma ile. Bu tarihten itibaren yine klavyenin başına çakıldım kaldım. Ne güzel, bir yıla yakın ara vermiştim.

Aslında bu klavyenin başına çakılıp kalmak da bizi bu hale soktu. Sosyal yaşantı bitti. Kimse kimseye ne selam veriyor, ne selam alıyor. Herkes birbirinden korkuyor, kimse kimseye güvenemiyor. Dolayısıyla bu bağlamda kimse kimseyle komşuluk yapamıyor. Nasıl yapsın? En yakın akrabam yere düştü, ben de elinden tuttum kaldırdım; yakınım beni hem kazıkladı, hem de birilerine peşkeş çekerek kaçtı gitti. Ben de artık korkuyorum haliyle ve de kimseye ne selam veresim geliyor, ne de hal hatır sorasım geliyor. Elini uzatıyorsun kolunu alamıyorsun. Selam veriyorsun, borçlu çıkıyorsun. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, ben yine de duramıyorum; selam da veriyorum, hal hatır da soruyorum, elimi de uzatıyorum. Çünkü bu benim fıtratımda var. Aksini yapamıyorum ki!..

21 Aralık, yılın en uzun gecesiymiş... Bu gün de 21 Aralık... Bugün kimilerin doğum günü, kimilerin de yaşadıkları ile ilgili sevinçlerin ya da kederlerin hatırlanıldığı gündür. Aynı zamanda bir geçişin ya da dönüşün başlangıç mihengidir. Cenab-ı Hakk, hayırlı başlangıçlara vesile eyler inşAllah!

Ülkemizde ve dünyamızda kan akmaya devam ederken, ben huzur bulamıyorum. Sevineceğim şeylere sevinemiyorum, güleceğim şeylere gülemiyorum, dolayısıyla ihtiyacım olan huzura da bir türlü kavuşamıyorum. Memleketimin durumu ile birlikte memleketlerinden hiç bilmedikleri ve tanımadıkları memleketlere göçmek zorunda kalmış mülteciler beni çok üzüyor. Hava ne kadar soğuk. Bu soğuğa karşı, korunmasız insanlar dışarıda ne kadar dayanabilinir bilemiyorum? Evlerimiz sıcacık, çorbamız kaynamış, ama mutlu değiliz. Elimizden ne geliyor? Üzülmekten ve kendimizi kahretmekten başka, hiçbir şey!..

Bugün 21 Aralık, en uzun geceyi yaşayacağız. Şu anda yaşadıklarımıza bakıp, geleceği düşünmeye epey vaktimiz olacak gibi...

İzleyiciler Gadgeti


Merhabalar.

Sayın Blogger Arkadaşlarım.

Tüm bloggerlerin, blog sayfalarındaki "İZLEYİCİLER EKLENTİSİ" ndeki üyelerin profil bilgilerine erişim sorunu, Blogger tarafından giderilmekle birlikte bu arada bizi takibe alan üye sayılarımızda da değişiklik olduğunu gözlemlemekteyiz.  Aslında silinen üyemiz yoktur. Blogger tarafından söz konusu aksaklığı gidermek için yapılan girişim sonrası üye sayılarımızda sanki düşüşler olmuş gibi bir durum ortaya çıkmıştır. Ben kendi eklentimdeki üyelerin sayısını takip ediyorum. Gerçekte üye sayılarımızda bir azalma söz konusu değildir. Bu durum Blogger'in izleyiciler eklentisindeki hatayı gidermesi sonucu oluşmuştur.

Benim gerçek üye sayım 259'dur, ama eklentide gösterilen üye sayım 272'dir, daha önce bu sayı 293 idi.

İzleyiciler eklentisinde kayıtlı bulunan üyelerimizin profil resmine tıklayarak artık profil bilgilerine ve oradan da sayfalarına ulaşabileceğiz. Söz konusu aksaklığı giderdiği için Blogger yetkililerine teşekkür ederiz.




Uçak Krizi



24 Kasım 2015 Öğretmenler Günüydü. 93 yaşındaki böbrek yetmezliği takibinde olan babamın Ankara Dışkapı SSK hastanesindeki kan ve idrar sonuçlarını doktoruna göstermek üzere sıra aldım bekliyordum. Polikliniklerin olduğu "F" bölümünün üst katındaki daracık koridorlarına serpiştirilmiş poliklinik odalarının önlerinde muayene olmak ya da sonuç göstermek üzere bekleyen bir hayli hasta ve hasta yakını kalabalığı vardı. İki poliklinik odası arasındaki duvar boşluğuna asılmış plazma tv'de alt yazıda "Aidiyeti belli olmayan uçağa müdahele edilmiştir." şeklinde geçen haber gözüme ilişti. Kendi kendime "eyvah" dedim, "bir terslik var."  Yanımda bankta oturan ve benim gibi sıra bekleyen hastaya, "Uçak mı düşürülmüş?" diye sordum. O da "Evet milliyeti belli olmayan bir uçak düşürülmüş, ben de alt yazıda geçen haberden okudum." Dedi. Ben artık poliklinik odası üzerindeki hasta takip ekranından gözümü sağ taraftaki plazma tv'ye çevirdim. Ana ekranda o an bir başka yayın vardı, uçak düşürülmesi ile ilgili haber yoktu, aidiyeti belli olmayan bir uçağa müdahale edildiğiyle ilgili haber, sadece alt yazıda geçiyordu.

Bundan bir kaç gün önce Ruslar'ın hava sahamızı ihlal ettiğini ve bu konuda uyarıldıkları ile ilgili haberler, hala hafızamda idi. O an, "bunlar yoksa Rusya'ya ait bir uçak falan düşürmüş olmasınlar" diye kendi kendime söylendim. "Eğer böyle bir şey olduysa, işimiz zor!" diye  düşünmekten de kendimi alıkoyamadım. 

Hasta takip ekranında sıra numaram görününce muayene odasına girip doktora sonuçları gösterdim. Doktor: babam için, "sonuçlarında bir anormallik olmadığını, tuzsuz yiyip bol su içmeye devam etmesini" salık verdi. Muayene odasından çıktıktan sonra, tekrar duvardaki plazma tv'ye baktım, ana ekranda uçak düşürülmesi ile ilgili herhangi ayrıntılı bir haber yoktu. Ancak, alt yazıda uçak düşürülmesi ile ilgili haberin detayları geçiyordu.

Hastaneden bir an önce ayrılıp, olayla ilgili haberleri araştırmak üzere hemen duraktan bir dolmuşa bindim ve eve geldim. Evde beni bekleyen babama, bir taraftan sonuçları ile ilgili doktorun dediklerini aktarırken, diğer taraftan da televizyonu açarak; "baba bizimkiler uçak düşürmüş" diye de babama haber yetiştiriyordum.

Ve korkulan olmuştu, Türk uçaklarının hava sahamızı ihlal eden ve aidiyeti belli olmayan bir uçağı uyarılara rağmen, hava sahamızı ihlal etmeye devam ettiği için, düşürdüğü haberini öğrenmemle birlikte, ilerleyen dakikalarda düşürülen uçağın, Rusya'ya ait bir uçak olduğunu da öğrenince ne yalan söyleyeyim, bu işin arkası çok kötü gelir diye de tedirgin olmaya başladım.

24 Kasım 2015 tarihinden bu tarafa uçak krizi ile yatıyor ve uçak krizi ile kalkıyorum. Her şey o kadar açık ve net ki, Rus uçakları bile bile hava sahamızı ihlal etmişlerdir. Çünkü, Türkiye'nin hava sahası ihlalinde çok ciddi bir şekilde angajman kurallarını uygulayacaklarını biliyorlardı. Bu bağlamda bana göre,  Rusya stratejik hedefleri için bir uçağını feda etmiştir.

Hatırlarsanız bu olay öncesi "Oruçlu Tilki" başlıklı bir blog yayınlamıştım ve bloğun son parağrafını da: "Yeni oluşturulacak Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden fıkradaki tilki gibi uyanık ve kurnaz olmasını ve kurt gibi de tuzaklara düşmemesini bekliyoruz." şeklinde bağlamıştım.

Ben, bu uçak olayında kurt gibi tuzağa düşürüldük diyorum. Sizin ne düşündüğünüzü de merak etmiyor değilim hani.

Otuz Beş Yaş Üzerine Bir Söyleşi

Cahit Sıtkı Tarancı : 1910 -1956

Ölümsüz şiirlerin kalemi, Türk dilinin sevgilisi şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı'nın en çok bilinen, ezberlenen, akıllarda yer edinen, her katıldığı toplantıda kendisinden okunması istenen "Otuz Beş Yaş" şiiri üzerinde herkesin kafasını yoran ve herkesçe merak edilen iki dizesi üzerine biraz sizlerle sohbet etmek istiyorum. Bilmiyorum, sizin de bu şiiri okurken; bu iki dize hiç ilginizi  çekti mi, kafanızı yordu mu, merak ettiniz mi?

Herhalde hatırladınız değil mi, okuyanların kafasını yoran ve merak ettikleri bu ilk iki dizeyi?

"Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder"
"Dante gibi ortasındayız ömrün"

Şairin, birinci dizede bir insana yetmiş yıl ömür biçtiğini pekala anlayabiliyoruz. Ama bu "Dante" nedir, kimdir? Hiç merak edip araştırdınız mı? Dahası şair neden Dante'yi ömrün tam ortasına koymuş?

Yaptığım araştırmalar sonucu kendisi gibi şair olan Şinasi Özdenoğlu bir anekdotunda şiirle ilgili,  şair ile arasında geçenleri şöyle anlatmaktadır:

"Cahit ağabey cebinden çıkardığı kağıda, el yazısı ile yazılmış 'Otuz Beş Yaş' şiirini, işte burada, "Şükran Lokantası"nda bana okumuştu. Tarancı, şiirini beğenip beğenmediğimi sordu. Çok beğendiğimi söyledim. Neden 'Otuz Beş Yaş' ? Başka bir isim düşünemez miydiniz? diye sordum.
Şairin bana verdiği cevap şöyle olmuştu:

Dante'nin 'Divina Commedia'sını Fransızcasından okudum. Bu yapıtın beni etkilediğini söylemeliyim. İtalyan şairi; insan ömrünü 70 yıl varsaymış, ünlü eseri  (Ahirete yapılan bir yolculuğu anlatan ilahi komedya)  'Divine Commedia' yı 35 yaşında yazmaya başlamıştır. Ve Dante, ilk dizesinde 'Hayat yolunun ortasında' diye başlıyor başyapıtına... Ben bu girişi çok beğendim ve şiirime işte bu nedenle 'Otuz Beş Yaş' şiiri dedim..." 

Yukarıdaki anekdottan anlaşılacağı üzere Dante'nin bir İtalyan şairi olduğunu, normal bir insan ömrünü 70 yıl olarak kabul ettiğini ve Dante'nin ünlü eseri 'Divine Commedia'sını 35 yaşında yazmaya başlamakla birlikte bu yaşın da hayat yolunun ortası olarak kabul ettiğinden etkilenerek, hem şiirine  "Otuz Beş Yaş" ismini verdiği hem de bu konuyu şiirindeki ilk iki mısraya taşıdığını öğrenmiş olduk.  

Şiirlerinde biçime ve forma da önem veren şairin bu şiirinde kullandığı form da ismine uygun olsun diye her kıtası beş satır olan yedi kıtadan müteşekkildir.

Tasasız Değirmenci


Merhabalar.
Kral bir gün bir değirmencinin evi önünden geçiyormuş. Evin kapısında bir yazı ilişmiş gözüne: "BEN ÜZÜNTÜSÜZ YAŞARIM"  Kral hemen değirmenciyi çağırttırmış ve kapısına böyle bir şeyi nasıl yazabildiğini sormuş.  "Ben bu ülkenin kralıyım, gene de kapıma üzüntüsüz yaşadığımı yazamam,"  demiş. Değirmenci,  "Bir kez yazmış bulundum artık. Bir daha da değiştirmedim,"  demiş.

"Peki,"  demiş kral,  "yarın sabah erkenden bana gel. Sana üç soru soracağım. Bilirsen, o zaman inanacağım üzüntüsüz yaşadığına."  Ertesi sabah erkenden değirmenci saraya gelmiş.  "Günaydın değirmenci dostum,"  demiş kral, "şu anda ne düşünüyorum bil bakalım."  "Değirmenci geldi diye düşünüyorsunuz,"  karşılığını vermiş adam. "Tam bildin,"  demiş kral. "Evet düşündüğüm oydu, ama şimdi ikinci soruya hazırlan; ayın ağırlığı ne kadardır?"  "Çok çok dört çeyrek okka,"  demiş değirmenci,  "inanmazsanız kendiniz tartabilirsiniz." 

"Peki, suyun derinliği ne kadardır?"  demiş kral. Değirmenci de : "Bir taş atımı,"  karşılığını vermiş. Bunun üzerine kral gülerek: "Çok şakacı bir admsın değirmenci. her soruyu böyle çabuk çözüyorsan, üzüntüsüz yaşadığına hiç şaşmamak gerek,"  demiş.

Kral değirmenciyi armağanlara boğmuş, ikisi bütün yaşamları boyunca dost kalmışlar.

Biz mi üzüntüsüz yaşamasını beceremiyoruz, yoksa değirmencinin ülkesi güllük gülüstanlık mıydı?  

Selam ve dualarımla.