Emperyalist Batı


Türk milleti, tarihin ve dünyanın en büyük milletlerinden biridir. Bu büyüklük, kuru bir ırk böbürlenmesi anlamında, boş bir hamaset bağlamında değildir. Türk milleti büyük davalarla yüzyüze geldiği, büyük sınavlardan geçtiği, büyük tarihsel dönüşümlerde rol aldığı, dünyanın gidişatını değiştiren işleri iradesiyle veya gayr-i iradi olarak gerçekleştirdiği için büyüktür.

Tarihi anlamda Hun Türklerinin Batıya akınları sonucu 476 yılında Batı Roma İmparatorluğunun, Fatih'in 1453'te İstanbul’u fethiyle de Doğu Roma imparatorluğunun yıkılışını sağlayan Türk milletidir. 1071'de Anadolu’nun fethiyle İslam’ın Avrupa içlerine yayılmasını sağlayan Türklerdir.

 
Haçlı seferleriyle Batının İslam'ı boğmak isteğini kursaklarında bırakanlar Türklerdir. Birinci Dünyâ Savaşı sonrası bu bölgenin emperyalist Batı tarafından   yağmalanmasına   engel   olan   Milli Mücadele  fedaileri Türklerdir.  Bugün de Batının bütün emperyal projelerine engel olacak potansiyel güç yine Türklerdir. O yüzden Türk milleti büyük millettir derken, sırtlandığı davanın büyüklüğü, bu büyük dava için çektiği çilenin şiddeti, tarihi misyonunun önemi dolayısıyla büyüklüğü gibi durumlar söz konusu ediliyor.

Batı, karşısında her zaman engel olarak gördüğü bu büyük millet için yıpratıcı, bölücü, parçalayıcı imha edici projelerinden vazgeçmedi, vazgeçmeyecektir. O yüzden Kürtler ve başka gruplar gibi Aleviler üzerinde de Batı, projeler yürüterek millî birliği bozma, parçalama çalışmalarından hiçbir zaman vazgeçmedi, vazgeçmeyecektir. Kurt sorunu, vs sorunu gibi bir de Alevi sorunu çıkarması normaldir Batı’nın.  O, bunları emperyalist amaçları için hep yapagelmiştir.


Batının genel emperyal ve kolonyal sisteminin önemli bir aracı da sömürgeleştirmek istediği bir ülkede hiç olmayan bir sorun üretmek, o sanal sorunu büyütmek, karmaşık bir hale getirmek, sonra o ülkenin o sanal sorunu kendi başına halledemeyeceğini düşünüp kendinde oraya müdahale hakkı görmek, kendi kendini hakem olarak tayin etmek ve bu müdahale sırasında da alacağını almak, asıl amacına ulaşmak, o ülkeyi işgal etmek, orayı doğrudan ya da dolaylı olarak sömürge yapmaktır. Bu yöntem, eskiden beri uygulanagelmektedir. 


Tanzimat’tan sonra Osmanlı ülkesinde bir “Doğu Sorunu” çıkarıldı, gayr-i Müslim azınlıklar tahrik edildi, ekonomik olarak güçlendirildi, silahlandırıldı, siyaseten desteklendi ve doğrudan ya da dolaylı müdahalelerle güya hakem rolünü üslenip toplanan konferanslarla, yaptırılan anayasalarla, anlaşmalarla, ilan ettirilen fermanlarla, gerektiğinde savaşlarla Osmanlı ülkesi parçalandı.


Aynı oyun günümüzde de oynanmaktadır. Azınlıklar sorunu çıkarma oyunu devam ediyor. Ermeni sorunu, Kürt sorunu, Süryani sorunu, bilmem ne sorunu derken Alevi sorunu da bu bağlamda, emperyalist proje kapsamında çıkarılan bir sorundur. Amaç, bu coğrafyada doğrudan sömürge olmamak için direnen büyük Türk milleti birliğini parçalayıp zayıflatmak ve kolayca güdülebilir, sömürülebilir, yönlendirilebilir kabileler topluğu,  bir yığın haline getirmek. Türkiye’de sosyolojik ve kültürel anlamda birleşik, uyumlu, çatışmayan bir millet bütünlüğü yapısı, emperyalist Batı’yı rahatsız ediyor. Bunun için başka unsurları olduğu gibi Alevileri de ayrıştırarak, keskinleştirilerek, ötekine düşmanlaştırılarak çatışan unsurlardan biri haline getirmek istiyor. Irak’ta bunu başardı. Şimdi orada, emperyalist Batı’nın şeytanca oyunları sayesinde Sünni-Şi boğazlaşması var. 


Batı, ne Kürtleri sever, ne Alevileri, ne Türkleri, ne başkasını, Batı sadece kendisini ve menfaatlerini sever. Sömürgeciliğe alışmış olan Batı, yağmacılıkla, talanla, alavere dalavere ile elde ettiği bu tatlı zenginliğini devam ettirebilmek için, sömürge sistemini sürdürebilmek için,  herkesi ve her kesimi kullanmaya çalışır, işi bitince de atar. Tarihte bunun çok örneği vardır. Batı emperyalist amaçlarını gerçekleştirebilmek için Kürtleri de Alevileri de başkalarını da kullanmak isteyecektir. Bu onun işi. Burada önemli olan Batının bu tezgahının farkına varıp uyanık olmak, Batının şeytanca tezgahlarına alet olmamak, ayrılık noktalarını değil, birlik noktalarını öne çıkarıp Türk milli birliğini sağlamlaştırmaktır. Kürdün de Alevinin de Türkün de başkasının da iyiliği ve menfaati; Türk milli birlik yapısını, milli devlet yapısını bozmadan tek dil, tek din, tek vatan, tek bayrak, tek devlette kararlılıkla sabit olmaktır.  

Kaynak: “Yeni DergiProf. Dr. Nurullah Çetin

Rubai













Kelimelerle dans eden, bir kalem olsaydım
Sevenler okumaya, ben yazmaya doysaydım
Güneşin battığı, akşamın engin ufkundaki       
Rüyet-i hilal gibi, bir görünüp, kaybolsaydım

Recep Altun

İftar Sofrasını Abartmayın!



-Ritim Bozukluğu Olan Hastalar Oruç Tutabilir mi?
Bilindiği gibi oruçlu iken sıvı ya da katı hiçbir yiyecek ve içecek alınmıyor. Açlık durumunda; kan şekeri düzeyinde düşme, nerohormonal aktivitede (sinir ve hormon) değişiklikler ve uzun süreli oruç tutulunca da yararlı kolesterol olarak bilinen yüksek yoğunluktaki kolesterolde (HDL) yükselme oluyor. Buna karşılık total kolesterol ve zararlı kolesterol olarak bilinen (LDL) kolesterolünde değişme olmuyor.  İftar yemeğiyle birlikte mide-bağırsak sistemi aktif hale geçerken, sindirim sistemine giden kan miktarı artıyor ve tüm bunların sonucunda da kan basıncı yükselerek kalbin işi zorlaşıyor. Ayrıca tıka basa yemekle mide ve bağırsak gazları ile diyaframa yükselerek zorlaşan solunum da kalbi zorluyor.  Tüm bu sebeplerden dolayı özellikle kalp hastaları, iftar yaparken bütün bunları akılda tutmalı. Zira ritim bozukluğunun bir kısmı stresle, bir kısmı da aşırı yemekle tetiklenebilir. Açlık,  adrenalin salgısını artırabilir ve kan şekerinin düşmesi de stres oluşturabilir. Bu gibi özel durum dışındaki ritim bozukluğu olan hastalar, doktorları ile görüşüp ilaçlarını düzenleyerek oruçlarını tutabilir. 


-Tansiyon Problemi Olan Kişiler de Oruç Tutabilir mi?
Düzenli oruç tutmanın kan basıncının normalleşmesine katkıda bulunduğu görülmüştür. Ancak iftarda aşırı yağlı ve tuzlu yiyeceklerin alınması, kan basıncında olağan dışı artışlara sebep olabilir. Bunların da kalp yetmezliğini, inmeleri, felçleri ve kalp krizlerini tetikleyebileceği unutulmamalıdır. Bazı tansiyon hastalarının birden çok ve günün belli saatlerinde ilaç almaları zorunlu olabilir. Bu kişilerin oruç tutması, ilaçlarının vaktinde alınmamasına sebep olacaksa, oruç tutmayabilirler.


-Oruç Tutmanın Kalp Sağlığına Etkileri Var mı?
Düzenli oruç tutmanın; damar sertliğinden koruyucu (HDL) kolesterolü artırıcı etkileri ve koroner arter hastalıkları için önemli bir risk faktörü olan homosisteinin düzenlenmesindeki olumlu etkileri sebebiyle, normal kişileri koroner kalp hastalıklarından koruyucu etkisi vardır. Ayrıca oruç tutmanın, kan basıncı ve şeker hastalığı üzerinde olumlu etkileri sebebiyle de  kalp hastalıklarından korunmada yararlı olduğu kanıtlanmıştır. Bu yüzden sağlık açısından oruç tutmak faydalıdır. 


-Oruç Tutanlar Sıcak Havadan Nasıl Etkilenir?
Güneş altında efor sarf ederek çalışanlar oruç tutmakta zorlanabilir. Bunun için oruç tutmak isteyen hastaların doktorlarına danışarak hareket etmeleri, ilaç düzenlemelerini de doktorları ile birlikte yapmaları önemlidir. En sıcak yaz günlerinde uzun dönem su içilmemesi sebebiyle kanımızın en yoğunlaştığı dönem iftar öncesidir. Araştırmalar gerekli olan sıvının iftardan sahura kadar olan bölümde alındığını göstermektedir. Bununla birlikte kalp hastalarında bazı problemler yüzünden yeterli sıvı alınamayabilmektedir. Bu kanın daha koyu olmasına, yeterli dolaşımı sağlamak için kalbin daha hızlı çalışmasına, dolayısıyla kalbin daha çok yorulmasına sebep olabilmektedir. Az sıvı içilmesi aynı zamanda da böbreklerin çalışmasını bozmakta, zehirli maddelerin kanımızdan temizlenememesine sebep olabilmektedir.

Sahur ihmal edilmeden, hem sebze hem de meyve tüketimini artırarak, çok tatlı ve kolesterolden zengin gıdalardan uzak durularak sıcaklara denk gelen ramazan ayını sağlıklı bir şekilde geçirebiliriz.

Doç. Dr. Atilla Bitigen      

Arakan Vahşeti

MYANMAR, diğer eski isimleri ile BURMA ya da BİRMANYA . Buda uygarlığının hakim olduğu ve Burmaca dilinin konuşulduğu,  başkanlık sisteminin uygulandığı,  Myanmar Birliği Cumhuriyeti 4.1.1948 tarihinde kurulmuş bir ülke.

Arakan eyaleti, Bengladeş-Burma sınırında kuzey-güney doğrultusunda 50.000 km2’lik yüzölçümü olan köklü bir tarihi mirasa sahiptir. İslam’ın Arakan eyaletine ulaşması ise VIII. yüzyılda Arap tüccarlar vasıtasıyla olmuştur.

1784 yılında başlayan Burma işgali sırasında Arakan’ın iki yerli halkı Rohingya Müslümanları ve Budist Rakhineler (Maghlar) ciddi baskı ve zulüm görmüştür. 1826 yılında İngilizlerin bölgeye hakim olmalarının ardından Burma işgali sona ermiş ve Arakan’da 120 yılı aşkın sürecek İngiliz işgali başlamıştır.

Arakan’ın yerlileri olan Müslüman Rohingyalar ve Budist Rakhineler, 19. yüzyıla kadar barış içinde yaşamışlardır. Ancak, 1826’da başlayan İngiliz işgalinin ardından Burma’yı işgalden kurtarma amacı güden Takin partisi, Budist Rakhineleri  Müslüman Rohingyalara karşı kışkırtmaya başlamıştır.

1937 yılında İngiliz sömürge durumu korunarak Hindistan’dan ayrılan Burma’da da Takinler yönetimindeki bütün gücü ele geçirmişlerdir. Müslümanların Budizm için büyük bir tehlike oldukları ve engellenmezlerse güçlenerek Budistleri yok edecekleri yönündeki propagandalarla halklar arasında düşmanlık tohumları atılmış ve Rakhineler Burma idaresi altında yaşamayı, Müslümanlarla bir arada özgür olarak yaşamaya  tercih etmişlerdir.

İngilizlerin ülkeden çekilmelerinden kısa bir süre sonra Hindistanlı ve Bangladeşli Müslümanlara yönelik ilk ciddi saldırılar başlamıştır. Arakanlı Budist Rakhinelerin liderleri Hindistanlı ve Bengladeşli Müslümanların ülkeyi terk etmelerinden sonra Rohingya Müslümanlarına karşı toplu katliamlara girişmişlerdir.

28 Mart 1942’de Minbya kasabasına bağlı Çanbilli köyündeki Müslümanlara saldıran Rakhineler,  köydeki kadın erkek ve çocukları  kılıç ve mızraklarla katletmiştir. Kadınları tecavüz ettikten sonra vahşice öldüren Rakhineler, katliamın ardından bölgeyi yağmalamışlardır.

1942 yılındaki katliamın yaraları henüz sarılmamışken Müslümanlar, 1947 yılında Burmalılar tarafından girişilen yeni bir saldırının hedefi olmuştur. Burma’da 1962 darbesine kadar olan süreçte Müslümanlara yönelik baskı ve zulüm devam etmiştir.





Arakandaki Burma hakimiyeti, Müslüman Rohingyalar için hak ihlalleri ile dolu bir dönemi de beraberinde getirmiştir. Arakanlı Müslümanlara yönelik  1938’de gerçekleştirilen katliamda binlerce Müslüman öldürülmüş, 500.000’den fazla Müslüman bölgeyi terk etmek zorunda bırakılmıştır. 1942’de Müslümanlar yine büyük kıyıma uğramışlar, bu dönemde yaşanan olaylarda 150.000 Müslüman katledilmiştir. 1947, 1954 ve 1978 yıllarında on binlerce Müslüman katledilmiştir.

3 Haziran 2012’de 10 Müslüman Rohingyalının Budist fanatiklerce katledilmesinin Müslümanlarca protesto edilmesini bahane eden Budist fanatikler ve Burma polisi Rohingyalı Müslümanların evlerini yakmışlar, kadınlara tecavüz etmişler ve binlerce Müslümanı katletmişlerdir.  Hala katliamın devam ettiği şeklinde haberler alınmaktadır.



Buraya kadar özetlediğim Arakan eyaletinde yaşayan Rohingyalılara Budist fanatiklerince ve Burma polisince  uygulanan kıyım, zulüm ve katliamın  tek sebebi Rohingyalıların Müslüman olmalarıdır.

Arakanlı Müslümanlara bu zulmü reva görenleri şiddetle kınıyor, katliamın biran evvel durdurulması için devlet büyüklerimizin ve tüm dünyanın gerekli hassasiyeti göstermesini bekliyoruz.


Araştırma: Recep Altun

247 Nolu Koğuş

Yozgat_Çorum_Erzincan_Batman
Sağlığın Başkenti Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinin Genel Cerrahi Kliniğinin 247 nolu koğuşundaki hasta ve refakatçilerden soldan sağa doğru: Yozgat'lı Dursun, Çorumlu Erkan, Erzincan'lı Yılmaz'ın annesi ve Batman'lı Burhan'ın yer aldığı fotoğraf karesini görmektesiniz.

Batman'lı Burhan
Yeme ve içme konusunda son derece dikkatli olan Batman'lı Burhan, ideal kilosununu beslenmesinde gösterdiği azimli ve kararlı tutumuna borçlu olduğunu söylemekle birlikte bu arada sigarayı da bırakmasının verdiği sevinci yüzünde görmek mümkün. Davranışlarıyla örnek bir insan profili çizen Burhan'ı yatağında istirahat ederken görmektesiniz.
 
Kırşehirli Faruk ve Çorumlu Erkan
Kırşehir'li Faruk ile Çorum'lu Sarı Halit'in acil cerrahi kliniğinde başlayan tedavileri, genel cerrahi kliniğinin 247 nolu koğuşunda da onları biraraya getirdi. Fotoğraf karesinde Kırşehirli Faruk ile Çorum'lu Sarı Halit'in refakatçisi oğlu Erkan görülmektedir.

Kırşehir_Kaman'lı Faruk
İki ay süren uzun bir tedavi sonrası yaşama azmini kaybetmeyen ve hayata sıkı sıkı tutunan Kırşehir'li Faruk, nihayet taburcu olacağı güne doğru yaklaşmanın sevincini tebessüm eden yüzüne yansıtarak, sevincini koğuştaki arkadaşlarıyla paylaştığı fotoğraf karesinde görülmektedir..
  
Çorum_İskilip'li Sarı Halit
Çorum'lu Sarı Halit'in herkes uyuduğunu sanyor. Ama o, daha önce Çorum'da geçridiği talihsiz bir katarakt ameliyatı sonrası operasyon geçiren gözünün görme yetisini belirli bir oranda kaybettiği için gözlerini devamlı kapalı tutuyordu. Belki de uyumayı seviyordu da bize öyle geliyordu.

Erzincan'lı_Yılmaz Ameliyat Sonrası
Ameliyat öncesi kontrollerini yapmak üzere gelen hemşirelerin koğuşunda bulamadığı Erzincan'lı Yılmaz'ı böyle koğuşundaki yatağına bağlayan geçirdiği operasyondur.

Erzincan'lı Yılmaz Ameliyat Sonrası 2. Gününde
Ameliyat olduğu gün bile yatağında olmak istemeyen Erzincan'lı Yılmaz, hemen yürüme egzersizlerine başlamıştı. Bunun biraz da genç yaşına bağlı olduğunu kendisi de biliyor.
 
Çorum-İskilip'li  Sarı Halit
Çorum-İskilip'li Sarı Halit'in sarılığı doğuştanmış. Bu nedenle ona memlekette "Sarı Halit" dediklerini refakatçisi olan oğlu Erkan anlatmıştı. Halit'in tüm bedeninin limon sarısı bir renkle kaplı olduğu aşikar görünüyordu.

Yozgat'lı Dursun
Daha önce başka bir koğuşta iken operasyon geçiren Yozgat'lı Dursun 247 nolu koğuşa nakil gelmiş olup, koğuşun en genç hastası olma ünvanını hala korumakta.

Kırşehir-Kaman'lı Faruk Taburcu Oldu
Kırşehir'li Faruk, 24 Temmuz 2012 salı günü taburcu olmasının hem sevincni, hem de koğuştaki arkadaşlarından ayrılmanın hüznünü birada yaşadığını bu fotoğraf karesine yansıtmıştır.

Bu blogda yer alan 247 nolu koğuşun tüm hasta ve refakatçileri sosyal ve aynı zamanda her konuda paylaşmayı seven örnek şahsiyetlerdi.  

247 nolu koğuşun hastaları ile birlikte şifa bekleyen tüm hasta kardeşlerimize Cenab-ı Hakk'tan acil şifalar dileriz. 

Recep Altun

Batı'nın Zilleti


Öldürülen Aziz Kara ve Malikanesi
Batı’dan, ama hassaten Avrupa Birliği denen eşkıyalar koalisyonundan darbe üstüne darbe almasına, hakaret üstüne hakaret görmesine rağmen, hala aptalca aynı “batılılk” kavalını çalmaya devam etmekte bir beis görmeyen Türkiye, bütün komplekslerinden arınmış bir şekilde soğukkanlılıkla “Batı nedir ve Batılı olmak ne demektir?” sualini ele almaya yanaşmamaktadır.

Batılı olmak ne yazık ki biz Türklere medeniyetin olmazsa olmazı olarak dayatılmış içi çamur dışı krema olan sahte bir pasta. Nitekim bu sahteliğin medeniyetin beşiği, demokrasinin havarisi Fransa'da meydana gelen olaylarda nasıl gün yüzüne çıktığını gördük. Hayır arkadaşlar hayır, batılı olmak bir meziyet bir erdem değildir. Biz, eğer medenileşmek istiyorsak, o medeniyeti batıda değil kendi tarihimizde,  kendi değerlerimizde arayalım. Çünkü hiç bir millet, tarih sahnesinde bizim kadar medeni,  bizim kadar hoş görülü olmamıştır. Aşırma bir medeniyet üzerimizde ancak çıplak kralın elbiseleri kadar şık durur.

Çağdaş, medeni, demokrat, uygar, hümanist ve  insan haklarına saygılı,  batılı ülkeler arasında yer alan ve bir tolerans ülkesi olarak da bilinen Hollanda’nın Almelo şehrinde Ingrid ve Henk isimli bir çift tarafından haziran ayı içersinde dövülerek komalık edilen 64 yaşındaki Aziz Kara’nın, 11 gün  komada kaldıktan sonra,  4 Temmuz 2012 günü hastanede hayatını kaybettiğini basından öğrenmiştim.

Aziz Kara'nın Eşi ve Çocukları
Yıllardır Almelo şehrinde yaşayan  Kara ailesi, Türklerden nefret eden Hollandalı ırkçı komşularının sürekli kendilerini “Biz Türkleri sevmiyoruz. Türkler kötüler, pisler” şeklinde taciz etmelerine ve kışkırtmalarına rağmen bu aile ile hiçbir zaman kavga etmemişler. Ancak, adı geçen Hollandalı ırkçı aile daha da ileriye giderek Aziz Kara’yı dövmek suretiyle ölümüne sebebiyet vermiştir.

İşte bu elim olayın yaşandığı batılı ülke Hollanda, vatandaşımızı komalık edinceye kadar döverek ölümüne sebebiyet verenler de çağdaş, demokrat, medeni ve insan haklarına saygılı  Hollanda vatandaşlarıdır.

Recep Altun

Zumbara

Türkiye'nin de bir sosyal paylaşım sitesi var artık: Zumbara... İnsanların birbirine parasız yardım etmeleri üzerine kurulan paylaşım sitesi, Facebook ve Twitter gibi işliyor. Sistemin kurucuları ise Ayşegül Güzel ile Meltem Şendağ.


 
Paranın önemli olmadığı zamanlarda, insanların birbirlerinin işlerine hiç düşünmeden koşturduklarını dinlemişizdir büyüklerimizden. Aslında onların anlattıkları bu yardımlaşma hikâyeleri, yakın zamana kadar bizimde hayatımızın bir parçasıydı. Komşunun ekmeğini aldığımız, pazardan dönen yaşlı teyzenin elindeki fileleri taşıdığımız günler uzak değil. Ancak bu duygular günümüze yabancılaştı, geçmişe dönüp "Ah eskiden insanlar böyleydi." diyebileceğimiz anılara dönüştü. İnsanlar, elini uzatınca kolunu kaptırmaktan korkuyor artık. Bu yüzden kimse kimsenin işine koşmuyor.


"www.zumbara.com" adresinden üye olduktan sonra kendinize ait bir profiliniz oluyor. Arkadaş listeleri, yorumlar burada da var. Diğer sosyal paylaşım sitelerinden tek fark, Zumbara'da insanlar, fotoğraflarını ve düşüncelerini değil; zamanlarını ve bilgilerini paylaşıyor. Bir de bu sosyal ağda bulunmak isteyenlerden, üyelik sırasında uzmanlık alanlarını ve insanlara yardım etmek istese hangi alanda yardım edebilecekleri yazması isteniyor: Fotoğraf çekmeyi öğretebilirim, yemek tarifi verebilirim, hukuk danışmanlığı yapabilirim, musluk tamir edebilirim gibi... Üyelikten sonrası ise sizin 'Zumbaranıza' attığınız zamanlara bakıyor. Ne kadar çok birilerine yardım ederseniz o kadar çok aktif kullanıcı oluyorsunuz. Ve o kadar yardım alma hakkı kazanıyorsunuz. Paylaşım kültürünü yaymak için oluşturulan sitede bu yardımlaşmanın adı ise servis değişimi. Kısacası Zumbara, hem paylaşım kültürünü yeniden canlandırıyor hem de bilgisayar başındaki sosyal paylaşımı hayatın içine taşıyor. Ancak üç yıl önce kurulan sitenin yapılanması daha yeni yeni oturuyor. Dünyaca ünlü bir site olması içinse teknik çalışmalar devam ediyor.

İlham kaynağı İspanya!

Türkiye'de doğan bu sosyal paylaşım sitesinin hikâyesi ise Boğaziçi Üniversitesi'nde Uluslararası Ticaret okuyup yurtdışına çalışmaya giden iki genç kızın yaşadıklarında gizli. Her şey, Ayşegül Güzel'in (29) İspanya'da dünyaca ünlü bir giyim firmasında işe girmesiyle başlar. İş hayatının yanında bu ülkede başka neler yapabilirim düşüncesiyle çevresini kolaçan eden Güzel, ikamet ettiği semtte "Zaman Bankası" adında bir sivil toplulukla tanışır. Sonrasını kendinden dinleyelim: "İspanya'da pek çok yerde merkezi olan bu Zaman Bankası'nda, insanlar birbiriyle tanışıyor, çevre oluşturuyor ve oluşturdukları bu çevreden yardım alıyordu. Bu çok hoşuma gitti. İnsanların birbirinden uzaklaştığı ve her şeyin parayla yürüdüğü bir çağda, bu topluluktakiler tam tersini yapıyor. Birilerinin yardımına koşmak için zaman ayırıyor. Hem de para harcamadan. Kültümüzde olan bu duyguyu İspanya'da yaşamak için ben de katıldım topluluğa. Böylelikle İspanya'da kendimi yabancı hissetmeyecektim. Kısa sürede semt sakinlerinin çoğunu tanıdım. Mesela bir teyze vardı, markete giderken beni yardım için yanına çağırıyordu. Ben de başka bir arkadaştan 'salsa' öğreniyordum." 

Güzel, dört yıl kaldığı İspan-ya'dan Zaman Bankası'nı yaymak için ayrılır. Paylaşım duygusu o kadar ağır basar ki, artık sıkıldığı iş hayatını ve kariyerini bırakıp Türkiye'ye döner. Yalnız değildir bu yolda. İrlanda'da çalışan üniversite arkadaşı Meltem Şendağ (29) da her şeyi bırakıp ona eşlik eder. Sonuç: 2009'da Türkiye'ye gelen iki arkadaş, artık hayatın internet üzerinden aktığını düşünerek planlarını değiştirdikleri 'Zaman Bankası' sistemi için, bir sosyal paylaşım sitesi kurmaya karar verir. Hemen çalışmalara başlar ve arkadaş yardımıyla sitenin kurulumunu yapacak bir teknik ekip oluştururlar. Ama öncesinde eş dost ile beyin fırtınası yapılarak sitenin adına ve içeriğine karar verilir. Gerisi malum; site her geçen gün yenileniyor ve Türkiye'de hızla yaygınlaşıyor. Ama Güzel ve Şendağ, bu ağın, sadece Türkiye'de değil, dünyada da kullanılır bir ağ olmasını istiyor. 

Zumbara sosyal hayatta da aktif !

Zumbara üyeleri sosyal medya dışında sosyal hayatta da bir araya geliyorlar. İstiklal Caddesi Erhavi Han'da çarşamba akşamları bir araya gelip birbirlerine yeni şeyler öğretiyorlar. Site kurucuları, şimdilik İstanbul'da devam eden bu etkinliği şehir temsilcilikleri kurarak bütün şehirlere yaymak istiyor. Böyle bir etkinlikteki amaç ise Zumbara'nın İspanya'daki örneğini de Türkiye'de hayata geçirmek...

Neden Zumbara?

Sisteme üye olurken kullanıcılara "Neden Zumbara?" sorusu soruluyor. Bu soruya kullanıcıların ağırlıklı olarak cevapları Zumbara'yı bir iyilik hareketi olarak görmesi üzerine. Bunun yanı sıra para lafının geçmemesi, insani duyguları ortaya çıkarması, bildiğin bir şeyi öğretebilme ve öğrenmek istediğini öğrenme fırsatı sunması da insanların bu sosyal ağa girmek isteme sebepleri arasında.

Yardım alamayacağınız bir alan yok!

Zumbara'da istediğiniz her alanda servis alabiliyorsunuz. Çünkü üye kitlesi içerisinde her meslekten insan var. Tatlı su balığı besleme yöntemlerinden senet işlerinin nasıl yürütüldüğünü anlatacaklara, matematik dersi vereceklerden musluk tamir edeceklere pek çok kişi mevcut sistemde. İnsanların yardım karşılığında en çok almak istedikleri servis ise psikolojik danışmanlık...

Kaynak   :Zaman Gazetesi
Haber     : Sevim Şentürk
Fotoğraf: Hüseyin Sarı

Ramazan Hoş Geldi!

Nihayet geldi! Bereket, rahmet ve mağfiret sofrasını bir ay boyunca inananların kalbine kuran Ramazan-ı Şerif, incecik bir hilal hâlinde doğdu dünyamıza, şehrimize, evimize... Karanlıklar içinde kalan ruhumuzu ısıtacak, yaralı kalplerimizi sanp sarmalayacak, ruhumuzda iftarlar yapacak ramazan hoş geldi!

Yoksulduk! Artık değiliz...

Mübarek ramazan cömert sofrasını serdi önümüze. İman, ahlak, erdem ve dua zenginliğine kavuştuk.

Unutmuştuk! Artık şahidiz.

Bu kutlu ayın bütün güzellikleriyle gelişine şahit olduğumuz gibi, onun da bizlerden şahit olmasını istiyoruz. Yapacağımız dualara, tutacağımız oruçlara, kılacağımız teravihlere, dokunacağımız yoksul sofralarına, her zamankinden daha büyük bir aşkla okuyacağımız Kur'an sayfalarına, dilimizden eksik etmeyeceğimiz salavat-lara, kimseyi incitmeden ve kötü sözle muamele etmeden geçireceğimiz anlara göklerin şahidini şahit yazacağız.

Boştuk! Artık doluyuz!

Çünkü göklerden inen ramazan, içindeki rahmet ve bereket hikmetlerini bize boşaltacak. Açlığımızı ve boşluğumuzu hissettirecek. Doymaya ve doldurmaya çalışacağız. Ama onu eli boş göndermeyeceğiz giderken. Bizde birikeni yine ona vereceğiz. Yılda bir kez gelen bu kutlu misafiri en iyi şekilde ağırlayıp hediyelerle göndereceğiz.

Acıkmıştık! Artık doyduk. Susamıştık! Artık susuzluğumuz gitti.

Sezai Karakoç'un dediği gibi aynen: "Siz sanmayın ki, oruçta yalnız siz susar, siz acıkırsınız. Oruç da susar oruç da acıkır. Çünkü: Oruç da canlıdır. Sizin gibi. Hatta sizden fazla. Evet, Oruç da susar, oruç da acıkır. Orucun susadığı ve ab-ı hayat gibi kanamadığı su, " Kur'an sesi”, "acıktığı" namaz", örtündüğü "merhamet", kuşandığı giyindiği, Allah'ın adının yükseltilmesi yani "cihat"tır."

Çok konuşuyorduk! Artık sustuk!

Bütün azalarımız başka bir dilden konuşsun diye sustuk. Şeytanın oruç ayında bağlanması gibi biz de dilimizi, kulağımızı, gözümüzü, elimizi, hasılı kelam bedenimizi bağladık. Bütün azalarımızı oruca ayarladık.

Özlemiştik! Artık sevgilimize kavuştuk!

Onun bizi özlemesi kadar olmasa da gökte incecik hilali görünce sevindik işte. Hikmetini ve sırlarını biraz olsun anlarız diye kucakladık onu. Birlikte geçireceğimiz kısacık otuz günü en iyi şekilde değerlendirmenin telaşına ve sevincine düştük. Ey oruç tut bizi!..


Rahmeti, bereketi ve mağfireti kuşanacağımız dolu dolu bir ramazan geçirmek dileğiyle...

Kaynak: Salih Zengin/Aksiyon Dergisi         

Sakın Terk-i Edepten


Şair Nabi, Sultan 4. Mehmet döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanı ile birlikte yola çıkar. Kafile Medine-i Münevvereye yaklaşmıştır. Vakit gecedir, Rasulullah (s.a.v) efendimize bir an önce ulaşmak özlemi ile Nabi'nin gözüne uyku girmemiştir. Fakat kafiledeki bir paşa hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır.

Hz Peygamberin (s.a.v) beldesinde edebe aykırı böyle bir gaflet halini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nabi, içinden gelen bir ilhamla kasidesini bir anda irticalen söyleyiverir. Kafile şafak vakti Medine-i Münevvereye girmektedir. Ravzayı mutahharanın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar.

Nabi dikkat eder, okunan kendi kasidesidir. Hemen minarenin kapısına koşar. Müezzine: "Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nereden öğrendin?" diye sorar. Müezzin şöyle cevap verir: "Bu gece rüyamda Efendimiz Resul-i Ekrem'i gördüm. Bana dedi ki; ya müezzin kalk,  yatma! Benim ümmetimden bana aşık bir zat benim kabrimi ziyarete geliyor. Muhabbetinden benim için şu kasideyi söylemiştir. İşte bu cümlelerle minareden onu istikbal et." buyurdu.

Bende hemen kalktım ve abdest aldım; Peyganberimizin iltifatına mazhar olan aşık acaba kimdir diye düşünerek minareye koştum. Öğretildiği gibi okudum. Nabi: "Rasulullah benim için ümmetimden mi" dedi? Diyerek sevincinden oracığa bayılıp düşer. İşte o kaside:


Şair  Nabi (Ş.Urfa:1641-1712)












SAKIN TERK-İ EDEPTEN

Sakın terk-i edepten kuuy-i mahbub-i hudadır bu
Nazargahı ilahidir, makamı Mustafadır bu
Felekte mah-i nev babusselamın sine-çakıdır bu
Bunun kandili cevza matla-i zıyadır
Habibi kibriyanın habgahıdır fazilette
Tefevvuk-kerde-i arşı cenabı kibriyadır bu

Bu hakin pertevinden oldu deycur-i adem zail
Amadan açtı mevcudat düşçeşmin tutuyadır bu
Murat-ı edep şartıyla gir Nabi bu dergaha
Metafı kutsiyandır cilvegahı enbiyadır bu

AÇIKLAMASI:

Burası Allahın sevgilisinin beldesidir. Cenabı hakkın nazar buyurduğu ravza-i nebidir. Bu gökteki yeni ay babusselam kapısının yüreği yanık aşığıdır. Ayın kandili cevza yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır. Burası, Allah (cc) sevgilisinin ebedi istirahatgahının türbesinin bulunduğu yerdir. Ve fazilet bakımından cenabı hakkın arşının bile üstündedir. Bu toprağın ziyasından yokluğun karanlıkları ortadan kalktı, bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı. Çünkü bu toprak gözlere şifa veren sürmedir. Bu dergaha edep ölçülerini gözeterek gir. Çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir.

Kaynak: İnternet

Erdem


Yüksek ahlak anlamına gelen erdem, dünyanın her yerinde her zaman ihtiyaç duyulan bir güzel huydur. İyilik yapanlar, hakkı ve sabrı tavsiye edenler, özüyle sözü bir olanlar, muhtaç ve yoksula verenler, merhametliler, kimseyi incitmeyenler, selamı esirgemeyip hal hatır soranlar, adaletten asla şaşmayanlar; vatan, istiklal, hürriyet, namus gibi mukaddes değerler için fedakarlıkta bulunanlar, yaratılmış her varlığı Yaratan’dan ötürü sevenler vb. güzel davranış sahipleri erdemli insanlardır.

Bu niteliklere sahip insanlara her zaman ve her yerde, hele yaşadığımız bu devirde çok muhtacız. 

Erdemin kaynağı Allah inancı ve takvadır. Yüce Yaratıcı’ya iman eden, ebedi kitap Kur’an-ı Kerim ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olan kişiler elbette erdemlidirler. Çünkü erdemin olmazsa olmazlarından biri de dünya ötesi dünyaya ve büyük mahkemeye iman etmektir.

Erdemli insanların çoğunlukta olduğu toplumlarda ağızlar tatlıydı, gönüller şendi; sofralar, kapılar, eller açıktı; diller, gözler ve nefisler kapalıydı. Böylesi altın asırlara özlem duymamak elde midir?

Zamanımızı erdemli asırlar gibi yapmak elimizde midir? Elbette… Yeter ki isteyelim, çaba gösterelim, azimle çalışalım. Her şeyden önce ilahi nizama uygun bir eğitim sistemi kurup nesillerimizi ona göre eğitielim.

Kaynak: Üslup Dergisi-Osman Yılmaz 

Hacı Bayram

Huzur ve sükûnete ihtiyacım olduğunda kendimi Hacı Bayram'a atarım. Kendimi burada birazcık iyi hissederim.



Çok tanrılı bir dönemin temsilcisi olan Agustus tapınağı ile ona saygı ve hoşgörü göstererek zarar vermeden sadece kuzeybatı duvarına bir açı ile birleştirilmek suretiyle tapınağa komşu olarak inşa edilen tek tanrılı dönemin temsilcisi Hacı Bayram-ı Veli Camii’nin yan yana birlikte günümüze kadar gelmiş olmalarını, Türk kültürünün ve Müslüman inanışının muhteşemliğinin en büyük ifadesi olarak yorumluyorum. Eski Anadolu geleneği ve Anadolu insanının hoşgörüsünün izlerini günümüze kadar taşıyan bu eseri uzun uzun seyreder ve tefekküre dalarım.






Daha sonra Ankara kalesi ile Altındağ'ın gecekondularına doğru bakar; oralarda kendime göre geçmişin izlerini görmeye çalışırım. Kendimi zaman tünelindeki bir seyyah gibi hisseder, o zamanın olayları içinde olmaktan ve onlarla birlikte yaşamaktan dolayı  mutlu olurum.




NOT: Fotoğraflar Bana Aittir.

Yaşasın Adalet!



Türkiye Vakıflar Bankasından almış olduğum kredi kartı için, hesabımdan 2011 yılına ait 35.00TL. Yıllık Kart Aidatı kesilmesi üzerine, ben de Ankara ili Keçiören İlçesi Kaymakamlığı nezdinde faaliyet gösteren "Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığı"na 02.02.2012 tarihinde başvurarak, söz konusu kart aidat bedelinin tarafıma iade edilmesini talep ettim. 

Heyet Başkanlığınca 06.06.2012 tarihinde isteğim doğrultusunda lehime verilen karar örneğini, benim gibi olan blogger arkadaşlarımın istifadesine sunmak üzere aynen aşağıya çıkardım.

       TÜKETİCİ SORUNLARI HAKEM HEYETİ KARARI
Tüketicinin 4938 41** **** 7018 nolu kredi kartından üyelik ücreti alınmıştır. Tüketici kullanmış olduğu kredi kartlarından alınan kart aidat bedellerinin tarafına iadesini talep etmektedir.
VAKIFBANK A.Ş. TEL. VE İNTERNET BANKACILIĞI MÜD. tarafından savunma verilmiştir.
Tüketici dilekçesi ekleri olan kart aidatını gösteren hesap bildirim cetvel ve VAKIF BANK A.Ş. TEL. VE İNTERNET BANKACILIĞI MÜD. tarafından verilen savunma incelenmiştir. Konu, 4822 sayılı Kanunla değişik 4077 sayılı Kanunun 4/A maddesi kapsamında değerlendirilebilir.
Dosyanın incelenmesi sonucu:
1-Şikayete konu olan ücret 4077 sayılı kanunun 6. ve 10/A maddeleri çerçevesinde değerlendirildiğinde;taraflar arasındaki kredi sözleşmesinin matbu ve tek taraflı olarak tüketici aleyhine dengesizliğe yol açacak şekilde düzenlendiği, bu şekildeki haksız şartların tüketici yönünden bağlayıcı olmadığı belirtilmiştir. Yine 4077 sayılı Kanunun 10/A maddesinin son fıkrasında sağlayıcının tüketiciden komisyon veya benzeri bir isim altında ilave ödemede bulunmasını isteyemeyeceği belirtilmiştir. Yasal düzenlemeler karşısında ilgili bankanın tüketiciden istediği yıllık kullanım ücretinin yasal dayanağı bulunmadığından taraflar arasındaki uyuşmazlık sözleşme ilişkisinde uygulanması gereken BK.nun 125 maddesindeki 10 yıllık zamanaşımına tabi olup (Yargıtay 13 HD 2011/4736 E 2011/11579 K HGK 2010/13-93-88) tüketicinin talebinin KABULÜNE,
2-Tüketiciden alınan 2011 yıllarına ait kesilmiş olan 35.00 TL'nin (ödenmiş ise) geri iade edilmesi gerektiğine,
3-4822 sayılı Kanunla değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 22.maddesi uyarınca ve tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde Tüketici Mahkemelerine itiraz yolu açık olmak üzere katılanların oybirliği ile karar verilmiştir.

Söz konusu karara itiraz etmeyen banka, yersiz olarak benden tahsil ettiği 35.00 TL. yıllık kart aidat ücretini hesabıma iade etmiş ve bu işlemi ayrıca cep telefonuma da mesaj göndererek beni bilgilendirmiştir.

YAŞASIN ADALET!

Recep Altun