Bimcell Kazığı



2012 yılı itibarıyla GSM sektöründe BİMcell adı altında hizmet vermeye başlayan BİM, Türk Telekom'un alt yapısını kullanarak BİMcell faaliyetleriyle GSM sektöründe de müşterilerine hizmet sunmaktadır. 

Gerçekten Bimcell abonelerine, diğer GSM operatörlerine göre en uygun fiyatı sunduğu için bağlantı kalitesine pek önem vermeyen GSM abonelerinin tercih ettiği bir sektör olmuştur. Bu bağlamda ben de on yılı aşkındır Bimcell'i tercih ederek GSM hizmeti alanlardanım. 

Ben,  Bimcell'in karma üçlü paketlerinden  yurt içi her yöne 750 dakika, her yöne 250 SMS ve 3 GB internet içeren "Dost Küçük" paketini aylık 102,00 TL. karşılığında kullanıyorum. Geçenlerde kullanım süresi bir ay ile sınırlı olan paketimin süresi bittiği için yeniden 102,00 TL. karşılığında paketimi yenilemem gerekiyordu. Ancak, 750 dakika konuşma süresi bana çok fazla geldiği için her seferinde artan konuşma sürem boşa gidiyordu. GSM hizmeti veren sektörler karma paketlerde bu süreleri öyle güzel ayarlıyorlar ki, kimine konuşma ve internet süresi yetmediği için daha büyük karma paketleri tercih etmek zorunda kalıyor; kimilerine göre de en ucuz paketin içerdiği süreler bile fazla geldiği için benim gibi beyhude ücret ödemek durumunda kalıyorlar. Ben de bu ay Bimcell hesabıma, 58,00 TL. karşılığında sadece 250 dakika konuşma süreli olan paketi tercih etmek üzere 90,00 TL. para yatırdım. O ara konuşma paketi tercihimi telefon ile evde daha rahat bir şekilde bildirmek üzere yola koyuldum. Ben mağazadan çıkıp eve gidinceye kadar, telefon cihazımda açık kalan "mobil veri" internet hizmeti sağlayan konum, hesabımdan 37 küsur lirayı kaşla göz arasında yutmuş. Eve gelince, SMS ile Bimcell'e 250 dakika paketini tercih ettiğimi gönderdim. Bimcell bana, bu hesabın aktif olduğunu ve kullanmaya başlayabileceğimi; ya da hesabımda kalan paranın bu pakete yeterli gelmediği için bu isteğimi yerine getiremediklerini belirten bir uyarı mesajı göndermesi gerekirdi, ancak söz konusu iki mesajdan hiçbiri gelmedi. Bakiye kalan bilgilerimi sorgulamam sonucunda hesabımda sadece 54 küsur liranın kaldığını öğrenince beynimden vurulmuşa döndüm. Olayı anlamakla beraber müşteri hizmetlerini aradım ve konuyu teyitle öğrenmiş bulundum. 

Bu etraflı ve uzunca GSM hikayemi neden anlatmak istediğime gelince. Ben daha tercihimi belirtmeden ve gerçekten cep telefonumu açıp internet bile kullanmamışken, sadece telefon cihazımdaki "mobil veri" tercihi açık kaldığı için, bunu bir fırsat bilerek beş dakika içinde hesabımdaki paranın 37 küsur lirasını internet kullanımı karşılığında yutmasına kızdım doğrusu. Ben bu duruma göre, pirince giderken evdeki bulgurdan oldum. İşte iletişim hizmeti sağlayan tüm operatörler aynı zihniyete sahip. Hizmet vermekten öte, "abonemi nasıl soyarım" mantığı ile çalışmaktadırlar. 

Kimin Cumhuriyeti?

GÖRÜNEN o ki, Cumhuriyetimizin 100. yılını en çok reklam ajansları kutluyor. Yüz yıl! Yüz yıl, dile kolay yüz yıl! Nasıl bir kabullenememişlik ki, Cumhuriyetimizin bir asrı geride bırakılmasını kutlamayı bile hazmedemiyorlar.

Bu, o yalın ayaklı çocukların Cumhuriyetidir.

Çok yaşa Cumhuriyet, ilelebet yaşa!

Y.B.

NOT: Bu paylaşım yorumlara kapalıdır. 

Daha Nereye Kadar?..

Bu bloglar niye var? Hep iyi giden şeyleri paylaşıp, ortalığın güllük gülistanlık olduğunu göstermek için mi? Gerçeklere hiç mi değinmeyeceğiz? Hep mutlu şiir, hikaye ve romanlar mı paylaşacağız? Hep edebiyat ve güzel sanatlar mı konuşacağız? Hep tabiatın yeşil ve mavi denizlerinden; kuşlarından, böceklerinden mi konuşacağız? Hep mutluluk tabloları mı resmedeceğiz? Kanayan, hatta kangren olmuş yaralardan hiç bahsetmeyecek miyiz? 

Türkiye Cumhuriyeti'nin devirdiği bir asrın sonunda ne hale geldiğimizden, her şeyin tepe taklak olduğundan hiç bahsetmeyecek miyiz? Ben öyle bu toplumun çok okumuş, bilgin ve aydın sayılan bir ferdi olmamakla birlikte neyin ne olduğunu görürken; okumuş, bilgin ve aydın kesimi oluşturan bu vatanın evlatlarına sesleniyorum. Daha nereye kadar?..

NOT: Bu paylaşım yorumlara kapalıdır. 

Gönül

"Gönül Çalab’ın tahtı,
Çalap gönüle baktı, 
İki cihan bedbahtı, 
Kim gönül yıkar ise." 

Çalap, Tanrı demektir. Tanrı’nın tahtı, insanın gönlüdür. İnsan gönlü yıkmak sembolik olarak Tanrı’nın tahtını yıkmak anlamına gelir, Kabe’yi yıkmaktan daha kötü bir davranıştır. Gönül yıkan iki alemde de hüsran olur.

Yunus Emre’nin şiirlerinden bir kez daha anlaşılıyor ki “gönül” kavramı son derece önemlidir. Çünkü, Gönül, Hakk’ın tecelli ettiği yerdir. Gönül kıranın bu dünyada da öbür dünyada da yeri yoktur. Makbul kabul edilebilecek hangi iyi işi yaparsanız yapın; eğer gönül kırdıysanız, hiçbir kıymeti yoktur. Yunus Emre, gönlü her şeyden üstün tutar. Cenab-ı Hakk orada tecelli ettiği için gönül yıkmanın çok büyük günah olduğunu söyler. Gönül yapmak ne kadar takdire şayan görülmüş ise, bir gönlü incitmek de o derece günah addedilmiştir.

Lügatler gönlü şöyle tarif ederler: "Gönül, yürekte olduğu varsayılan nitelik, sevgi, istek, anış, düşünüş gibi duygu kaynağı, kişinin iç dünyası. Arzu, istek, sine" Farsça dil, derun; Arapça kalb, hatır ve Türkçe yürek kelimeleriyle de karşılanan gönül; Türk edebiyatının divan, halk ve dini-tasavvufi mahsullerinin en önemli ve en çok işlenen konularından biridir. İmanın ve küfrün merkezi kalptir. Kalp iman nuru ile dolduğunda gönül, inkara ve küfre yöneldiğinde ise nefistir.

Arapça kökenli bir sözcük olan tecelli ise, ''cela'' kökünden türetilmiştir. Cela görüntü, tecelli ise görünmek ve belirmek anlamına gelir. Herkesten gizlenmiş bir şeyin açığa çıkması ve belirmesi demektir. Mecazi anlamda kader manasına da gelen tecelli; tasavvufta ise farklı bir manaya gelir. Başta Niyazi Mısri ve Yahya Efendi olmak üzere birçok divan şairi, Allah'ın sıfatlarının dünyada zuhur etmesini tecelli olarak adlandırmıştır. 

Bu bağlamda demem o ki; gönül yıkmayalım, kırmayalım, incitmeyelim; devamlı gönül yapalım, gönül alalım. Birinin gönlünü yıktığımız, kırdığımız, incittiğimiz zaman, Tanrıyı incitmiş ve kırmış gibi oluruz. Cenab-ı Hakk cümlemizi, gönül yıkanlardan değil, gönül yapanlardan eylesin inşAllah.

Pekmez Akıllı

 


Bahçemizdeki asmalardan bu sene pekmez kaynatacak kadar üzüm alamadık. İlaçlamamıza rağmen, üzümleri yine küf hastalığı sardı. Biraz Yelek köyünden biraz da arkadaşımın ceviz bahçesindeki asmalarından getirdiğimiz üzümleri pekmez toprağı ile karıştırdık, balkonda torbalarda çiğnedik ve elde ettiğimiz şırayı leğene koyduk ve başladık şırayı kaynatmaya. 

İlk günü şırayı bir taşımlık kaynattıktan sonra şırayı leğenden kovalara aldık. Şıra ertesi günü sabaha kadar kovalarda uyudu. Ertesi sabah uykusundan uyanan şırayı tekrar leğene boşalttık ve başladık yeniden kaynatmaya. Nihayet üzümden elde ettiğimiz şıra pekmeze döndü. 


Biz Kırşehirliyiz. Belki duydunuz ya da duymadınız; biz Kırşehirlilerle alay edilen bir "pekmez Akıllı" hikayesi vardır. Bu zamana kadar rivayeten anlatılan hikayeyi sizlerle paylaşmak istedim. 

Bir gün Kırşehirli bir köylünün ahırında yangın çıkar. Köylünün ahırında hem büyükbaş hayvanları, hem de pekmez küpleri varmış. Yangını gören diğer köylüler de yangın yerine yardıma gelmişler. Ahırı yanan köylü "Aman önce pekmez küplerimi kurtarın!" diye feryat ediyormuş. Oysa ahırda büyükbaş hayvanları da var; aslında yangından ilk kurtarılma önceliği canlılarındır. İşte bu nedenle "Nerelisin?" diye sorduklarında "Kırşehirliyim" deyince, "sen de mi pekmez akıllısın?" diye biz Kırşehirlilerle istihza ederler.  

Anlatılan bu hikaye ne derece doğrudur, ya da uydurmadır bilmiyorum. Ancak, pekmezin değerini, pekmez kaynatan bilir. Bu yıl bizim buralarda pekmezin kilosuna yüz elli lira diyorlar. Bu da bir kilo bal parasına müsavidir.