Pembekol

1940'lı Yıllarda Niğde Polis Karakolundan Bir Fotoğraf Karesi.
İnternetten Alıntıdır.

Sakın beni bilgiçlik taslayan biri olarak addetmeyin. Ben sadece araştırarak öğrendiğim bir alan üzerinde karşılaştığım ilginç konuları bazen olduğu gibi, bazen de soru-cevaplı bir tarzda paylaşıyorum. İşte, aşağıda yine öyle ilginç bir konu var; okumaya ve cevaplamaya ne dersiniz?

TRT 80’li yıllarda, bir polis komiserinin çalıştığı karakolu pembeye boyattığını ve komiserin “Bundan sonra vatandaş karakolda dayak yemeyecek. Biz bu yüzden “Karakol”u “Pembekol” yaptık” beyanını haber röportaj olarak yayımlamıştı. 

İnsancıl komiser bu sözleri ile karakol kelimesindeki kara’yı renk olarak “kara, siyah” şeklinde anladığını belirtmişti. Acaba karakol kelimesinin kara bölümü, “toprak, su olmayan yer” veya “kara, siyah” anlamında isim cinsinden bir kelime midir?

Çaresi Yoktur!


"...Buraya gelen yabancılar bize hep şunu soruyor; yav siz burada nasıl yaşıyorsunuz? Buranın nesini seviyorsunuz? Çok zor buna cevap vermek...

Bir insan memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan... Ama biz biliriz ki, bir yerde mutlu ve mesut olmanın ilk şartı orayı sevmektir. Burayı seversen, burası dünyanın en güzel yeridir. Ama dünyanın en güzel yerini sevmezsen, orası dünyanın en güzel yeri değildir... "

İşte herkes, başka çaresi olmadığı için bulunduğu yeri sevmek zorunda kalıyor. Ben de başka çaresi olmadığı için, bulunduğu yeri sevmek zorunda kalanlardanım... 

Öğretmenlerimiz



Tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü'nü kutlarız.

Yaralar



Yaralar vardır, hayatta yaralar... 
Sahte uykulara gece, 
O yorgun izlere yüz olmuş; 
Gönülleri yakıp, yıkan yaralar... 

Merhemi, kimin heybesinde bilinmez. 
Her gönle, sarılı yara açılmaz. 
Er meydanı değil, kaderden kaçılmaz!
Yaramın, yarasını kanatan yaralar... 


Recep Altun
22 Kasım 2024, Sincan/Ankara

Bir Oğlumuz Daha oldu!

Merhabalar.

16 Kasım 2024 Cumartesi günü sabah kalktıktan sonra, başımda bir sersemlik hissettim ve ayakta durmakta zorlanıyordum. Aklımıza hemen tansiyon geldi ve evdeki dijital tansiyon ölçme aletimiz ile tansiyonumu ölçtüm 158/95 mmHg olduğunu gördüm. Ara ara ölçtüm düşer mi diye, ne düşmesi sürekli yükseliyordu ve nihayet 199/101 mmHg'e kadar çıktı. Baş ağrısı yok, baş dönmesi yok, mide bulantısı ve kusma da yok, sadece sersemlik hissediyorum. Bu arada (Kapril 25 mg. tablet) bir dil altı aldım, faydası olmadı, eşimin (Fludex 1,5 mg. tablet) tansiyon hapından yuttum ama tansiyon hala yükseklerde seyrediyordu. Bu aralar içme suyuma limon dilimleyip koyuyorum limonlu su tüketiyorum, ılık suda sıkılmış limon suyu içiyorum. Derken, baktık bizim çözeceğimiz bir durum değil, 112'yi aradık ve bir ambulans geldi. Gelen ekip, yüksekliği sebebiyle tansiyonumu tam ölçemedi ve sadece çok yüksek dedi ve beni en yakın hastanenin aciline götürmeye karar verdiler. Ambulansın içinde bana bir tane daha dil altı hapı verdiler. Hastanenin aciline beni teslim ettiler. Acil beni müşahede altına aldı. Bir serum bağladılar tansiyonumu ölçtüler, ambulansta verilen ikinci dil altı tableti tansiyonumu (128/78 mmHg) normal seviyesine getirmiş. Kan aldılar, idrar aldılar ve bir de beyin tomografisi aldılar. İstenen tetkiklerin tüm değerleri normal çıktı. Tansiyonu da normale düşürdüler ve 18 Kasım 2024 Pazartesi günü dahiliye ya da kardiyoloji pol.de muayene olmak üzere beni taburcu ettiler. 

Ben eve geldim, tansiyon yeniden 168/101 gibi zıplamaya devam etti, sabaha kadar hep yükseklerde gezdi. 17 Kasım 2024 Pazar günü kahvaltıdan sonra saat, 11:00 sularında eşimin tansiyon hapından bir tane daha içtikten sonra tansiyonum yavaş yavaş normal değerine inmeye başladı. En son ölçtüğüm de 103/73 mmHg (milimetre civa) Ben düşük tansiyonlu biriydim. 69 yaşıma kadar hiç tansiyon sorunu yaşamamıştım. 16 Kasım 2024 Cumartesi sabahı başlayıp, 17 Kasım 2024 Pazar öğle vaktine kadar süren bu tansiyon rahatsızlığının altında yatan sebebi de anlayamadım. 

18 Kasım 2024 Pazartesi günü Ankara Bilkent Şehir hastanesine gittim ve Kardiyoloji pol.ne sıra alıp muayene oldum. Muayene olurken Cumartesi ve Pazar günü yaşadıklarımı bir rapor halinde doktora sundum. Tabi muayene sonucu doktor benden elektrokardiyografi, kan, ekokardiyografi testlerini istedi ve tüm tetkiklerin kontrolü sonucu bana bir (Coversyl Plus 1.25 mg.) tansiyon hapı reçete etti. Bir hafta sonra da bana tansiyon holter cihazı bağlanacak ve bu cihaz bir günlük benim kan basıncı değerlerimi ölçüp bir hafızaya kaydedecek. Doktor bana reçete ettiği ilacın, kan basıncı üzerindeki etkilerini görecek ve yüksek tansiyon tedavisini bu değerlere göre yeniden belirleyecek. 

Eşim ve ben böyle sürprizlerden bahsederken, "bir oğlumuz daha oldu!" deriz. Merak edecekler için, niye "bir kızımız daha oldu!" değil de, "bir oğlumuz daha oldu!" söyleminin esprisi ise bizde kalsın. Herkese sağlıklı günler dilerim. Unutmayalım, her şeyin başı sağlık.

Selam ve saygılarımla.

NOT: Bu yazımı, sizleri yormamak adına yorumlara kapalı olarak paylaşıyorum.

Bir Turnayı Vurdular



Ölüme kanatlandı bozkırın vefa kuşu
Kopardılar sesini mor delisi yayladan
Hüzün gölünde akşam sazların kıyamı var
Sevda ayininde semaha duran
Bir turnayı vurdular

Kızıl bir yağmura durdu bulutlar
Eğilip geçerken güneş akşamın kapısından
Günün son demiyle devrildi yandı sular
Katarın en önünde gümüşü parıldayan
Bir turnayı vurdular 

Önce kana batan sureti düştü göle
Nefesini çaldılar kül renkli bir atlastan
Selamlar kesildi hoyrat bir ses ile yar
Yorgun kanatlarıyla akşamı arşınlayan
Bir turnayı vurdular 

Gümüşten tellerini gökten usandırdılar
Sarhoş barıdır artık çektiği halay
Ağlar cemresine ölüm karışan bahar
Göç yolunda haramiyi unutan
Bir turnayı vurdular

Bölündü sadakatin o en beyaz uçuşu
Vurulan soylu kuşun eşi geride kalan
Ömrün son çizgisinde dönmeye başlar intihar
Yüreğinde karanfiller taşıyan
Bir turnayı vurdular 

İmdat Avşar- Eğitimci, Yazar.

İmdat Avşar, 05/05/1967 yılında Kırşehir’e bağlı Kaman’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kaman’da tamamladı. 1989 yılında Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Yüksekokulundan mezun olarak öğretmenliğe başladı. Malatya ve Erzurum illerinde bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra 1993-1997 yılları arasında tekrar tahsil hayatına döndü. İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Yöneticiliği ve Deneticiliği anabilim dalından mezun olduktan sonra 1999 yılında Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Yüksek Lisansını tamamladı ve aynı yıl Iğdır iline maarif müfettişi olarak atandı. 2000 Yılında Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde doktora öğrenimine başladı ancak değişik sebeplerle doktora öğrenimine devam edemedi. 2014 yılından bu yana Kırşehir’de maarif müfettişi olarak görev yapmaktadır.



Teşrin-i Sani


Kırşehir-Kaman Yukarıçiftlik Köyünde Ceviz Bahçesi

Mevsim hazandır, aylardan teşrin-i sani;
Hava kapalı ama, beklenen yağmur hani?
Sokaklar soğuk, sırtını dönmüş güneşe;
Ağaçların dalları yaprak ağlıyor sanki.

Bir günün yorgunluğuydu, akşama kalan.
Ayrılıktır, hicrandır benim içimi yakan.
Beni uyandıran neydi, sabah uykusundan?
Ayrılık ve hüzündür, çünkü mevsim hazan. 

Recep Altun, 11 Kasım 2024 Sincan/Ankara
NOT: Teşrin-i Sani: Kasım Ayı 

Atatürk'ü Anma

Cumhuriyet'imizin Kurucusu, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü Saygıyla, Sevgiyle, Minnetle ve Rahmetle Anıyoruz. 

Taş Kafasına



"...Taş kafasına öyle hızla ve sert bir şekilde indi ki bir an sanki kendi kafama inmiş gibi irkildim, acıdım hatta..."

(Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı, s.30)

Cümlede "taş" sözcüğünden sonra virgül konmalıydı; çünkü bu sözcük, kendisinden sonra gelen adla bir tamlama kurma eğiliminde. "Taş kafasına" tamlamasını düşündürmenin, başka yolu yok.

Cümledeki "acıdım" yükleminden önce "ona" tümlecinin kullanılmaması da tümleç eksikliğine bir örnektir. 

Cümlenin doğrusu şöyle olmalıydı: "Taş, kafasına öyle hızla ve sert bir şekilde indi ki bir an sanki kendi kafama inmiş gibi irkildim, ona acıdım hatta..."

Sinema ve Kitap

Görüntünün imkan ve kabiliyetleri ile metnin imkan ve kabiliyetleri birbirinden oldukça farklı olduğu gerçeğinden yola çıkarak, sinemanın anlatma gücüyle kitabın anlatma gücünü karşılaştıralım mı, ne dersiniz?