Gün, Türkiye Olma Günü

Merhabalar. 

Hürriyet gazetesi köşe yazarlarından Ertuğrul Özkök'ün 24 Aralık 2016 Cumartesi günkü "SAYIN CUMHURBAŞKANIM HANİ 'GÜN TÜRKİYE OLMA GÜNÜ'YDÜ" Başlıklı köşe yazısını aynen paylaşıyorum.

"IŞİD denen vahşi sürüsü 16 evladımızı kalleşçe öldürmüş, ayrıca görüntülere göre 2'sini vahşice katletmiş, biz burada Rus Büyükelçi'yi öldüren FETÖ'cü mü Nusra'cı mı kavgasındayız.
Bitmedi...
Orada 16 yiğidimiz Suriye toprağında,  karda kışta can veriyor, bayrağımız ayaklar altında...
Burada Rize'li belediye başkanı, bu kaostan, bu fırsattan, bu acıdan istifade, yangından mal kaçırır gibi Atatürk heykeli kaçırıyor.  
Neymiş, yerine 15 Temmuz heykeli dikecekmiş...
Yahu arkadaş hiç düşünmedin mi heykelini kaldırdığın o insan kim...
Hiç mi vefa duygusu, tarih şuuru yoktur sende...
Bilmez misin ki...
Bugün başkanı olduğun şehirde, hala 5 vakit ezan okunuyorsa, oturduğun binanın tepesinde hala Türk bayrağı dalgalanıyorsa, oturduğun koltukta, O'nun kurduğu cumhuriyet sayesinde oturuyorsan...
Bu O'nun ve arkadaşlarının yaptığı Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Şavaşı sayesindedir...
İnsan bu kadar mı vefasız olur yahu... Minnet damarları bu kadar mı kurur...

Sayın Cumhurbaşkanım... 
"Gün milli seferberlik günüdür" demiştiniz.
Biz de aynı duygularla o seferberliğine nefer yazıldık.
Ama milli mücadeleyi bu ıstırap fırsatçısı kafalarla mı yapacağız?
Suriye'deki yiğidimizi unutarak, Kurtuluş Savaşı'nın kahramanlarının heykellerini, onunla birlikte Kurtuluş Savaşı şehitlerimizin aziz hatıralarını da hoyratça damperli kamyonlara fırlatıp, ölen polisimizi, askerimizi bir kenara bırakıp, bundan siyasi rant çıkarma peşinde koşarak mı?
Siz "Gün Türkiye olma günüdür" dediğiniz gün, bu adamlar Türkiye'yi Türkiye yapan en büyük değerlerimize bu muameleyi yapıyor, milletin seferberlik bayrağını çekeceği, gönül direklerini kırıyor...
Lütfen siz el koyun buna... "
Ertuğrul Özkök
eozkok@hurriyet.com.tr 

Yumurta

Merhabalar.
Kolisini 7.00 TL.sına aldığım yumurtayı bir hafta sonra 12.00 TL.sına alınca, hemen üretici firmaya aşağıdaki mesajı elektronik posta hesabı üzerinden gönderdim.

"Merhabalar.
Yıllardır müşterinizim. Geçenlerde kolisini 7,00 TL.'sına aldığım yumurtayı bir hafta sonra 12,00 TL'sına alınca beynimden vurulmuşa döndüm. Biz orta direk vatandaşın beslenmesinin temel kaynağı olan yumurtanın birden böyle fiyat yükselişini hiç doğru, mantıklı, adaletli ve uygun görmüyorum. Tüm tüketicileriniz de aynı görüştedir.

İngiltere'de kasaplar, ete zam yaptıklarında hiç bir İngiliz vatandaşı kasaptan et almadı. Kasaplar bozulan etlerini çöpe dökmekle birlikte eti tekrar eski fiyatına çekmek zorunda kaldılar. Güya biz de milliyetçi bir milletiz ya!..

Satıcınız fiyat artışını; küçük ölçekli yumurta üreticilerin piyasadan çekildiği, Doların yükseldiği ve yumurtanın ihraç edildiği gibi sebeplere bağladı. Gerçekten ne derece doğrudur bilemiyorum. 

Siz yine de rahat olun, çünkü biz koyun gibi bir milletiz. Ufak tefek cılız tepki sesleri çıkarırız, ama yine de yumurtayı yemeye devam ederiz. 
Saygılarımla.
Recep Altun" 

İlgili firmanın yetkilisi ya da sahibi bilmiyorum ama, tepkime verilen cevab-i mesaj aşağıdadır.

"merhaba 
değerli müşterimiz
yumurtadaki  artan fiyatların firmamızla hiç bir ilgisi yoktur . aksine firmamız en ucuz fiyata satmaktadır .biz üretici bir firmayız  bir yıla yakın maliyetinin altında satış yapmaktayız bun dan haberdarmısınız  yurdumuzda ki çoğu yumurta üreticisi iflas etti tesisini kapattı . kısacası siz tepkiyi bize değil sizi ,bizi bu duruma  düşüren politikacılara gösterirseniz yerinde olur." 

Ben de bu mesaja karşılık aşağıdaki cevabı yazarak gönderdim.

Merhabalar ..... Bey.
Önce mesajıma cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Bizi bu duruma düşüren politikacılara her gün veryansın ediyoruz zaten. İş yumurtaya gelinceye kadar kapısı akşam olur. Yumurtayı üreten ve pazarlayan sizsiniz, bu fiyat artışındaki tepkimizi de hoş karşılamanız gerekir. Tüketici olduğumuzu unutmayın lütfen!
Saygılarımla.

Yine Gözyaşı ve Acı


Yine terör, yine ölüm ve kan... Yine gözyaşı ve acı... İçimiz kan ağlıyor, yüreklerimiz yanıyor... Ülkemiz yaşamsal önemde bir süreçten geçmektedir.

Emperyalist güçlerin içeriden ve dışarıdan ülkemizi Suriye gibi bir iç savaşa sürükleme gayretleri çok açık bir şekilde görülmektedir. Üç yönden gelen terör saldırıları, terör örgütlerine verilen dış silahlı ve siyasi destek, sınırlarımızda beliren tehditler, ülkemizin aynı anda bir çok cephede ve çok dikkatli bir mücadele yürütmesini gerektirmektedir.    


Artan ve yaygınlaşan terör süreci, Büyük Ortadoğu Projesi'ne uygun olan ülkemizi istikrarsız bir Ortadoğu ülkesi haline getirmeyi ve siyasi yapımızı bozmayı amaçlamaktadır. Terörün arkasında emperyalist devletlerin desteklediği gizli örgütler vardır. Ülkemizi terör bataklığına dönüştüren olayları önleyecek irade ve yeteneğe sahip yöneticilere her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. 

Ülkemiz çok yönlü saldırı altında kaldığı bu süreci, ancak demokratik sabır, olgunluk, hukukun üstünlüğü ve sağduyulu davranışla aşabilir. Terör bir insanlık suçudur. Hiçbir gerekçe terörü haklı ve meşru kılamaz. İstanbul'daki bu alçakça saldırıyı şiddetle lanetliyor ve kınıyoruz. Bu hain ve menfur saldırıda şehadete eren 38 vatan evladımıza Cenab-ı Hakk'tan rahmetiyle muamele eylemesini, acılı ailelerine sabr-ı cemil ihsan eylemesini niyaz ederiz. Yaralı gazilerimize de acil şifalar dileriz. Vatan sağ olsun. 

Bid'at ve Hurafeler


Merhabalar.
İslam davasına, Yüce Kitabımız Kur'an'ın ahkamına ve Sevgili Peygamberimizin ahlakına sarılarak sahip çıkılacağını, bid'at ve hurafelerle bir yere varılamayacağını söyleyen Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Prof.Dr. Bünyamin Erul'dan bir alıntıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Değerli kardeşlerim,
Son yıllarda sanal medyada Hz. Peygamber'e şu kadar salevat getirilmesi, şu kadar Yasin, Tebareke okunması hatta hatimler edilmesi şeklinde kampanyalar düzenlenmektedir. İyi niyetle de olsa, bu tür gayretler, bizleri yanlış bir din anlayışına sürüklemektedir. Allah'a ve Rasulüne olan sevgimiz, İslam davasına sahip çıkmamız, bu tür gayretlerle değil, Yüce Kitabımızın ahkamına ve Sevgili Peygamberinizin ahlakına sarılarak gerçekleşir. Allah'ın emir ve yasaklarına, Rasülünün sünnetlerine uyarak gerçekleşir. Dava, dilde kalan dua ile değil, eyleme ve davranışlara dönüşen çabalarla kazanılır. 

Sahabe ve Selef alimlerimiz, fetihleri ve zaferleri oturdukları yerden yüzlerce binlerce dua ve salevat ile değil, bizzat mallarını ve canlarını ortaya koyarak kazandılar. 

Sizi, bu hususta asılsız çağrılara değil, Allah ve Rasulünün hayat veren gerçek yoluna; Kitaba ve Sünnete davet ediyorum. Bizler, Kur'an ve Sünnetleri yaşadık da bu yetersiz mi kaldı? Ortada 14 asırdır yaşanan bir İslam var iken, işimiz bu tür bid'at ve hurafelere mi kaldı? Lütfen bu tür asılsız kampanyalara iltifat etmeyin. 
Selamlarımla"

Prof. Dr. Bünyamin ERUL
Din işleri yüksek Kurulu üyesi

Köstence

Merhabalar.
Anneannemin hep "Biz, Bulgaristan'ın Köstence'den buralara geldik" dediğini hatırlarım. Anneannemin dediği bu Köstence neresiydi?.. Hangi devletin sınırları içindeydi?..

Yaptığım araştırmalar sonunda: 679-681 yıllarında Bulgarlar'ın Köstence şehrini ele geçirdiği, daha sonra 971 yılında şehrin Bizans idaresine geçtiği ve 1419 yılında Osmanlı hakimiyetine geçtiği ve 459 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan şehrin, 1878 yılında Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarıyla Romanya'ya bırakıldığını öğrendim. Köstence ile ilgili herkes tarafından bilinen şeylerin dışında özel bir bilgiye sahip olamadım. Bu konuda Köstence Başkonsolosluğuna bile başvurdum, ama maalesef Başkonsolosluğun da bilinen şeylerin dışında hiç bir özel bilgiye sahip olmadığını öğrendim. Hatta konsolosluğa bir e_mail göndererek onları bu konuda eleştirdim bile.

Yukarıdaki fotoğrafın çekildiği mekan ise, Türkiye Cumhuriyeti topraklarıdır. Yani Kırşehir ili Kaman ilçe merkezi Sarıuşağı mahallesinde yer alan bahçeli bir evin avlusudur. Komşular arasındaki sınırları eğreti taş duvarlarla örülmüş, üzerleri çalı-çirpi ve ahşap sebze kasaları ile yükseltilmiş, ikisi bahçeli, biri bahçesiz üç komşu evin yan yana aynı ada üzerinde yer aldığı bir mekan olup, fotoğraf karesinde görülen kadın da anneannem Zeynep Gönç'tür.


Bu fotoğraf karesine yer vermemin nedeni ise, Köstence'de maruz kaldıkları zorbalıkları birebir yaşayan ve Köstence'den Anadolu'ya yapılan zorunlu ve zorlu göçün çilesini çekmiş bir Türk kadını olan Zeniş garıyı sizlere tanıtmak içindir.  Fotoğraf karesinde en sağda yer alan ceketli kadın Zeniş garıdır.

Bu fotoğraf karesinde de en solda ve alt köşedeki kadın Zeniş garıdır. 


Bu fotoğraf karesinde ise, bana Köstence'den Anadolu'ya yapılan göç olayını anlatan anneannem Zeynep Gönç'ü görmektesiniz. 

Şimdi gelelim göç olayına. Anneannemden ben bu hikayeyi dinlediğim de henüz ufkum o kadar geniş olmamakla birlikte, ilkokul beşinci sınıf ile ortaokul birinci sınıf arasındaki bir öğrencilik dönemine isabet etmektedir. Aslında üzerinde durulacak ve tüm detayları ile kaleme alınacak bu zorlu ve zorunlu göç hikayesini maalesef kaçırdık. Çünkü ne anneannem kaldı ne de annem kaldı. Bu göç hikayesini tüm ayrıntılarıyla anlatabilecek kimse yok artık!

Lafı fazla uzatmadan anneannemden duyduklarımı sizlerle paylaşayım. Çok zorlu ve çileli günlermiş. Şu anda Romanya sınırları içinde ve bir liman kenti olan Köstence'den ayrılıp Anadolu'ya ulaşmışlar. O zaman ki hükumet bunları Kırşehir ili, Kaman nahiyesine bağlı Meşeköy'de iskan etmiş. Ancak, Meşeköy'ün sakinlerinin davranışlarından hoşnut olmayan bu göçmen ailesi. "Bunlar nasıl Müslüman, bunlar nasıl Türk?" diye kızmışlar ve gerisin geriye Balkan topraklarına dönmek istemişler. O zaman ki hükumet bu sefer de bu göçmen aileyi Yelek köyünde iskan etmiş ve nihayet bu köyde kalmışlar.

Köstence'den Çanakkale savaşlarına katılmış müslüman ve Türk soydaşlarımızı temsilen Çanakkale Şehitliğindeki anıttan bir görüntü. Fotoğraf karesi bana aittir.

Savaş yıllarında açlık ve kıtlık, cephe gerisindeki halkı çok zor durumda bırakmış. Annesi Zeniş garının tarlalara dökülmüş tahılları tek tek toplayıp bir sahanda dövmek suretiyle elde ettiği bulamacı çocuklarına yedirdiğini ve bu suretle hayatta kaldıklarını anlatan anneannemle birlikte bu göç olayında hayatını kaybetmiş tüm Türk ve müslüman soydaşlarımıza Cenab-ı Hakk'tan rahmetiyle muamele eylemesini niyaz ediyorum.
Selam ve dualarımla.

Bloğunuzu Hızlandırın


Merhabalar.

Takip ettiğim siteler arasında  Uzman Klavye  link adresinde karşılaştığım bir makale üzerine ben de bu yazımı, faydasını göreceğinize inandığım için sizlerle paylaşmak üzere kaleme aldım. Söz konusu makalede; bloglarımızda kullandığımız 'jpg ve png' uzantılı fotoğrafların sıkıştırılmak suretiyle, hem bloglarımızın hızlı açılmasından, hem de yer kazancı sağladığından bahsedilmektedir. Arzu edenler yukarıdaki 'Uzman Klavye' linkine tıklayarak makalenin aslını oradan inceleyebilirler.

Bloglarımızın ara yüzlerinin sade ve güzel olmasının yanı sıra, hızlı açılması da benim önceliklerim arasındadır. Makalede bahsedilen fotoğrafları sıkıştıran bu siteye ulaştım ve bir fotoğraf sıkıştırma denemesi yaptım. Fotoğrafın kendi orijinal boyutlarına göre, görüntü kalitesini asla bozmadan mükemmel bir sıkıştırma yaptığına şahit oldum. Herhangi bir olumsuzluğunu görmediğim ve gerçekten yararlı bir uygulama olduğuna inandığım için sizlerle paylaşmaya karar verdim.

Yapacağınız işlem çok basit, site zaten Türkçe dilinde hizmet veriyor. Sıkıştıracağınız fotoğrafları sitenin ara yüzünde bulunan 'Yükleme' komutuna tıklayarak bilgisayarınıza geçiyorsunuz, açılan dosya penceresinden resimleri (bir ya da birden fazla) seçip, '' komutuna tıklıyorsunuz, proğram sıkıştırma işlemine başlıyor, sıkıştırma işlemi bitince ister tek tek, ister fotoğrafların tamamını 'Hepsini İndir' komutuyla tekrar bilgisayarınıza indiriyorsunuz. Ondan sonrasını zaten biliyorsunuz. 

Yukarıda örneği görülen kurt resminin orijinal ve sıkıştırılmış görüntüsünü ise Uzman Klavye'nin sitesinden aldım. Eğer siz de bu uygulamayı bir kere denemek isterseniz işte size sitenin link adresi: Resim Sıkıştırma Sitesi  Bir kere de olsa mutlaka denemenizi salık veriyor, sonuçtan memnun kalacağınıza inanıyorum. 

Selam ve dualarımla.

Şah Fırat Bir Tuzaktı

Merhabalar Değerli Blog Arkadaşlarım.

Daha sıkıntılarımız bitmedi. Yeni başlıyoruz da diyebiliriz. Türkiye, Ortadoğu üzerinde, yeniden iştahı kabarmış emperyalist ülkelerinin önünde bir engeldir.

Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, yani üniter bir devlettir. Türkiye üniter devlet yapısıyla emperyalist ülkelerin midesine oturur. Türkiye'nin hazmının kolay olması için, önce yutulması kolay küçük lokmalara bölünmesi kaçınılmazdır.  Bunun için de Türkiye'nin mutlaka üniter yapısının bozularak parçalanması gerekiyor ki, Türkiye ile birlikte diğer Ortadoğu ülkelerindeki emellerine kolayca ulaşabilsinler.

Bu zamana kadar olan olaylara hiç değinmeden, bugün Suriye Savaşı'nda gelinen nokta ve Türkiye'ye yansımaları değerlendirildiğinde, Türkiye'yi Şah Fırat Operasyonu'na zorlayan süreçte yaşananların ABD'nin tezgahından başka bir şey olmadığını çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz. ABD, terör örgütü PKK/PYD'nin Suriye'nin kuzeyinde oluşturmak istediği koridorun önünü açabilmek için, Türkiye'nin Süleyman Şah Türbesi'ni taşımasını istiyordu. ABD'nin bu hedefine ulaşabilmesi için Süleyman Şah Türbesi'nin etrafının çatışma alanı haline gelmesi gerekiyordu. Bu zaman diliminde İŞİD ABD'nin imdadına yetişti. Özellikle İŞİD'in yabncılardan oluşan savaşçıları, ABD'nin istediği zaman diliminde Süleyman Şah Türbesi'nin etrafında belirdi. Yine eş zamanlı olarak PKK/YPG militanları da bölgede baş gösterdi. PKK-İŞİD yetmiyormuş gibi uzun yıllar Türkiye'de akıllardan silinen MLKP de sınır hattı ve Suriye Eşmesi'nden başlayarak Karakozak hattına kadar olan bölgede kamplar kurmasının yolu açıldı. Yaşanan bu gelişmeler sonrasında Türkiye Süleyman Şah Operasyonu'na razı oldu ve Süleyman Şah Türbesi'nin taşınmasıyla Türkiye'nin Suriye'nin içinde operasyon yapmasının önüne geçilmekle birlikte,  ABD'nin desteklediği PKK koridorunun önü açılmış oldu.



1973 yılında Suriye'nin baraj inşaatında yükselen sular nedeniyle Ankara ve Şam'ın ortak çalışmasıyla türbenin yeri değiştirilerek, Halep'in Karakozak köyü yakınına taşınmıştı. Süleyman Şah Türbesi, önce eski yerine yani Karakozak'a, oradan da Misak-ı Milli sınırlarımızın kilometre taşı olan Caber kalesine taşınabilir.

ABD ile artık ilişkilerimiz nasıl devam eder ve nasıl şekillenir bilmiyorum, ama bildiğim tek bir şey var, onun da ABD'nin asla bizim müttefikimiz olmadığıdır.

Selam ve dualarımla. 

Tutsak Edilemeyen Millet

Boynu bükük ulusumuzu tutsak etmek isteyen düşmanları yüzde yüz yeneceğine olan imanı ve güveni bir an bile sarsılmayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu sarsılmaz inancını tüm dünyaya; Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularınca,

Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi'nde zalim ve mağrur bir ordunun esas unsurlarını inanılmayacak kadar az bir zamanda imha etmek suretiyle göstermiş, Türk Milletinin de asla tutsak edilemeyeceği gerçeğini ispat etmiştir.

Tüm ulusumuzun 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu ve mutlu olsun! Bu vesileyle bir hilal uğruna toprağa düşmüş tüm şehitlerimizi de saygıyla, minnetle anıyor, Cenab-ı Hakk'tan rahmetiyle muamele eylemesini niyaz ediyorum. Ruhları şad olsun!

El Birliği

Merhabalar!
Bu ülke bizim; önce el birliği ile yaralarımızı saracağız, sonra da hesap soracağız!..
Selam ve dualarımla. 

Müslümanların Sorunları


Merhabalar.

Müslümanların sorunlarının çözülemiyor olması, Kur’an-ı Kerim’i bin küsur yıldan beri terk etmiş ve onu her çağa göre anlamaya çalışıp uygulamayı ihmal etmiş olmalarındandır. Cahiller, müslümanlar Kur’an'ı çok okuyorlar, ama manasını anlamadan okumanın, teybe konulan bir kasedin Kur’an okumasından ne farkı vardır? Hala bunun farkında olmayan müslümanların elbette işleri, sorunları çözülmeden, yüzüstü kalmaya mahkumdur.

Selam ve dualarımla.

Kur'an-ı Anlamak


Bismillahirrahmanirrahim

Ey örtüsüne bürünen! Geceleyin kalk! Kısa bir süre hariç, gecenin yarısını ayakta ol, yahut bundan biraz eksilt. Yahut buna biraz ekle: Ve Kur'an'ı ağır ağır, düşüne düşüne oku. Doğrusu, biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız. (Müzemmil- 1,2,3,4,5)

Kur'an'ı Kerim Hz. Muhammed zamanında yazıya geçirilmiş ve Hz. Peygamber onu birkaç defa bizzat kontrol etmiştir. Bu tarihi bir olay olup, inanan ve inanmayan herkes tarafından kabul edilmektedir. Hz. Muhammed arkadaşlarına yani sahabeye, kendi sözünü yazmayı yasaklamıştır. Bu sebeple Kur'an'a Hz. Muhammed'in sözü karışmamıştır.

Kur'an'ı Kerim her şeyden önce ilme ve düşünceye önem verir. Getirdiği esasları ilme ve akli ilkelere dayandırır. Bunun anlamı şudur: Kur'an'ı ilmin ve aklın ilkelerine göre anlamak gerekir. Akla, ilme ve mantığa aykırı gelen Kur'an'a da aykırı düşer. Bunun için Kur'an, kendi ilke ve hükümlerinde çelişki olmadığını açıkça ortaya koyarak; herkesi aklını çalıştırmaya, mantıklı ve tutarlı olmaya, sözünde, işinde çelişkiye ve tutarsızlığa düşmemeye çağırır. Münafıklık yapmamaya dikkat edilmesini ister. İlmin, aklın ve düşüncenin tutarlılığı sonucunda hurafelere, saçmalıklara, densizliklere, aldatmacalara ve batıla sapılmamasını ister. Böylece insanın onurunu korumayı hedefler. Kur'an'ı anlamak için bilinmesi gereken ilimlere dair şöyle bir çerçeve çizmek yerinde olacaktır.
  • Kur’an arapça olduğundan, onu iyi ve doğru analamak için arap edebiyatını, arapçanın etimolojisini, dil felsefesini, semantiğini, eski terimleri ile; sarfı, nahvi, iştikak ilmini, fıkhu’l-luğayı, belagatı, beyanı, ve bedi’i iyi bilmek gerekir. Ancak arapça bilmeyenler bilmelidir ki, iyi bir tercümesine dayanarak Kur’an’ı anlamak ve ilim yapmak mümkündür. Müslüman olmak için arapça bilmek de şart değildir.
  • Mantık bilmek gereklidir. Bu da Kur’an ayetleri arasındaki anlam ilişkisini, bu ilişkilerin derecelerini ve ayetlerden çıkacak sonuçların öncüllerle (mukaddime) olan bağlantılarını tayin ve tespit etmek suretiyle elde edilecek hükümlerin derecelerini tutarlı bir biçimde öğrenme imkanını ve hataya düşmemeyi sağlar.
  • Usul’il-fıkıh müslümanların icat ettikleri en önemli ilimlerdendir. Bu ilim, anlama ve yorumlama ilkelerini, kurallarını, söylenen sözün gayesini, hükmünü, değişmezliğini veya değişkenliğini ve şartlarını anlatır. Bu ilme “İslam hukuk felsefesi” denmesi gerçekleştirmek istediği hedeften dolayıdır. Aslında bu ad anlamanın ve yorumlamanın esasları manasındadır. Bu ilmi bilmeyenin ilmine güvenilmez.
  • Kelam ilmi (teoloji) Kur’an’ın esaslarını felsefi bir şekilde açıklamaya çalışır ve Kur’an’ın felsefesini yapar. Allah-kaninat-insan ilişkisini inceler. Bu, usuli’l-fıkhın esasını teşkil eder. Allah’ın varlığını, Kur’an’ın Kur’aniliğini ispat etmeye çalışır.
Bu bilimler, Kur'an-ı Kerim'in her ayetine uygulanabilecek temel birimlerdir. Bunların dışında, Kur'an-ı Kerim'de değişik konuların zikredildiği ayetlerin o bilimlerin uzmanları ve alimleri tarafından açıklanması gerekir. 

Selam ve dualarımla.

Yararlandığım Kaynak: Prof.Dr.Hüseyin Atay, Kur'an'a Göre Araştırmalar.

Turkiye Cumhuriyeti


Dünya siyasi haritasında nüfusunun çoğunluğu Müslüman olup da siyasi rejimi laik cumhuriyet ve siyasal sistemi demokrasi olduğu iddiasındaki tek devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal'in eseridir. Onu koruyup, kollamak da bizlere düşmektedir.

Ölüm ve Sürgün

Harita kitaptan alınmıştır. Büyütmek için tıklayınız.

















Merhabalar.

Yine aradan epey bir zaman geçti ve doğru dürüst hiç bir şey paylaşamadım siz sevgili okurlarla. Şu anda Amerika'lı tarihçi Justin McCarthy'nin "Ölüm ve Sürgün" isimli kitabını incelemekteyim.

Müslümanların katledilmesi ve sürgünü üzerine çalışmaya, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu'ndaki nüfus hareketlerini incelerken tesadüfen başladığını ve o sıradaki asıl araştırma konusunun Anadolu'da ne kadar Müslümanın yaşadığı ve bunların sayılarının 19. ve 20. yüzyıl boyunca nasıl değişiklik gösterdiğinin incelenmesinden ibaret olduğunu, kitabının önsözünde anlatmakta olan yazar, devam eden önsözünde: "Çalışmaların sonucu beni hayrete düşürdü" diyor ve devam ediyor: "Çünkü o zamana kadar Osmanlı tarihi hakkında okuduklarımın hiçbirisi, o dönemin korkunç boyutlardaki ölüm sayılarına beni hazırlamamıştı. İstatistikler Müslüman nüfusunun dörtte birinin yok olduğunu gösteriyordu. Bu boyutta bir kaybın tarih kitaplarından gizli kalmış olacağına inanamadım, fakat tekrar tekrar araştırdığım belgeler beni hep aynı sonuca ulaştırıyordu. Sadece Birinci Dünya Savaşı sırasında değil, fakat 19. yüzyıl boyunca Anadolu, Kırım, Balkanlar ve Kafkasya'da yaşayan Müslüman halk devamlı aşırı can kaybından muzdarip olmuştu. Onların kayıpları, araştırmayı genişletmeye değerdi."

İşte sayın okuyucular, Amerikalı tarihçi Justin McCarthy, "Ölüm ve Sürgün" isimli kitabında, Osmanlı Müslümanlarının 1821-1922 yılları arasında nasıl bir etnik kıyıma tabi tutulduklarını tüm gerçekliği ile göz önüne sermektedir. Kitabı incelemeye devam ediyorum. Kitaptan paylaşmaya değer bulduğum bölümleri sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. Ancak, herkesin bu kitabı Türk Tarih Kurumu Yayınevinden alarak okumalarını salık veriyorum. Kitabın satış fiyatı 20 Tl olup, satış fiyatı üzerinden yüzde 40 indirim uygulanmaktadır.

Utanç Tasarısı



Malumunuz olduğu üzere 2 Haziran 2016 Perşembe günü Almanya Federal Meclisi, 1915 olaylarını, sözde "soykırım" olarak niteleyen tasarıyı kabul etti. 

Medyadan izlediğim kadarıyla utanç tasarısı, Ermenistan'daki soykırım anıtına çelenk koyan tek Türk olarak bilinen Cem Özdemir'in başkanlığındaki parti tarafından Parlamento'ya sunulmuş.

Oylamadan kısa süre önce sosyal medya üzerinden 'ret' oyu kullanacağı üzerinde ilk sinyalleri veren Hristiyan Demokrat Partisi (CDU) Milletvekili Bettina Kudla, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve partisinin diğer milletvekillerine karşın dik durarak, bu oylamanın anlamsız ve Alman Parlamentosu'nun görevi olmadığını savunmuş. Adı geçen milletvekilini bu doğru kararından ve davranışından dolayı tebrik ediyorum.

Almanya, ülkesinin üzerindeki ilk soykırımı yapma iddiasını Türklerin üzerine yıkmaya çalışıyor. Tarihte hukuken tescillenmiş ilk ve tek soykırım, Almanlar tarafından Yahudilere yönelik olarak yapıldı. Almanya, Hitler Almanyası'nda gerçekleşen bu soykırımın yükünü, parlamentoda aldıkları karar ile Türkiye üzerinden hafifletmek istiyor.

Bu karar öncesinde Almanların şunu da kabul etmeleri lazım. O dönemde savaş sırasında İttihat ve Terakki’yi yönetenler Alman komutanlarıydı. İddia edildiği gibi, 1915 yılında Ermenilere uygulanan tehcir, şayet bir soykırım ise, Almanlar yine bu işin içindeydi. Demek ki, soykırım Türklerin icadı değilmiş.

Almanya Parlamentosu'nda utanç tasarısını oylayan 12 Türk milletvekilinden hiç biri tasarıya ne yazık ki ret oyu vermemiştir.

Ben de bu oylamanın, anlamsız ve Alman Parlamentosu'nun görevi olmadığını savunmakla birlikte, tek yanlı tasarıyı hazırlayanları, parlamentoya sunanları ve kabul oyu verenleri özellikle Türk kökenli milletvekillerini esefle kınıyor ve Alman Parlamentosunun bu mesnetsiz ve tek taraflı utanç kararını şiddetle protesto ediyorum.

19 Mayıs 1919

19 Mayıs 1969 Tarihinde Kırşehir ili Kaman ilçesinde bayram kutlamasında genç atletlerin ateş çemberinden atlamaları. Fotoğrafın orijinalı siyah beyaz olup, sonradan Haydar Altun tarafından renklendirilmiştir. Ateş çemberinden atlayan atlet: Kaman Lisesi öğrencisi H.Hüseyin Altun'dur. 


19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı Kutlu Olsun!


Ateş Düştüğü Yeri Yakar

Fotoğraf: 14.5.2016 Tarihli Hürriyet Gazetesinden Alıntıdır.

Merhabalar.

Türkiye Irak sınırının sıfır noktasında 13 Mayıs 2016 Cuma günü sabah saatlerinde ÇIĞLI Üs Bölgesi'ne sızmaya çalışan PKK'lı teröristlerle çıkan çatışmada 6 asker şehit oldu. Sıcak çatışma bölgesine giden Kobra tipi helikopterin düşmesi sonucu İki Üsteğmen pilot da şehit olunca, Çukurca'da bir saat içinde verilen şehit sayısı 8'e çıkmıştı. 

Ülkemizi yasa boğan ve yüreklerimizi dağlayan bu acı şehit haberlerini artık kanıksadık mı nedir? Eskisi kadar oralı olmuyoruz gibime geliyor. Şehitler tanıdığımız, eşimiz, dostumuz, akrabamız değilse, sıradan bir olay oldu artık! "Ateş düştüğü yeri yakar", "Ağlarsa anam ağlar, gayrısı yalan ağlar" söylemleri ne kadar doğru ve yerinde söylenmiş sözlermiş. 

Hiç birimiz farkında değiliz ama, ülkemizde kan gövdeyi götüren bir savaş cereyan ediyor. Herkes işinde gücünde, yollarda trafik akıyor, kahvaltılar yapılıyor, yemekler pişiyor, hayat akıp gidiyor. Bir tarafımız ağlıyor, bir tarafımız gülüyor, ne garip değil mi? Ölenle ölünsün demiyorum. Elbette hayat devam ediyor, edecek de. Olayın vahametinin farkında olmakla birlikte aziz şehitlerimizin acılarını yüreğimizde hissederek, bir gün bu acı haberin bizim kapımızı da çalabileceğini unutmayalım. 

Vatan, millet, bayrak uğruna toprağa düşmüş tüm şehitlerimize Cenab-ı Allah'dan rahmetiyle muamele eylemesini, acılarımızı hafifletmesini ve şehit yakınları ile birlikte tüm milletimize sabr-ı cemil ihsan eylemesini niyaz ederim. 

Selam ve dualarımla. 

Zor Günler


Merhabalar.

Ülke olarak çok zor günler yaşamaktayız. Aziz milletimizi açıkça hedef alan alçak saldırılar altındayız. Günden güne daralan bir husumet çemberinden geçmekteyiz.

Her gün gelen şehit haberleri, Ankara, İstanbul ve Bursa gibi anakentlerimizi hedef alan canlı bomba saldırıları, terör sorununun hangi boyutlara ulaştığını gözler önüne serdi.

Kim ne hesap yaparsa yapsın, hangi oyunu kurarsa kursun, millet olarak talihimizi belirleyecek olan yine bizleriz.

Milletimiz terörün yarattığı korku iklimine teslim olmayacak, fırsatçıların ekmeğine yağ sürmeyecektir. Teröre karşı yek vücut olurken, aynı zamanda 14 yıldır ülkeyi tek başına kimin yönettiğini de görmezden gelmeyecektir.

Bu büyük millet birlik ve bütünlüğünü koruduğu sürece vatanımıza kast eden hiçbir cinayet şebekesi , hiçbir terör baronu, hiçbir küresel vahşet proje, hain emellerine ulaşamayacaktır!

Selam ve dualarımla.

Babam ve Ben


Merhabalar.
Kurtuluş savaşının sıkıntılarını görmüş ve yaşamış bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen babam, 1922 yılında doğduğunda henüz daha cumhuriyet bile ilan edilmemişti. Pehlivan gibi bir adam olan amcası Mustafa'yı da Kurtuluş savaşında kaybetmişler. Annesi, Mustafa amcasının nişanlısıymış. Amcası Mustafa cephede kalınca, annesini babası İbrahim'le evlendirmişler. Eskiden böyleydi. Kardeş nişanlısı ya da karısı kalınca, "ele gitmesin" diye sıradaki bekar kardeşle izdivaç ederlerdi. 

Beş sınıflı ilkokulu bitirdikten sonra, babası onu "elif cücük" okuyacaksın diye Hasanoğlan'a göndermemiş. Bir terzi ustasının (Kırşehirli Sami usta) yanına çırak vermiş. Daha sonra evlenmiş ve ardından askere gitmiş. Askerlik bittikten sonra terzilik yapmaya devam etmiş. İlk eşinden bir kız çocuğu dünyaya gelmiş ve ilk eşi daha çocuğunu büyütemeden, ince (verem) hastalıktan vefat etmiş. Daha sonra  ikinci eşini (annemi) almış. İkinci eşinden de bir kız ve beş erkek çocuğu olmuş. Engelli olan kız çocuğu 12 yaşında iken vefat etmiş. Derken, yoksulluk bir türlü yakasını bırakmamış. O da ailesini geçindirebilmek için, yurt dışında çalışmak üzere iş ve işçi bulma kurumuna yazılmış. Ama bir türlü istek kağıdı çıkmamış. Almanya'da master yapan ve annemin akrabası olan ziraat mühendisi Sıttık Sami Gönç, babamı işçi olarak Almanya'ya davet etmiş ve babam da bu davet üzerine gerekli işlemlerini tamamlayarak, 10 Nisan 1966 tarihinde Almanya'ya bir tekstil firmasına işçi olarak gittiğinde ben 11 yaşındaydım. Hiç izne gelmeden iki yıl Almanya'da çalıştıktan sonra, Haziran 1968 tarihinde temelli Türkiye'ye döndü ve tekrar Almanya'ya gitmek istemediği için de biriktirdiği parayla bir bakkal dükkanı açtı. Babam esnaflığı da beceremediği için çok geçmeden bakkal dükkanı iflas etti ve Almanya'dan getirdiği sermayesi bitti. Tekrar Almanya'ya dönmekten başka çaresi de kalmamıştı.

Babam tekrar Almanya'ya gidebilmek için, Almancası iyi olan bir tanıdığımıza, eski firmasına hitaben bir mektup yazdırdı. Mektubu alan eski firması, babama tekrar davet mektubu gönderdi. Babam yine Almanya'ya ilk gittiği gibi işlemlerini tamamladı ve 1969 yılında tekrar Almanya'ya gitti. Bu sefer ki gidişi 6 yıl sürdü. Almanya'da ki son 4 yılını beraber geçirdik. Babam ne beni ne de kardeşlerimi asla Almanya'ya götürmek istemiyordu. "Orası bizlere göre değilmiş." Rica minnet, mektup yaza yaza en sonunda babamı razı ettim, o da beni çalıştığı firmasına işçi olarak davet ettirdi. Ben de 16 yaşımda iken, 8.9.1971 tarihinde  Almanya'ya işçi olarak gittim. Almanya'da geçirdiğim günlerim ile sizleri sıkmak istemiyorum. Nihayet 13 Haziran 1975 tarihinde babamla birlikte Türkiye'ye kesin dönüş yaptık.  Ben 03 Temmuz 1975 tarihinde askere gittim. Babam da yine bakkal dükkanı açarak şansını bir kez daha denedi. Babam esnaflığı beceremediği için yine kaybetti. Bereket Bağ-Kur'dan emekli oldu da emekli aylığı imdadına yetişti.

16 Şubat 1996 tarihinde annemi kaybettik. Babam o günden beri Kaman'daki evinde tek başına yaşamını sürdürmeyi tercih etti. Ama şimdi artık yaşlandı. Babamı bir apartman binasında ama ayrı küçük bir dairede yanımızda kalmaya razı ettik. Bakalım, önümüzdeki güz mevsiminden itibaren yanımızda kalacak.  

Bu hikayeyi neden paylaştım. Bir gün bizlerde yaşlanacağız. Yaşlılık kapıya konulacak bir meslek değil ama, ömrü olanın başına gelecek. Cenab-ı Allah hiç bir kulunu tek başına bırakmasın. Ele ayağa düşürmesin, "oğlum kızım" dedirtmesin. Üç gün ağrı, dördüncü gün toprak eylesin.

Selam ve dualarımla.

Önyargı

Dış görünüş değil miydi her şeyin suçlusu? Hep o kahrolasıca önyargılar...
Çocukları olmayan evli bir çift, her gün olduğu gibi yine tarlaya çalışmaya giderler. Tarlada çalışırlarken bir yılan ile gelinciğin kavgasını izlerler. Anne gelincik, yavrusunu yemesin diye kendini yılana yem eder ve yılan çekip gider. Yavru gelincik tek başına kalır ortada. Kadın: “Bey yazıktır evimize götürelim besleyelim” der ve eve götürürler. Aradan zaman geçer, bu çiftin çocukları olur ve tabi gelincik de büyümüş ve evin bir ferdi olmuştur artık.

Bir gün bu çiftin acil tarlaya gitmeleri gerekir, ama bebekleri evde uyumaktadır. Erkek: “Bir şey olmaz beş dakikaya geliriz” der ve sırtlanırlar küreklerini giderler tarlaya. Eve döndüklerinde kapıyı açarlar bir de ne görsünler! Gelincik ağzı kan revan içinde ve evin içinde dolaşıyor! Bunu gören adamın kan beynine sıçrar ve elindeki kürekle vura vura gelinciği öldürür. Sonra bebeğin odasına girerler ve bir bakarlar ki, bebek odasında mışıl mışıl uyuyor. Bebeğin diğer yanına baktıkların da ise, ölü bir yılan görürler ve anlaşılır ki, gelincik bebeği korumak için yılanı öldürmüştür.

Adam dizleri üzerine çöker ve “Aman Yarabbi ben ne yaptım? Nasıl böyle bir yanlış yaptım?” diye yıllarca kendini yer bitirir...

İşte ÖNYARGI böyle felaket bir şeydir. Lütfen sonucu görmeden yargılama yapmayalım.

18 Mart Çanakkale Zaferi


Geldiler... Gördüler... Döndüler...

Takat Kalmamıştır!..


Not: Yorum yazmak için komut ya da link aramayınız, çünkü bu paylaşım yoruma kapalıdır.

Kadınlar Günü


Bizleri karnında taşıyan analarımıza duyduğumuz saygının;tüm kadınlara yansıması dileğimle birlikte,kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlarım.

                                                         Recep Altun


Bir Çuval Et

Onlar bizimle konuşur ama; 
Kulaklarımız mühürlü, duymayız. 
Gözlerimiz perdeli Görmeyiz. 
Kalplerimiz mühürlü, Sevmeyiz. 
İşte biz insanız!.. 

Onlar bize yaklaşır ama; 
Ayaklarımız var, yürümeyiz. 
Kollarımız var, uzatmayız. 
Ellerimiz var, tutmayız. 
İşte biz insanız!.. 

Onlar bize sığınır ama; 
Nefsimiz var, kabul etmeyiz. 
Bize kalmaz diye, paylaşmayız. 
İşte biz insanız!.. 

İnsan ne ki?.. 
Bir çuval et, bir çuval kemik. 
İşte biz bu kadarız!.. 

 Recep Altun 05 Şubat 2016, Ankara

Sınıfça



Merhabalar.

Değerli öğretmenim ve aynı zamanda blogdaşım Tülay Gürdal hanım kardeşimizin Osmangazi-Bursa I.Murat İlköğretim Okulu 4/B sınıfı öğrencileri ile birlikte hazırladıkları Sınıfça dergisini 02 Şubat 2016 Salı günü aldığım da ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Tülay Gürdal'ın bu ince ve nazik  jestine çok teşekkür ederim. 

Hemen dergiyi kargo poşetinden çıkarttım ve incelemeye başladım. Gerçekten bir okul dergisi tadında ve üslubunda bir dergi çıkarmışlar. Bu güzel derginin çıkarılmasında emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Derginin mukaddimesi olarak kabul edilen ilk sayfasını tarayarak siz okuyucularla paylaşmak üzere yukarıya aldım. Resmi ve yazıyı orijinal büyüklüğünde görebilmeniz için resmin üzerinde sol fare tuşunuzla tıklamanız yeterlidir. 


Bursa'nın yönetiminde söz sahibi on bir makam, mahallinde ziyaret edilerek idarecilerle yapılan röportajların yanı sıra, Milli Mücadelemizde destan yazmış kahramanlarımıza da yer verilen dergi, gerçekten çok güzel ve dergi tadında hazırlanmış. Okuyanı usandırmadan keyif ve zevk veren bu güzel dergiyi çıkaran başta öğretmenleri Tülay Gürdal olmak üzere 4/B sınıfı öğrencilerinin hepsine bu başarılı çalışmalarından dolayı ayrı ayrı teşekkür eder, başarılarının devamını dilerim. 

Sümerler


Sümerler hakkındaki bildiklerim, ortaokulda öğrenci iken, tarih dersinde öğrendiklerimden ibarettir. Bizim öğrencilik yıllarımızda ne araştırma, ne de inceleme vardı. Kitaptan ne okuduk, öğretmenden ne dinledik hepsi bu kadardı. Ne kütüphane, ne de ansiklopedimiz vardı. Öğrencilik yıllarımızda bizlerde de bir şeyi öğrenme şevki ve heyecanı yoktu. Ne okul, ne de aile bizlere araştırma ve öğrenme konusundaki tecessüsü veremediler. 

Şimdi durup dururken, Sümerler de nereden çıktı diyeceksiniz? Tumblr platformunda "Mutluluğun Annesi" isminde bir blogcu arkadaşımın sayfasındaki "Beni Sümerliler Buldu" sloganı üzerinde her sayfasını ziyaret ettiğimde düşünürdüm. İlk ziyaretimde Mutluluğun Annesi, bu sloganla ne anlatmak istiyordu diye düşünmeye başladım. Sayfasını her ziyaretimde gözümün takılıp kaldığı sloganını içeren blog sayfasının bir görüntüsünü sizlerle paylaşmak üzere aşağıya aldım.  

Beni Sümerliler Buldu

Şimdi Tumblr'daki Mutluluğun Annesi, neden "Beni Sümerliler Buldu" sloganını kullanmış olabilir, bir fikir edinebildiniz mi? Ben Tumblr'da blog yazarken çok düşündüm. Kendisine bunu sorup sormadığımı hatırlamıyorum ama, ne için kullandığını çok iyi tahmin edebiliyorum. 

Yazı ilk olarak M.Ö. 3200 yıllarında, Mezopotamya uygarlığı olan Sümerler tarafından bulundu. Bilinen alfabeye dayalı ilk yazı sistemi Sümerlere aittir. Sümerliler buldukları bu yazıya da Çivi yazısı adını vermişlerdir. İşte Mutluluğun Annesi bu nedenle "Beni Sümerliler Buldu" sloganını kullanmış olabilir diye düşünüyorum. 


Sümerlilerin uygarlığa en önemli katkıları, dillerine göre bir yazı icat etmeleri ve okullar açarak yazıyı, istedikleri her konuyu yazacak şekilde geliştirmeleridir. Ortadoğu milletleri olan Babilliler, Asurlular, Hurriler, Hititler ve Urartuların da kendi dillerini yazmalarını sağlamışlardır. Ugaritler ve Persler de bu yazıdan harf yazısı yaparak yararlanmışlardır. Sümer yazısı, Mısır yazısının icat edilmesine de önderlik etmiştir.   


Şimdi Sümerler konusunu araştırmamın asıl nedeni onların dini,  inanış şekli ve biçimleridir.  Sümer dini çok tanrılı bir dindi. Dünyada, evrende ve doğada görülen hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı. Tanrılar insan görünümünde, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. İnsanlar gibi onların da çocukları ve eşlerinden oluşan aileleri bulunuyordu. Bu aileler kral gibi bir Baştanrı altında toplanmışlardı. Tanrılar da insanlar gibi sever, üzülür, kızar, kıskanır, kavga eder, kötülük yapar, hastalanır, hatta yaralanabilirlerdi. Yer, gök, hava, su Tanrıları yaratıcı, diğerleri yönetici ve koruyucu Tanrılardı.


Her şehrin bir koruyucu Tanrısı vardı. O Tanrı, şehrinin iyi yaşam sürmesinden sorumlu idi. Onun gücü şehrinin iyi veya fena olduğuna göre değişirdi. Bunlara aynı zamanda diğer şehirlerde de tapılırdı. Bu şehir Tanrıları, evrenin yönetimini aralarında bölüşmüşlerdi. Tanrılara ait listelerinde 1500 kadar Tanrı adı bulunması, Sümerlilerin ne kadar çoktanrı yarattığını göstermektedir.


Tanrıları insan şeklinde algılamaları, Tanrıları şehirlerin dışında evren ve doğa Tanrısı olarak geliştirmeleri ve onları uyumlu bir sistem içine almaları, Sümerlilerin önemli bir ruhsal başarıları olarak kabul edilmektedir. Tanrılar yalnız evrende değil, insanların yaşamına da girerler. Örneğin yorulmak bilmeden gezen Güneş Tanrısı, Utu her şeyi görür, adaleti korur, insanlara yardım eder, ciğer falı bakanların piridir. Bilgelik ve Su Tanrısı Enki, insanların ve sihirbazların koruyucusudur. Venüs yıldızını simgeleyen Tanrıça İnanna aşıkların ve savaşçıların koruyucusudur.


Sümer'de Tanrılar istediklerini yapar; onlar, insanlara ne istediklerini bildirmez. Ancak, insanlar onlara kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilir. Bu, kurban edilen hayvanların karaciğerlerindeki işaretlere göre anlaşılır. Bu işaretlerin ne olduğu, neyi anlattığı, bu hususta yazılmış kataloglarda bulunur;rahipler ona göre onları yorumlar.  Ayrıca rüya ile de Tanrı istediğini bildirir. Tanrının yapılacak bir işi uygun görüp görmediğini anlamak isteyen, mabede gider; kurban keser, dua eder ve uykuya yatar. Gördüğü rüyanın olumlu veya olumsuz olduğunu da ancak rahip yorumlar.


Sümerler bu Tanrılar dünyası üzerine pek çok efsane geliştirmişler; şiirler yazmış, ilahiler bestelemiş, törenler düzenlemiş ve bütün bunları yazıya geçirerek zamanımıza kadar ulaşmasını sağlamışlardır.

Yararlandığım Kaynak: Muazzez İlmiye Çığ- "Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni"

Diyanetin Soru ve Cevapları

Kadınlar mahfilinde Cuma namazı kılan kadınlardan bir görüntü.
Merhabalar.

Uzun zamandır hiç bir konuya el atamıyorum. Blog sayfamın yayın alanını biraz genişleterek; İslam dini, dinler tarihi, felsefe, kültür ve sanat yayınlarına ilaveten her türlü gündem, güncel ve haber konularına da artık blog sayfamda yer vermek istiyorum. 

Evimde takoz duvar takvimi kullanma alışkanlığım vardır. Her sene Diyanet İşleri Başkanlığı'nın duvar takviminden alırdım.  Geçen yıl bu kurumu protesto ettiğim için, duvar takvimini almamıştım. Ama bu sene yine bu kurumun duvar takvimini almaya karar verdim ve şu anda evimde bu duvar takvimini kullanıyorum. 

Takvimin giriş sayfasında : "1972 yılından itibaren yayımlanmaya başlayan Diyanet Takvimi her yıl kendisini yenileyerek daha iyi bir seviyeye ulaşmanın gayretindedir. Bu yıl da, içerdiği muhteva zenginliği yanında, tasarım ve görselliği ile okurların hizmetine sunuldu." şeklinde bir önsözü de ihmal etmemişler.

Henüz asıl meseleye gelmeden Diyanet taraftarı olanlar beni şiddetle eleştireceklerdir. Hatta belki de dinin, diyanetin düşmanı olarak bile göreceklerdir. Ama doğruları ve gerçekleri söylemeyen, haksızlıklar karşısında susan "dilsiz şeytandır" diyen de yine bu din ve Diyanet değil midir?

Malumunuz olduğu üzere çok yakın bir zamanda, Diyanete yöneltilen malum bir soruya, malum bir şekilde cevap veren Diyanet İşleri Başkanlığı'nı yerden yere vurdular. Söz konusu soruyu internet sayfasından çeken Diyanet, soruyu çekmekle birlikte hatasını da kabul etmiş oldu.

2016 yılı duvar takvimi, eski yıllara göre formatı ve içeriğiyle büyük bir değişikliğe uğramakla birlikte sorularla başı zaten dertte olan Diyanet, 2016 yılı duvar takviminde de "SORU-CEVAP" bölümüne yer vermiş. 12 Ocak Salı günkü takvim yaprağının arkasındaki soru-cevap bölümünde yer alan soru aynen şöyledir: "Erkekler Cuma namazından çıkmadan bayanlar öğle namazını kılabilir mi?"  Soruyu yöneltmiş olan vatandaşımıza bir diyeceğimiz yoktur. Çünkü geleneksel İslam öğretilerine göre Cuma namazı, sadece erkeklere has kılınmıştır. Neden? Müslüman bilginlerin bu konudaki gerekçelerinin başında "Cuma namazına gelen kadınların fitne zuhuruna sebep oldukları veya olabilecekleri", iddiası gelmektedir.

İslamiyet bütün insanların dini olup, evrenseldir. İslam'ın tekliflerinde kadın ve erkek cinsleri arasında ayırım yoktur. Mümin kadınlar, tıpkı mümin erkekler gibi, Cenab-ı Peygamber zamanında kendilerine farz kılınan namazları Mescid'de cemaatle kılmışlardır. Emeviler devrinden itibaren, yani Hilafetten saltanata geçişle birlikte İslam'ın kadınlara verdiği haklar yavaş yavaş geri alınmaya, kadın cinsi İslam'dan önceki durumuna döndürülmeye çalışılmıştır.

Konunun daha iyi anlaşılması için, Kur'an'ı Kerim'in Cuma suresinin, Cuma namazı ile ilgili 9. ayetin mealinin açıklamasına bakalım: "Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığında hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu sizin için daha hayırlıdır."  Yüce dinimizin ibadetlerle ilgili hükümleri geneldir, kadın erkek arasında ayırım yapmamaktadır. Cuma namazı ile ilgili ayette kadın erkek ayırımı yapılmamış "Ey iman edenler!" genel ifadesi kullanılmış, bütün müminlere seslenilmiştir.

Gelelim Diyanet işleri Başkanlığı'nın bu soruya verdiği cevaba: "Kadınlar ve kendilerine Cuma namazı farz olmayan hasta ve benzeri kimseler vakit girdikten sonra, imam Cuma namazını bitirmeden önce kendi evlerinde öğle namazını kılarlarsa bu namaz geçerli olur. "

Diyanet işleri Başkanlığı verdiği cevapla, aynen Emeviler'in yaptığı gibi kadınları ikinci plana itmiş ve onları Cuma namazından muaf tutmuştur.

İslam'ın şari'i Allah'tır. Diyanet'in vazifesi ise, Şer'edilen ahkamı ve esasları açıklamak, sistemleştirmek ve yaşanılan çağın ihtiyaçlarına cevap verecek düzeyde ortaya koymaktır. Yoksa, kıyas ve içtihat yoluyla ne bir ibadet farz kılınabilir, ne de farz kılınmış bir ibadet kaldırılabilir. Bu durumda, Cuma namazını, bazı mükellef müminlere farz saymayan Diyanet, Allah'ın hak ve yetkisine, kendilerinden ibadeti iskat ettikleri müminler topluluğunun ibadet haklarına tecavüz etmiş olmuyor mu?

Selam ve dualarımla

AÇIKLAMALAR
Şari:Şeriat koyan, Allahu Teala Şari'i Mübindir. Dinleri gönderen ve değiştiren O'dur. Şeriatı meydana koyan, teşri eden.
İskat: Düşürme, düşürülme.
Şer: Şeriat, Allah'ın emri, Kur'an, sünnet, icma-i ümmet, kıyas-ı fukaha ile tespit edilmiş temeller.

Bir Çeşme Arıyorum


Boz bir tepenin eteğinde
Erimiş lülesi güneye bakan
Lülesinden ab-ı hayat misali
Gönüllere şifa akan
Bir yeşil salkım söğüt ağacının
Dalları altına sığınmış
Bir çeşme arıyorum,
Taşlarına hikayesi kazınmış...

Okumak istiyorum taşlarından
Kimler gelmiş, kimler geçmiş
Ne kiraz lebibler bu lüleden su içmiş
Hangi sevdalı bülbüller
Bu çeşmeyle dertleşmiş
Bir çeşme arıyorum,
Çobanların kuzuları ile meleşmiş...

Gözlerimi kapatıp, taşlarına uzanıp
Bütün dertleri bir tarafa bırakıp
Bu dünyanın anasını satıp
Yatmak üzere bir sevda masalına
Bir çeşme arıyorum,
Beni gark edecek akan sularına...

Hiç uyanmasam
Bu masal uykusundan
Çeşmenin şırıltısı, kuşların cıvıltısı
Su içmeye gelen yolcusu, çobanı
Yeter bana bunların şarkısı
Gönlüm engin, yüreğim zengindir
Bana zarar verir, bundan gayrısı...


Recep Altun