Mektup

Merhabalar.

İçim öyle dolu ki, bu doluluktan dolayı edebiyat içerikli yayınlar yapamaz oldum. Bu durum karşısında elbette ben de rahatsız oluyorum. Ancak, içim doluyken de edebi alanda yayınlar yapamıyorum. İşte bakın kalemi elime aldım ve bir şeyler yazmak istiyorum ama maalesef yazamıyorum. Bu benim suçum değil. Ben eskiden güzel şeyler yazıp paylaşabiliyordum. Ama artık yazamıyorum. 

Tekrar kendimi araştırma çalışmalarına yönlendireceğim. Hiç olmazsa araştırma çalışmaları sonucunda paylaşmaya değer bir şeyler yakalayabiliyorum. Arada sırada içimi boşaltmak için de paylaşımlar yaparım. Ancak ben şunu gördüm. İçimi boşaltmak üzere kaleme alıp paylaştığım yazılar ne okunuyor, ne de yorum yazılıyor. Ben de bu tespitten şunu anladım. İçimizi boşaltmak üzere hazırlanan yazılardan kimse hoşlanmıyor.

Selam ve saygılarımla.

19 Mayıs 1919

19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı'mız Kutlu Olsun!


"1919 yılı Mayıs’ının 19'ncu günü Samsun'a çıktım” Mustafa Kemal Atatürk’ün; yenilmiş, zedelenmiş, yorgun, bitkin ve fakir düşmüş halkın vatanını sahiplenerek, geleceğini yeniden kurmaya giriştiği, bağımsızlık, özgürlük ve aydınlık geleceğe yönelik umutlarının inanca dönüştüğü, kurtuluş ateşinin yakıldığı, milletin kendi kaderini kendi eline aldığı, Türk Milleti’nin “Ulusal Bağımsızlık Savaşı” için örgütlenmeye başlandığı, uyanışının ve yeniden doğuşunun doğum yılıdır. Türk Ulusunun Emperyalizme karşı başkaldırıp “Tam Bağımsızlık”, işbirlikçisi saraya ve sultana karşı “Milli Egemenlik”, cehalete ve bağnazlığa karşı “Uygarlık”, iflasa ve işgale karşı “Direniş ve Kurtuluş” mücadelesi ile milletimizin kaderini değiştirdiği ve yolumuzu aydınlattığı tarihi bir gündür. 

Ulusal egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız ve Tam Bağımsız, Modern, Uygar ve Çağdaş yeni Türk Devleti’ni kurma ülküsünü yaşama geçirmek amacıyla Samsun’a çıkışı, şanlı tarihimizde önemli bir dönüm noktası, aydınlığa uzanan süreçte atılmış çok yönlü ve kararlı bir adımdır. Türk vatanın geleceği için bir vatansever olarak çareler aradığı, Anadolu'nun içlerine doğru hızla ilerleyerek bir gün bütün gemilerin “Geldikleri Gibi Göndermek” sözünü hayata geçirmek için Türk halkı ile bütünleşmek amacıyla Samsun’a çıkma kararını verdiği dönemdir.

Türk milleti; tarih boyunca bağımsızlığı, vatan, bayrak, onuru, haysiyet ve şerefi için ölümü göze alarak mücadele etmiştir. Ülkemizde yaşanan olumsuzluklardan kurtulmanın yolu tarihten ders alarak Atatürk'ün İlke ve Devrimlerini rehber olarak kabul edip, Aydınlık ve Çağdaşlaşma yolundan ayrılmadan yürümenin gerektiği bilincini gençlere vermemiz ile gerçekleşebilecektir. “Ne Mutlu Türküm Diyene!.

Ülkede Hava Çok Ağır

Herkes aklını başına toplasın! Ülkede hava çok ağır. Halk, bir yandan geçim derdi, diğer yandan siyasetteki tükenmişliğin yarattığı gerginlikle boğuşuyor. "Türk tipi başkanlık" denilen ucube sistem, totaliter yönetim tarzıyla halkı zapturapt altına almaya çalışsa da toplumun bünyesi bunu reddediyor.

Yapılması gereken bir an önce sandığı halkın önüne koymaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, duvarında yazdığı gibi, "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir" ilkesini uygulayacak bir parlamento olmalıdır. 

Göç sorununa kapsamlı bir çözüm getirecek olan da halkın iradesini temsil eden TBMM'dir; kuruluşunun 100. yılında "Beştepe'nin noteri" olmaktan çıkarılmalı, milli iradeyi temsili sağlanmalıdır.

Güzel Annem


Bizleri karınlarında taşıyan annelerimize duyduğumuz saygının tüm kadınlara yansıması dileğimle birlikte; annelerimizin Anneler Günü'nü kutlar, ellerinden öperim.

Bir vesikalık resmi var 
Bir güzel, bir tatlı ki; 
Bakışları biraz sitemkar 
Masum melekler gibi.

Baktıkça resmine 
Bir kor düşer yüreğime 
Yokluğunun acısı 
Çivilidir gönlüme. 

Var mıydı, Yok muydu? 
Gerçek ile yalan arası 
Bir gidiyor, bir geliyor; 
Geçmiş günlerin anısı.
 
Herkesin annesi güzel! 
Bütün anneler güzel! 
Senin annen sana; 
Benim annem bana güzel!
 
Öyle özledim ki annemi 
Ah, bir geçirsem elime 
Doya doya koklayarak 
Öpmek istiyorum ellerini. 

27.02.2009 Cuma

Bir Parmak Bal Çalmak

 

Hürriyet köşe yazarı Abdulkadir Selvi, 4 Mayıs 2022 tarihli gazetenin köşesinde bakın bu konuyu nasıl ele almış: " ... 'Suriye'den şehitlerimiz gelince Silivri'de Çatalca'da denize giren Suriyelileri görmek kanıma dokunuyor' şeklindeki şikayetleri dinlediğim için Cumhurbaşkanı'nın açıklaması müjde gibi geldi. Erdoğan, ' 1 milyon Suriyeli kardeşimizin gönüllü geri dönüşünü sağlayacak yeni bir projenin hazırlıkları içindeyiz. Azez, Cerablus, Tel Abyad başta olmak üzere 13 ayrı bölgede yerel meclislerde yürüteceğimiz proje bir hayli geniş kapsamlıdır.' dediğine göre belli ki bir proje üzerinde çalışılıyor, çalışılmalı da. Çünkü 2023 seçimlerini etkileyecek başlıklardan biri Suriyeliler olacak. Suriyeliler gönderilecekse işe önce Esenyurt, Fatih, Ankara Altındağ'dan başlanılmalı..."

Türk milleti, Suriyeliler başta olmak üzere, Afganlı, Iraklı, Somalili, Pakistanlı vs, ülkemizde ne kadar yabancı sığınmacı varsa tümünün ülkelerine gönderilmesini istiyor ve bu mesajını da iktidara duyurdu ki, iktidar apar topar Suriyeli sığınmacılardan bir kısmının ülkelerine gönderilmesi ile ilgili bir çalışma başlatacağı algısıyla vatandaşın ağzına bir parmak bal çalmak gayretine girdi. 

İşte yukarıda yazarın konuyu ele alma biçimini ve konuya nasıl yaklaştığını okudunuz. Ne diyor? "2023 seçimlerini etkileyecek başlıklardan biri Suriyeliler olacak." Demek ki, seçim olmasaydı, Türk milletinin acizlendiği bu konuyu göz ardı etmeye devam edeceklerdi. 

Ben bu konuda iktidarın samimi olduğunu hiç sanmıyorum. Bu bir aldatmacadır, bu bir göz boyamadır, bu milletin baskısı sonucu oluşan gergin havanın yumuşatılması ve tehlikeye giren 2023 seçimini kurtarma çabasıdır. 

Hain-i Devlet

Asırlar boyu içimizde yaşamış Ermeni vatandaşlarımıza bizler, 'Tebaa-i Sadıka' demiş ve bağrımıza basmışız. Özellikle Osmanlı'nın son iki asrında Ermeni vatandaşlar, en üst düzey devlet memurluklarına kadar getirilmiştir. 

Osmanlı'nın maliyesi, hariciyesi, imar ve iskan işleri ve hatta sarayın hekimliği Ermenilere emanet edilmiştir. 

Böylesine güvene layık bir unsur, nasıl oldu da 'Tebaa-i Sadıka'dan 'Hain-i Devlet' oldu? 

İşte TEHCİR denilen olayın can alıcı noktası budur. Bu sorunun cevabı bulunmadan 'Ermeni sorunu'na doğru bir tespit yapılamaz ve doğru bir teşhis konamaz.

Türkler Gitsin

SURİYELİLER Türkiye'de kalsın diye doğudaki derneklere para yağdıran yabancı vakıfların, "Suriyeliler gitsin" diyenlere saldıran kiralık medyayı beslemesi tesadüf mü? Öyleyse bunlar organize işler! Peki devletin kaynakları sığınmacılar için harcanırken, Türk ulusunun günahı ne?

Mehmet FARAÇ


Asırlık Meşeler Katlediliyor

TRAKYA Platformu Yürütme Kurulu üyesi ve Çorlu Kent Konseyi Çevre Sağlık Çalışma Grubu Başkanı Murat Sevgi, Seymen köyünde, tarihi adı Armasi Çiftliği olan mevkide orman olarak kayıtlı bölgede asırlık meşe ağaçlarının kesilmeye başlanmasının bölgede büyük tepkiye neden olduğunu bildirdi.

Etkin bir çevreci olan Sevgi şöyle konuştu: "Bu bölge Istranca ormanlarının güneye doğru uzanan kollarından biridir. 2 milyon kişinin ve beraberindeki canlı yaşamın hayat kaynağıdır. Yaşanan göç, çarpık yapılaşma ve plansız sanayileşme nedeniyle doğal kaynaklarımız her geçen gün zarar görüyor."

Ensar ve Muhacir

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan seçildikten sonra ilk yurtiçi ziyaretini Gaziantep'e yaptı. Erdoğan, İslahiye Çadır kent Konaklama Tesislerine giderek buradaki Suriyeli sığınmacılara seslendi:

"...Bizler Türkiye olarak yaklaşık dört yıldır sizleri burada misafir etmenin memnuniyeti sevinci ve haklı gururu içerisindeyiz. Sizler muhacir oldunuz. Mecburiyet içerisinde yurtlarınızı terk ettiniz. Bizler de Ensar olduk sizin için tüm imkanlarımızı seferber ettik. Kim ne derse desin sizler bize asla yük değilsiniz..."

İsterseniz önce Ensar, Muhacir ve Hicret kavramlarına bir göz atalım: Mekke’de Müslümanlığın yayılmasıyla birlikte buradaki putperestler Müslüman olanlara karşı işkencelere başladı. Bu işkencelerin artmasıyla birlikte Medine’den Mekke’deki Müslümanlara davet geldi. Bu davet ile birlikte evlerini, yerlerini bırakan Mekkeliler Medine’ye göç ettiler. Bu olaya Hicret denilmiştir. İşkencelerden kaçan Müslümanlara evlerini açan kişilere Ensar adı verilmiştir. Mekke'den Medine'ye göç eden Müslümanlara da Muhacir adı verilmiştir. Ensar ve Muhacirler arasında bir kardeşlik bağı kurulmuş olup, iki grup arasında Cenab-ı Peygamber tarafından kabul edilen bir kardeşlik bağı vardır. Bu kardeşlik İslam dinin yayılması açısından oldukça önemlidir.


İslâm tarihindeki "Hicret", "Muhacir" ve "Ensar" olayı ile zamanımızdaki 5 milyon Suriyeli sığınmacı olayı aynı mı? Bu kavramları gündeme siyasi iktidar getirdiğinden, Suriyeli sığınmacılara "muhacir", (nedense diğer ülkelerden gelenler muhacir değil) Türk Milletine de "Ensar" adını verdi. Sığınmacılar sorununu bu kavramlara dayandırmak doğru mu? Malum, Mekkeli Müslümanlar, müşriklerin zulümlerinden kurtulmak için Peygamber efendimizle birlikte Medine'ye göç (hicret) ettiler. Bunlara, göç eden anlamında "muhacir" denildi. Muhacirleri (200 civarında) gönüllü olarak kabul eden Medineli Müslümanlara da, yardım eden anlamında "Ensar" adı verildi.

Peygamber efendimiz ve beraberindeki Mekkeli Müslümanlar, geçici olarak hicret ettiklerinden, Medine'de 6 yıl kaldıktan sonra, günü gelince bilinen amaç ve şartlarda Mekke'ye döndüler.

Suriyeli sığınmacılar ve vatandaşlık: İç savaş felaketinden kaçan Suriyeli sığınmacıların uğradığı zulüm büyük boyutlarda. Bunların 4 milyon 800 bini Türkiye'ye, 1 milyonu Lübnan'a, 660 bini Ürdün'e, 250 bini Irak'a sığındı. Aradan 6-7 sene geçtikten sonra Suriye hükümeti önemli ölçüde güçlenip, topraklarının büyük bölümünde hâkimiyet sağladı. Bunun üzerine Lübnan ve Ürdün, Şam yönetimiyle anlaşarak, ülkelerinde farklı kentlerde çadırlarda bekleyen sığınmacıların önemli bir kısmını Suriye'ye gönderdi. Aynı milletten (Arap) ve dinden (İslam) oldukları halde, herkes yurduna-yuvasına diyebiliyorlar. Bu yönüyle hicretteki duruma benzeyen bir uygulama söz konusu.


Türkiye böyle yapmadı. Büyük bir gayretle ülkede topladığı sığınmacıları, sınır bölgelerimiz başta olmak üzere bütün şehirlerimize dağıttı. Sığınmacılara, kendi vatandaşından esirgediği her türlü imtiyazı tanıdı. Tahrik tesiri yapan bu imtiyaz, şehirlerde gettoların doğmasına yol açtı. Toplumda yer yer ölümle sonuçlanan çatışmaların yaşanması başladı ve yayılma eğilimi gösterip her yere sirayet etti. Siyasi iktidar, halk arasında artan rahatsızlıkları ve vatandaşın zihninde beliren soruları gidermek için bazen "Suriyeli sığınmacılar (mülteci demekteler) yurtlarına gönderilecek", bazen de "sığınmacılar vatandaş yapılacak" şeklinde çelişkili açıklamalar sürdürüldü. Şu anda Suriye sınırından sorgusuz sualsiz çıkış ve girişler devam ediyor. 70 binin üstünde sığınmacı, vatandaş oldu. Suriyeli 700 bin çocuk için açılan kurslarda, anayasamız devletin dili Türkçe, Türkçeden başka hiçbir dille eğitim öğretim yapılamaz dediği halde, Arapça ile eğitim ve öğretim yapılmakta. Batılı ülkeler büyük bir iştahla, sığınmacıların vatandaş yapılması için iktidara destek veriyor. Değişik kamu kuruluşlarının yazışmalarında, seçimlerden sonra vatandaşlık kanununu değiştirip sığınmacılara toplu olarak vatandaşlık verileceğine dair medyada önemli bilgiler yer alıyor. Meselâ; AB projesi çerçevesinde, "sığınmacıları topluma entegre etmek" için yürütülen çalışmalar tamamlanmak üzere. Eğer sığınmacılar gönderilecekse, Türk toplumuna entegre edilmesinin anlamı nedir? Sürekli bir şekilde sığınmacı yerine mülteci denilmekte. Uluslararası hukuka göre mülteci geldiği ülkeye gönderilemez. Hayati derece önemli bu konu Türk Milletinden ne için gizleniyor?

Peki, Cumhur ne diyor?: Yapılan araştırmalarda Türk vatandaşlarının yüzde 87,6'sı "Suriyeliler ülkelerine gönderilsin;" Suriyeli sığınmacıların yüzde 67'si "ülkemize dönmek istiyoruz" diyor. Neden bunun gereği yapılmıyor? Türk Milletinin nüfus yapısını sosyal dokusunu, ekonomisini, sağlığını, güvenliğini, huzurunu, kamu düzeni gibi temel yapılarını bozacağı belli olan 4-5 milyon sığınmacıya vatandaşlık, nasıl bir amaçla verilmek isteniyor. Anlamak mümkün değil.

Bu çerçevede şu tabloya bir daha bakalım: Bir tarafta mülkün sahibi Türk Milleti (Cumhur) ve Suriyeli sığınmacılar var; "vatandaşlık" istemiyor. Ama tanıyan yok. Buna karşılık öbür tarafta haçlılar (Batılı emperyaller) ve iktidarın çekirdek ekibi var; "vatandaşlık" verilmeli diye dayatıyor. Bu projenin meşruiyeti nerede? Yetkili ve güçlü olmakla meşruiyetin nasıl bir ilgisi olabilir? Hukuk, insan hakları, egemenliğimiz, devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü karşısında bir de "Ensar", "Muhacir" demezler mi? Bu nasıl iş? Şu garabete bakınız.

Soralım; dünyada böylesi ve benzeri olmayan bir dayatma ile "Hicret", "Ensar" ve "Muhacir" gibi müstesna kavramlar kullanılarak hayırlı sonuçlara ulaşılabilir mi?

Kaynak: Sadi Somuncuoğlu