Atatürkiye


Merhabalar.

İktidar, "kimseyi enflasyona ezdirmeyiz" dese de yukarıdaki tabloda yer alan rakamlar, bu söylemin aksini göstermektedir. Yüksek enflasyon nedeniyle maaşların eridiği, yoksulluğun derinleştiği, kiralardaki fahiş artışlar yüzünden geçim sıkıntısına bir de barınma sorunu eklendiği ve yurttaşın faturalarını ödeyemez hale geldiği gerçeğini kimse görmezden gelmesin. 

Kriz ortamında fahiş zamlarla birlikte maaşların eridiğini, geliri giderine yetmeyen, kirasını faturasını ödeyemeyen vatandaşın evine ekmek götürmekte zorlandığı gerçeğini kimse görmezden gelemez. 

İşte iktidarın 2022 yılı karnesi böyle. 2023 yılının da 2022 yılından farklı bir yıl olmayacağı çok aşikardır. Yeni yıl için Türkiye'nin Atatürkiye olmasını diliyor ve yeni yılınızı kutluyorum.  

Selam ve saygılarımla.



Çatı İşleriniz İtina İle Yapılır

Şantiye Binası (Ankara/İncek/Ahlatlıbel) Villa İnşaatı

Merhabalar.

Kalem tutan bu eller, buz gibi demiri tutmasını da biliyor; kelimelere kalemle nasıl hayat veriyorsa, o buz gibi demire de aletlerle şekil veriyor. Evet, çatı işleriniz itina ile yapılır. Artık demir profilden çatı iskeleti kuruyoruz. 

Çatıda demir profili kaynatırken (Bereli olan Recep Altun)

Şu anda Ankara/İncek Ahlatlıbel mahallesinde dubleks bir villanın demir profillerden çatı katı iskeletini kuruyoruz. İşe başlayalı bir hafta oldu. Her sabah saat 06:00' da kalkıyor, hazırlığımı yapıyor ve saat 07:15'de Yenimahalle'nin ilçesi olan Ostim'in (Ortadoğu Sanayi ve Ticaret Merkezi) yolunu tutuyorum. Ostim'deki atölyede gerekli hazırlıklarımızı yapıyor hizmet aracına takımlarımızı yüklüyor ve İncek/Ahlatlıbel'in yoluna koyuluyoruz. Şantiyeye geldiğimizde hizmet aracımızdan takımları çatı katına çıkartıyor ve "Bismaillah" deyip işe başlıyoruz. Akşama doğru saat 16:30 - 17:00 gibi işi bırakır, takımları toplar, hizmet aracına yükler ve tekrar Ostim'e doğru yola koyuluruz. Atölyede ertesi günün plan ve hazırlıkları yapılır ve oradan da herkes evinin yolunu tutar. Şantiye-Atölye arası bir saat, atölye evlerimizin arası da yaklaşık bir saat olmak üzere, günümüzün iki saati yollarda geçiyor. 

Montajını Yaptığımız Demir Profil Çatı İskeleti

Şu anda "Recep kardeşim senin böyle işlerin de mi var?" dediğinizi duyar gibi oluyorum. Usta değilim, kalfa değilim, ama ben iyi bir çırağım. "Ustayı çırak çalıştırır" diye bir söylem vardır. Çırak dediğin usta daha ağzını açmadan yaptığı işi takip ederek istediği malzeme ya da takımı anında eline uzatır. Şu yaşta demir profillerin üzerinde keklik gibi sekiyor ve montaj aşamasındaki projeye yardım etmeye çalışıyorum.  Akrabam olan bu atölye sahibi ihtiyaç duyduğunda beni çağırır ben de yardımcı olmak üzere montaj ekibine katılırım. Benim aylığım falan yok, ben sadece yevmiye usulü çalışırım.

Bölgeden Bir Görünüm

Çalıştığımız bölgenin de çatı üzerinden bir fotoğrafını sizlerle paylaşmak üzere aldım. Buralarda 330 m2 arsalar üretilerek ihtiyaç ve talep sahiplerine satılmış. Kimileri iki parseli birleştirerek 660 m2 üzerine villasını yaptırmış, kimileri de sadece 330 m2 arsası üzerine ancak bir duvarı yanyana bitişik nizam iki komşu olarak villalarını yaptırmışlar. 330 m2 bir arsanın satış fiyatı ise dudakları uçuklaştıracak kadar yüksek.

Selam ve saygılarımla.

Demografik Yaşlanma


Merhabalar.

Malumunuz olduğu üzere bir yılın daha sonuna doğru yaklaşırken, önce aklımıza hemen günümüz yaklaşımıyla bir yıl daha yaş alma'nın hüznü ile yeni bir yıla da girmenin sevinci gelir. Konu yaşlanmaktan ya da yaş almaktan açılmışken, rahmetli babamın hep söylediği ancak, kime ya da nereye ait olduğunu bimediğim "Yaşlılık kapıya konulacak meslek değil" söylemiyle başlamak istedim. Bu söylemde yaşlılığın bir meslek kategorisine neden alındığına da bir anlam verebilmiş değilim. 

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 1998’de yaşlılıkla ilgili olarak yayınladığı sağlık raporuna göre yaşlılık; özürlülüklerin artması ve başkalarına daha çok bağımlı olma şeklinde tanımlanmış ve yaşlılık sınırı 65 yaş olarak belirlenmiştir. Hal böyle olunca, ben de 67 yaşımı ikmal etmiş biri olarak bu yazının tarafımdan ele alınarak blogcu arkadaşlarım arasında paylaşmamın isabetli olacağını düşündüm. 

Burada tekrar Dünya Sağlık Örgütü'nün demografik açıdan yaşlılığın evrelerine göre nasıl sınıflandırıldığından bahsetmemin de yararlı olacağı kanaatindeyim. 

Dünya Sağlık Örgütü'ne göre demografik açıdan yaşlılık şu şekilde sınıflandırılmaktadır 

Genç (Erken) Yaşlılık: 65-74 yaş arasını kapsar. Bu dönem sıklıkla emeklilik sonrası dönemdir. 

Orta Yaşlılık: 75-84 yaş arasını kapsar. Bu dönemde sıklıkla işlevsel kayıplar görülmeye başlanır, ancak kişi çoğunlukla tek başına yaşamını sürdürebilir. 

İleri Yaşlılık: 85 yaş ve üzerini kapsar. Bu dönemde kişiler, ailelerinin veya özel bakım veren kurumların yardıma ihtiyaç duyarlar. Yaşlanma süreci birçok faktöre bağlı olarak, aşağıdaki başlıklar şeklinde tanımlanabilir: 

Kronolojik Yaşlanma: Bireyin doğumundan itibaren geçen yaşını tanımlar. Takvim yaşı büyük olanlar, küçük olanlara göre daha yaşlı sayılırlar. 

Biyolojik Yaşlanma: Zigotun oluşumuyla başlayıp yaşla birlikte bireyin geçirdiği fizyolojik, anatomik ve morfolojik değişimlerdir. 

Patolojik Yaşlanma: Normal biyolojik yaşlanma süreci ile etkileşen olaylara ve hastalıklara bağlı yaşlanmadır. 

• Psikolojik Yaşlanma: Bireylerin yaşlılık döneminde geçirdikleri davranış, uyum ve mental fonksiyonlarındaki değişimleri kapsar. 

• Sosyal Yaşlanma: Bireylerin, toplumun sosyal yapısı içindeki rollerinin, konumlarının ve sosyal ilişkilerinin yaşlanmasıyla birlikte değişmesiyle oluşur. 

 Ekonomik Yaşlanma: Yaşlılık döneminde özellikle emekliliğin etkisiyle azalan gelir düzeyinin bireyin yaşam şeklinde ve koşullarında meydana getirdiği değişikliklerdir.

Herkese hayırlı ve sağlıklı yaşlar diler; gençlerimizin de bir gün yaşlanacaklarını hatırlatmak isterim. 

Selam ve saygılarımla. 

Kış Gün Dönümü

Yılın en kısa günü ve “astronomik kışın” ilk günü olma özelliği taşıyan kış gün dönümünün zamanı geldi! 

Kış Gün Dönümü: “En Karanlık Gün” 
Gün dönümleri bir sonraki mevsimin başlangıcına işaret eden, bir gezegenin yıl içindeki en uzun ve en kısa günleridir. Yılın en uzun günü, yazın başlangıcına işaret eder ve buna yaz gün dönümü denir. En kısa gün ise kışın başlangıcına işaret eder ve bu nedenle kış gün dönümü olarak adlandırılır. 

İçinde bulunduğumuz Kuzey Yarım Küre’de yaz gün dönümü, Kuzey Kutbu’nun doğrudan Güneş’e doğru eğildiği haziran ayında gerçekleşir. Kış gün dönümü ise Kuzey Yarım Küre’de Kuzey Kutbu’nun Güneş’ten en uzağa eğildiği yani Kuzey Yarım Küre’nin Güneş’ten olabildiğince uzak olduğu aralık ayında gerçekleşir. Bu nedenle kış gün dönümü, güneş ışığının en az alındığı yılın en kısa günüdür. 



  • Neden gün dönümü yaşarız? 
  • Eksen eğikliğinin gezegenimizdeki yaşam üzerindeki etkisini biliyor musunuz? 
  • Kış gün dönümü Türkiye’de ne zaman gerçekleşecek? 
  • Gün dönümü ile ilgili kısa bilgi 
  • Diğer gezegenlerde gün dönümü olur mu? 
  • Kış gün dönümünde gölgenizi nasıl görürsünüz? 
  • Gün ışığı yaşamı nasıl etkiler? 
  • Jüpiter ve Satürn, kış gün dönümünde nasıl gözlemlenebilecek? 

Yılın en kısa günü olarak bilinen kış gün dönümü, daha az güneş ışığı Dünya'ya ulaştığı için, yılın en az gündüz vakti olan günüdür. İyi haber şu ki; kış gün dönümünden sonraki her gün, haziran ayında gerçekleşen ve gün ışığının en çok olduğu yaz gün dönümüne kadar biraz daha uzun sürmeye başlayacak.


Neden Gün Dönümü Yaşarız? 
Her yıl, gün dönümlerini deneyimlememizin nedeni; gezegenimizin dönme ekseninin 23.4 derecelik bir açıyla eğik olmasıdır. Bu, Dünya'nın Güneş etrafındaki yörüngesinde dik olmadığı anlamına gelir ve mevsimlerin oluşmasına neden olur. Teşekkürler eksen eğikliği 

Eksen Eğikliğinin Etkileri 
Dünya'nın eksenindeki bu eğimin, gezegenimizdeki yaşam potansiyeli üzerinde etkisini düşünelim. Bu eğimde Dünya'nın yörüngesi yaz ve kış arasında dramatik sıcaklık değişikliklerine neden olacak kadar etkilidir. Bununla birlikte, bu etki ne aşırıdır ne de gezegeni uzun süre yaşanmaz hale getirecek kadar uzundur. Eksen eğikliğinin sonucu olan bu ılımlı değişkenlik, yaşamın çağlar boyunca yavaş yavaş gelişmesine ve canlıların hayatta kalmasına izin vermiştir. 

Kuzey Yarım Küre için kış gün dönümü, her yıl 21 veya 22 Aralık'ta; Dünya genelinde tam olarak aynı zamanda gerçekleşir. Bu yıl kış gün dönümü 22 Aralık günü Türkiye saatiyle 00.47’de gerçekleşecek. 

İngilizcede gün dönümü anlamına gelen "solstice" kelimesi, Latince "sol" yani "Güneş" kelimesi ile, sabit durmak anlamına gelen “stare” kelimesinin birleşiminden oluşur. Güneş’in doğudan doğup batıdan batması sırasında (Dünya’nın batıdan doğuya doğru dönmesi nedeniyle), mevsime bağlı olarak yıl boyunca gökyüzündeki konumu değişir. Gün dönümü sırasında Güneş, gökyüzündeki en yüksek ve en alçak noktasına ulaşır. Bunlar Güneş’in yolculuğundaki dönüm noktaları olan sırasıyla yaz ortası ve kış ortasına karşılık gelir. Güneş, yaz gün dönümünde zirveye ulaştığında ufka doğru yolculuğuna başlar ve kış gün dönümündeyse ufuktaki en alçak noktasına gelir. Bu dönüm noktalarından önceki haftalarda, Güneş çok az hareket ediyor gibi görünür. Bu duruma “Güneş’in durması” adı verilir. 

Gün Dönümü Yaşanan Tek Gezegen Dünya Değil!
Eğik dönme eksenine sahip herhangi bir gezegende de gün dönümü gözlemlenir. Bunun yanında, diğer gezegenlerin mevsimlerinin birkaç nedenden dolayı iklimsel olarak Dünya'dakilere benzer olmadığını belirtmemizde fayda var. İlk olarak gezegenler, eksenel eğimlerinde değişiklik gösterir. Örneğin, Venüs'ün dönme ekseni sadece üç derece eğiktir. Neredeyse dik sayılabilecek bu eğim nedeniyle Venüs’te, yaz ve kış gün dönümleri arasında Dünya'dakilerden çok daha az mevsimsel fark vardır. 


Ek olarak, Mars gibi gezegenler Dünya'nınkinden daha az dairesel yörüngeye sahiptir. Bu durum onların Güneş’e olan uzaklıklarının Dünya’dakinden daha dramatik bir şekilde değiştiği ve buna bağlı olarak da mevsimsel sıcaklık üzerinde daha büyük etkileri olduğu anlamına gelir.


Ek olarak, Mars gibi gezegenler Dünya'nınkinden daha az dairesel yörüngeye sahiptir. Bu durum onların Güneş’e olan uzaklıklarının Dünya’dakinden daha dramatik bir şekilde değiştiği ve buna bağlı olarak da mevsimsel sıcaklık üzerinde daha büyük etkileri olduğu anlamına gelir. Dünya'nın eksenel eğimi, mevsimlerin oluşmasında daireye yakın yörüngesinden çok daha büyük bir rol oynar. Dünya, Güneş'e en yakın konumunu 21 Aralık gün dönümünden yaklaşık iki hafta sonra; Kuzey Yarım Küre'nin kışı sırasında gerçekleştirir. Dünya, Kuzey Yarım Küre'nin yaz aylarında; 21 Haziran gün dönümünden yaklaşık iki hafta sonra Güneş’ten en uzaktadır. 

Gün dönümünü görmemiz mümkün mü? Evet! Gökyüzünde neler olduğunu ve zamanla güneş ışığında meydana gelen değişiklikleri not ederek gün dönümünün etkilerini görmek mümkün olabilir. 

 22 Aralık’ta Gölge Boyunuza Ne Olacak? 
Kış gün dönümünde, öğle vakti dışarıda durup gölgenize baktığınızda; tüm yıl boyunca görebileceğiniz en uzun gölgeyi görebilirsiniz. Bunun nedeni şöyle açıklanabilir: Güneş her gün doğudan doğar ve batıdan batar ve bu yolculuğunda gökyüzünde adeta sanal bir yay çizer. 


Bu yayın yüksekliği, Dünya'nın Güneş etrafındaki yıllık yörünge hareketi sırasında değişir. Gezegenimiz Güneş’in etrafındaki yörüngede dolanırken, bir kutup Güneş’e doğru eğilirken diğer kutup ondan uzağa doğru eğilir. Kuzey Yarım Küre'de kış aylarında Kuzey Kutbu güneşten uzağa doğru eğilir, bu nedenle "yayın yüksekliği" yani Güneş'in ufuk çizgisinden olan açısal uzaklığı düşüktür ve bu nedenle gölgeniz uzun görünür. 


Pek çok insan için kış gün dönümü, sonbaharın kışa dönmesine işaret eder. Ancak “kışın astronomik ilk günü” olarak adlandırılan kış gün dönümü ile “kışın meteorolojik ilk günü” olarak adlandırılan kış mevsiminin ilk günü arasında bir fark vardır. Meteorologlar her yıl sıcaklık kayıtlarına göre kış mevsiminin ilk gününü belirler. 

Gün Işığındaki Değişikliklere Göre Yaşam 
Bazı bitki ve hayvanlar gün ışığındaki değişikliklere göre yaşamlarını düzenler. Örneğin günler kısaldığında, yapraklar daha az gün ışığı ve daha düşük sıcaklıklar nedeniyle yeşil rengini kaybeder. Antik çağlardan beri, dünyanın her yerinden insanlar da bu yıllık ritme dikkat etmiştir. Dünyanın dört bir yanındaki kültürlerde, kış gün dönümünü kutlanır. Ateş ve ışık, yılın en karanlık bu gününde düzenlenen kutlamaların geleneksel sembolleridir. Bununla birlikte, özellikle soğuk kış koşullarını önemsemeyen yıldız gözlemcileri için uzun gecelerin bazı faydaları vardır. Soğuk kış günleri, yaz aylarına kıyasla daha düşük nem oranına sahip olduğundan; sunduğu berrak gökyüzü ile gözlemcilerini ödüllendirir. 

Mutlu bir  kış gün dönümü geçirmeniz dileğiyle, gökyüzünüz açık olsun…

Araştırma ve DerlemeRecep Altun
Kaynak                      : https://www.spacecampturkey.com/kis-gun-donumu

Kupayı Ben Aldım

Merhabalar.

Katılamadığımız Dünya Kupası'nı Fransa'nın değil de Arjantin'in almasına herkesten çok ben sevindim. Futbol ilgi alanım değil. Ancak böyle uluslararası kupa maçlarının sadece finaline kalan ülkelerin maçlarını öylesine izler ve daha çok sonuca odaklanırım.

Neden Fransa değil de Arjantin? Sorusuna da cevap vermek istiyorum. Fransa'yı ve Fransızları sevmiyorum. Neden Fransa'yı sevmiyorum: 

Fransa, İngiltere'nin ardından dünyanın en büyük 2'nci sömürge imparatorluğudur. Fransa, 1524'te başlattığı sömürgecilik faaliyetleriyle Afrika'nın batısında ve kuzeyinde 20 ülkede hakimiyet kurdu. Cezayir, Fransa'nın Afrika'daki kanlı sömürgecilik tarihinin en karanlık sayfalarından biridir. Bu ülkeyi 130 yıl boyunca sömüren Fransa, İkinci Dünya Savaşı'nda kendi safında savaşması için Cezayirlilere bağımsızlık sözü verdi; sözünü tutmayınca başlayan protestoları kanla bastırdı. Bağımsızlık Savaşı'nda 1 milyon Cezayirli hayatını kaybetti. 
işte bu nedenle Fransa'nın kupayı almasına gönlüm razı olmazdı. Fransa'nın mazlum milletlere yaptıkları bu kadar değil, dahası var ama işi fazla uzatıp bildiğiniz şeylerle zamanınızı alıp, başınızı ağrıtmak istemedim.

Selam ve saygılarımla.

Düzeltme


Merhabalar. 

Londra’da hukuk öğrenimi görürken soyadı Peters olan, kötü niyetli ve kibri ile ün salan bir hocası vardı. Gandi onunla her tesadüf edişinde hiç boyun eğmedi, hep dik durdu ve ona yanıt verirken sözünü esirgemedi. Bir gün Peters üniversitenin kafesinde bir şeyler yiyorken Gandi yemeğini alıp yanına oturdu. Hocası kibirli ve ukala bir ses tonuyla şöyle dedi: ‘Gandi, anlamıyor musun? Hiçbir zaman bir domuz ile kuş yan yana oturmaz.” Gandi, ‘Paniklemeyin hocam, ben uçuyorum öyleyse’ deyip başka bir masaya geçti. Profesör Peters bu olaya çok sinirlendi. Bunun acısını çıkartmak, yapacağı sınavda ona bir ders vermek istedi ama Gandi soruların hepsini doğru cevapladı. Sıra en önemli ve can sıkıcı soruya gelmişti. ‘Gandi, yolda yürürken iki çanta görüyorsun, biri akıl diğeri para dolu. Hangisini alırdın?’ Gandi hiç düşünmeden, ‘Para olanı hocam’ dedi. ‘Ben senin yerinde olsam diğerini alırdım. Sence de olması gereken bu değil mi?’ dedi hocası. Gandi şöyle cevap verdi: ‘Herkes ihtiyacı olanı alır!’ Profesör öyle kızmıştık ki sınav kağıdına “APTAL” yazıp Gandi’ye kağıdı uzattı. Gandi bir yere oturup birkaç dakika düşündükten sonra profesöre şunları söyledi: ‘Kağıda imzanızı atmışsınız ama bana bir not vermemişsiniz hocam.'

Selam ve saygılarımla.

DÜZELTME: Prof. Peters ile Gandi arasında böyle bir diyaloğun geçmediği ve uydurma bir hikaye olduğuna ilişkin "Kaystros Tyrha" nın verdiği link adresi aşağıdadır. Bizi uyardığı için, Kaystros Tyrha'ya teşekkür ederim. 

https://indiacurrents.com/my-experiment-with-truth/?fbclid=IwAR3xmbCTBGmhuQz5wpd8iTiJvE6TFH2MVn9iMZbceg6D1FTkLTI0upmivr4

Karınca

 

Merhabalar. 

Hz. İbrahim peygamber, kral Nemrut’a tebliğ yapmış. Nemrut, ne güçlü bir kral olduğunu herkes görsün anlasın diye Hz. İbrahim’in ateşte yakılması emrini vermiş. Meydanda odunlardan büyük bir yığın yapıp odunları tutuşturmuşlar. O kadar büyük bir alevmiş ki bulutlara kadar yükselmiş. Bütün hayvanlar ateşten korkmuş kaçmış. Nemrut’un askerleri, İbrahim peygamberi mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış. Bu sırada, göklere kadar varan ateşe doğru bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile telaşla gidiyormuş. Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş: 

-Acele ile nereye gidiyorsun? Telaşla yetişmeye çalışan karınca, ağzındaki bir damla suyu ellerinin arasına alıp cevap vermiş: - Haberin yok mu? Nemrut, Hz. İbrahim peygamberi ateşe atacakmış. Meydana ateşin olduğu yere su götürüyorum. Diğer karınca kahkahalarla gülerek demiş ki: -Senin yanan büyük ateşten haberin yok mu? Ateşe hiç bakmadın mı? Ne kadar büyük, senin bir damla suyun ateşe ne yapabilir ki? Bir damla su taşıyan karınca: -Olsun, hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır.

Karşılaştığımız, gördüğümüz ve duyduğumuz her haksızlık karşısında Hz. İbrahim'in ateşine su taşıyan karınca gibi olmalıyız. Aksi halde, bizler de kendimizi birgün o ateşin kucağında buluruz. 

Selam ve saygılarımla.

Zeytin Ağacı

Muğla-Milas İlçesine Bağlı İkizköy'de Yok Edilen Zeytinlikten Bir Görünüm

Merhabalar.

'Kutsal Zeytin' yoksulun ağacıdır. Köylünün, çiftçinin geçim kaynağıdır. Köylüler zeytin geliri ile çocuklarını okutur, evlendirir. Ülkemizdeki yüz binlerce çiftçinin yaşamı yalnızca zeytine bağlıdır. Bir zeytin ağacının büyümesi yıllar almaktadır. Yok edilen zeytinliklerin kısa sürede yerine getirilmesi mümkün değildir. 

3573 Sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun’un, 4086 sayılı Kanun ile değişik 20’nci maddesinde:

Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif(1) ve generatif(2) gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez. Bu alanlarda yapılacak zeytinyağı fabrikaları ile küçük ölçekli tarımsal sanayi işletmeleri yapımı ve işletilmesi Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının iznine bağlıdır." hükmü yer almaktadır.

Zeytini koruma yasası bağlayıcı olmasına rağmen, Jeotermal santralleri ve maden ocaklarının açılması için zeytinlikler ve binlerce zeytin ağacı yasadışı ve zor kullanmak yoluyla yok edilmektedir. Yürütme ve yargı ise, zeytinliklerin yok edilmesine seyirci kalarak işlenen suça ortak olmaktadır. 

Zeytinliklerin 3 kilometre yakınında zeytin işleme tesisi dışında toz çıkaran hiçbir tesise izin vermediği için birçok maden ve enerji projesinin iptalini sağlayan Zeytin Yasası, AKP iktidarınca hazırlanan ve Resmi Gazete'de yayımlanan yönetmelik değişikliğiyle işlevsiz kılınmıştır. Türkiye'nin kötü kömürlerini çıkarmak için zeytinliklerimiz  harap edilemez; yazıktır, günahtır.

Selam ve saygılarımla.

(1) Vegatatif: Eşeysiz çoğaltma

(2) Generatif: Eşeyli çğaltma


Muğla-Milas İlçesi İkizköy'deki Zeytin Ağacı Katliamı

Kızdırma Bulutları

yağmuru tutamazsın ellerinle, 
götürmez o seni dilediğin yere, 
yağmur iner gider yoluna,  
sonra bulutlar kızar sana.  

kızdırırsan bulutları,  
selinde boğulursun yağmurun. 
o zaman ne bereketi,  
ne de rahmeti kalır yağmurun. 

gel, şu bulutları kızdırmayalım. 
henüz o öfkelenmemişken, 
varsın gönlünce yağsın yağmur; 
belki bize de bir faydası olur.

10 Aralık 2022
Recep Altun

Kardan Mürekkep

Merhabalar.

Bu mektubumuzda, Prof. Dr. Halil Değertekin'in "Muhacirler" adlı kitabından esinlenilen, 1915'teki Rus ve Ermeni işgalinden kaçan ailelerin çektiği zorluklar ile yaşadıkları acıların anlatıldığı "Kardan Mürekkep" belgeselinin Londra Film Festivali'nde ödüle değer görüldüğünden bahsedeceğiz. 

Bu belgeselin Londra Film Festivali'nde ödüle değer görülmesinde ki en büyük sevincim, belgeselde Ermeni olaylarına da yer verilmesidir. Çünkü, 1915 Tehcir olayındaki haklılığımızı Batı'ya ne anlatabildik, ne de kabul ettirebildik. Bu tür kitap ve belgesellerimiz Ermeni olayındaki haklılığımızın anlatılmasına bir fırsattır.

Kardan Mürekkep belgeseli, Londra Film Festivali'nde 1200 belgesel içinde uzun metrajlı belgesel dalında birincilik ödülünü aldı. Belgesele ilişkin bilgi veren Prof. Dr. Değertekin

"Belgesel, Muhacirler isimli kitabıma dayanılarak yapıldı. Nurtaç Erimer de bu belgeselin yönetmeliğine seçildi. Belgesel benim ailemin de içinde bulunduğu doğu muhacirlerinin hayat hikayesini anlatıyor. Özellikle 93 Harbi'nden sonra Kafkaslar'dan gelen binlerce insan oldu. Birinci Dünya Savaşı başlayınca, Ermeni olayları ve Rus işgali ile o bölgenin Osmanlı vatandaşları Orta ve Güney Anadolu'ya göç etmek zorunda kaldı. 800 binle 1 milyon kişi arası insan muhacir haline geldi. Ağır soğuk koşulları, çeteler, eşkıya saldırıları vardı. En az üçte biri yolda öldü. Kitabımın en önemli özelliği annem ve babam gibi canlı tanıkların Ermeni olaylarıyla ilgili en doğru tanıklıklarını yazdım. Ermeni olayları, halklar arasındaki bir sorun değildi. Ermeni çetelerinin yaptığı katliama karşı devletin bir tedbiriydi. Yapılması gereken Batı'ya bu tip insana dayalı, objektif kitapları ve belgeselleri göstermek. O zaman kafalarında 'Türk halkının bir kabahati yok ' düşüncesi yerleşir." 

diye açıklamada bulunduğunu Cumhuriyet gazetesindeki haber yazısından okudum.

Selam ve Saygılarımla. 

Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi

Ne Acı!



BASINA VE KAMUOYUNA

"Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler mensuplar memleketi olamaz."

Mustafa Kemal Atatürk

İki gündür 6 yaşındaki bir bebeğin, öz babası tarafından gelinlik giydirilerek "evlendirilmesi" rezaleti ile çalkalanıyor ülkemiz. Bir babanın 6 yaşındaki kızını evlendirebilmesi, 29 yaşındaki bir "adam"ın o bebe ile evlenebilmesi, sahte kemik yaşı raporu ile gözünün önündeki 14 yaşındaki kızın 21 yaşında olduğunu karara bağlayan yargıçların olabilmesi, ne acı!

100. yaşını süren Türkiye Cumhuriyeti'nin bu hali kabul edilebilir olmasa da şaşırtıcı değil elbette.  

İktidara gelişinden itibaren tarikat ve cemaatlere devlet olanaklarını sonuna kadar açan AKP yönetim anlayışının vahim sonuçlarını bu ve benzer örneklerle her gün yaşıyoruz. Bu anlayış gerçek İslam'la ilgisi olmayan uydurulmuş bir din dayatıyor topluma.

Önceki yıllarda kimi AKP Belediyelerinin "6 yaşındaki kız çocukları ile evlenilebilir" diyen kitaplar dağıttıklarını gördük. Kanal kanal dolaştırılan "Hocaefendi" lakaplı tarikatçıların, Diyanet yetkililerinin benzer fetvalar (!) verdiğini gördük. Tarikat evlerinde tecavüze uğrayan çocuklar için "Bir defadan bir şey olmaz!" ya da "küçüğün rızası var" diyen bakanlar gördük. Eşi tarafından -hem de camide- bir kadınla basılan imam için "İmam nikahlısıysa göreve iade edeceğiz" diyebilen devlet memuru müftüler gördük. 

Laik Cumhuriyet'e, Atatürk İlke ve İnkılaplarına ve Anayasaya sadakat yemini etmiş bazı siyasilerin "Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz." , "İslam bize göre değil, biz İslam'a göre hareket edeceğiz." diyebildiklerine şahit olduk. 

Hatta Cumhurbaşkanı Danışmanı sıfatlı kişilerce kurulup ASSAM (Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği) adı verilmiş bir örgüt tarafından devlet kuruluşları ve belediyeler sponsorluğunda, Başkenti İstanbul, dili Arapça olacak ASRİKA İslam Devleti kurma amaçlı sempozyumlar düzenlenebildiği ve düzenleyicisinin "Dünya üzerindeki İslam alimleri ile görüştüğümüzde sorularımıza şöyle cevap alıyoruz. İslam Birliği olacak mı? Olacak. Nasıl Olacak? Mehdi Hazretleri geldiği zaman. Peki, Mehdi ne zaman gelecek? Allah bilir. Peki, bizim bir işimiz yok mu? Ortamı hazırlamamız gerkmez mi? İşte ASSAM bunları yapıyor." diyebildiğini de yaşadık. 

Bütün bunlar düşünüldüğünde, Bakanlık ya da Diyanet İşleri'nin bu son rezaletle ilgili suskunluklarının da şaşılacak bir yanı yok tabii. Öte yandan, artık bir AKP dönemi klasiği haline getirilen "icazet törenleri" ile sarıklı cübbeli küçücük çocuklarımız kulanılarak şehirlerimizin caddelerinde, salonlarında Laik Cumhuriye'te meydan okunuyor. 

Anayasamızın ve yasalarımızın açık hükümlerine karşın devlet görevlilerinin bu meydan okumaya engel olmaları bir yana, TBMM Başkanı, Diyanet İşleri Başkanı gibi üst düzey siyaset ve devlet yetkililerinin coşkulu katılımları ile bu törenleri meşrulaştırdıkları görülüyor.

Devlet erkanının gözlerri önünde değişmez önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK'e "KAFİR" diyen hadsizler el üstünde tutuluyor. Örnekleri ziyadesiyle çoğaltmak mümkün. Bu gidiş iyi gidiş değildir!

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, varlık nedenimizin Laik CUmhuriyeti ve Atatürk İlke ve Devrimlerini sonsuza dek yaşatmak olduğu bilinci ile tüm devlet yetkililerini Anayasa ve yasalara uymaları ve görevlerini yapmaları konusunda bir kez daha uyarıyoruz.

Saygılarımızla. 

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİ 

Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi

Gaz Lambası

Merhabalar.

1960 yılına kadar memleketimde akşamları evlerimizi gaz lambalarıyla aydınlatırdık. 1960 yılında yapımı tamamlanarak işletmeye alınan Hirfanlı Barajında üretilen elektrik enerjisi sayesinde 1960'lı yıllardan itibaren evlerimizi ampullerle aydınlatmaya başladık. 1960 öncesinde evlerimizi aydınlattığımız gaz lambasıyla ilgili çok anılarımız vardır.  Ancak gaz lambasıyla ilgili çok daha önemli bir konu var ki, geçenlerde bu konuyu gazetede okumuş ve çok etkilenmiştim. Ne yalan söyleyim, ben gaz lambasının bu konuya ismini verdiğini ilk defa o gazetedeki okuduğum yazıdan öğrendim. Sizi daha fazla meraklandırmadan ve lafı da fazla uzatmadan hemen konuya girmek istiyorum.

Biri size, konu fark etmeksizin  (bu romantik bir ilişki de olabilir, iş ilşikisi de) sürekli olarak 'Aşırı tepki veriyorsun', 'Kafanda kurmuşsun', 'Çok hassassın' gibi cümleler kuruyor ise muhtemeldir ki 'gaslighting'e uğruyorsunuz. 'Gaslighting' için 'Akıl sağlığınızdan şüphe duymanızı sağlayacak, manipülasyona dayalı, sinsi bir psikolojik şiddet' demek mümkün. 

Gaslighting, bir psikolojik manipülasyon ve taciz yöntemidir. Bireyi kendi hafıza, algı ve akıl sağlığını sorgulayıp irdelemeye iten bir çeşit kötü yönlendirmedir. Bireyde veya seçilen grupta şüphe uyandırma, kalıcı inkar, çelişki ve yalan yoluyla peyderpey dikte edilir ve fark edilmesi kimi zaman güçtür.

Terimin adı, İngiliz oyun yazarı Patrick Hamilton'un 1938 yılında yazdığı Gas Light (Gaz Lambası) adlı bir oyundan gelmektedir. Oyundaki erkek karakter eşini deli olduğuna ikna etmeye çalışır ve gaz lambasını söndürdüğünde eşi bunun gerçek değil uydurulmuş bir şey olduğunun farkına varır. 

İşte yıllardır evlerimizi aydınlatmada kullandığımız gaz lambası ne kadar masum görünse de meğersem psikolojik manipülasyon ve taciz yönteminin isim babasıymış. 

Selam ve saygılarımla.

Riya

Merhabalar.

Allah'a itaat eder görünerek kulların takdirini kazanmayı istemenin, ibadeti Allah'tan başkası için yapmanın, ibadetleri kullanarak dünyevi çıkar peşinde olmanın, Allah'ın emrini yerine getirmek maksadıyla değil de insanlara gösteriş olsun diye iyilik yapmanın adı riyadır. Riya aynı zamanda gizli şirktir. Samimiyetten uzak gönüllerin güzel sıfatlarla bezenmesini beklemek beyhudedir. Zira müslüman yaşamının ana ölçüsü samimiyettir.  

Kınanma kaygısıyla ameli terk etmenin riya, insanlara gösteriş olsun diye amel etmenin şirk, bu iki kusurdan kurtulmanın ise ihlas olduğunu söylemek pekala mümkündür. Ancak ne yazık ki, günümüzde dünyevi çıkarları uğruna bu güzelim dini ahiret dini yapıp kendileri dünyanın zevkini çıkaranlar o kadar çok çoğaldılar ki, bu tablo karşısında üzülmemek elde değildir. 

Kendilerini müslüman görerek yaşamlarında bu samimiyeti göstermeyen riyakarların ve yine sizleri Allah ile aldatanların oyununa gelmeyin.

Selam ve saygılarımla.

Cennetten Tapu



Merhabalar.
Uzmanların "Deprem felaketi kapıda, fakat ne ciddi bir hazırlık var, ne de gerekli yapılanma için bütçe" diye uyarmaktan dilleri kurudu! Diyanet'e "öbür dünyada cennet inşaası" için sunulan dudak uçuklatıcı bütçenin ufacık bir kısmı bile, bu dünyada deprem önlemleri için kullanılsa, eşikteki depreme karşı toplum hazırlıklı olacak! 
Gel gör ki, "kader/dua/şükür" afyonu ve cennet vaadiyle avutup uyuşturdukları yoksul halkın bu dünyada cehennem azabı yaşaması umurlarında bile değil. Dinci faşizm budur: Cennet maskesiyle uğuldayan cehennem kuyusu! Lanet olsun!

Selam ve saygılarımla. 

Kaynak: Bizimgazete 1-7 Aralık 2022 Sayı:14

Geleceğimiz Can Çekişiyor

Merhabalar.

Bugünkü mektubumuzun konusu geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızda ve gençlerimizde görülen davranış bozukluklarıdır. İnsan hayatındaki gözlenebilen, kaydedilebilen ve ölçülebilen bütün etkinlikleri davranış olarak tanımlarız. Psikolojik anlamda davranışı ise, canlıların dış dünyaya karşı gösterdikleri her türlü bilişsel, duyuşsal ve psikomotor (bedensel-fiziksel) tepkilerin adı olarak tanımlayabiliriz.

Bir davranışın ortaya çıkabilmesi ise, her şeyden önce o davranışın öğrenilmesi gerektiği, dolayısıyla öğrenilmeden bir davranışın ortaya konamayacağından  bahsetmekle birlikte konunun daha iyi anlaşılması için, davranışın diğer üç boyutunu da ele almadan geçemeyiz. 

Bir davranışın ortaya çıkması için öğrenmenin dışındaki diğer üç boyutunu ele alarak incelediğimizde: Davranışın birinci boyutu olarak onun biliş süzgecinden geçip, organizma tarafından benimsenerek özümsenmesinin gerektiği; davranışın ikinci boyutu ise; bireyin öğrendiği davranışa karşı beslediği duygu durumudur. Bireyin öğrendiği davranışa karşı içerisinde beslediği; sevgi, bağlanma, hoşgörü, sabır, kararlılık, özgüven ve başarma arzusu gibi duygular, davranışın etkin ve kalıcı olup olmamasında önemli rol oynayabilmektedir. 

Davranışın bilişsel ve duyuşsal boyutu yanında bir de psiko-motor boyutu vardır ki; bir davranışın ortaya çıkması için ilgili organların gelişim olarak yeterli düzeyde olması ve biyolojik olarak kas ve sinirlerin, bilişsel ve duyuşsal boyutlarla koordinasyon içerisinde hareket edebilecek bir yapıda olması, pisiko-motor boyut açısından hazırlığı ifade etmektedir. Başka bir ifade ile istenilen bir davranışın meydana gelebilmesi için psiko-motor boyutla ilgili olarak, hem gerekli enerji ve fiziki uygunluk hem de beceri gerekmektedir. Sözgelimi organları gerekli olgunluk ve fiziki kapasiteye henüz ulaşamamış bir çocuğun araba kullanma davranışını göstermesi nasıl ki mümkün değilse; aynı şekilde gerekli egzersizi olmayan, henüz zihin-kas koordinasyonunu sağlayamayan bir yetişkinin de bu başarıyı göstermesi mümkün değildir. Dolayısıyla bilişsel ve duyuşsal boyutlarca onaylanan davranışın pratiğe dökülebilmesi için, psiko-motor boyutta da kişinin gerekli olgunluk ve beceri imkanına sahip olması gerekmektedir.

Buraya kadar davranış konusunda gerekli teknik bilgileri ele aldık. Şimdi gelelim ülkemizdeki acı tabloyu görmeye. Son yıllarda toplumda her gün daha da artan bir şiddet salgını var. Hayvanlara, çocuklara, kadınlara, doktorlara, öğretmenlere ve hatta trafikte kurallara uyan sürücülere yönelik...

Biri mezara biri cezaevine giden iki çocuğumuzla ilgili habere tanık olmuşsunuzdur. Henüz 12 yaşında bir kız çocuğu, sınavdan düşük not aldığı için kendisiyle alay ettiğini öne sürdüğü sınıf arkadaşı Fatmanisa Yürekli'yi okul tuvaletinde önce hortumla dövmüş, sonra da bıçaklayarak öldürmüş. Bu çocuk ne gördü ne yaşadı, kimden ne öğrendi de işi cinayete kadar vardırdı? Bu olayın nedenlerinden biri olarak toplumda yıllar içinde artan şiddet dili, şiddet içerikli bilgisayar oyunları ve yine şiddet içerikli dizi ve filmlerin olduğunu söylemek pekala mümkündür.

Bu tür şiddet olaylarında hep ölenin kurban olduğunu düşünmekle birlikte öldürenin de bir kurban olduğu gerçeğini gözden kaçırmıyor muyuz? Bu olayda biri mezara biri cezaevine giden iki çocuğumuz da işte bu salgının en masum iki kurbanı değil mi? Bu olayda ayrıca akran zorbalığı da var. Akran zorbalığına bıçakla cevap verilmesi gibi korkunç bir davranış sergileyen 12 yaşındaki katil zanlısı çocuk ve ailesi hakkında sosyal medyada acımasız yorumların yapıldığı da gözden kaçmıyor. Ancak, ölen kadar öldürenin de çocuk olduğu ve bu çocuğu yetiştirenin de sadece ailesi olmadığı gerçeği gözden kaçırılıyor. 

Çocukların zihni, hayatlarının ilk gününden itibaren, aileleri kadar yakın çevreleri; akrabaları, komşuları, mahalledekiler ve sonrasında tüm ülke tarafından şekillenir. Bu da demek oluyor ki, bu çocuğun kendisine yapılan zorbalığa böylesi uç bir tepki vererek, cinayet işlemesinde toplumun içinde bulunduğu ikliminin etkisi çok büyük.  Dizi ve filimlerdeki şiddet sahneleri, şiddet içerikli oyunlarla birlikte şiddet dilini benimseyen bir toplum var artık. Haliyle çocuk, daha erken yaşlarında kendisine yapılan bir haksızlığı ancak şiddet ile çözebileceğini öğreniyor ve bunun için cezalandırılmayacağını zannediyor.  

Televizyon, medya ve sosyal medyadaki şiddet içerikli yayınların çocukları saldırganlaştırdığını ortaya koyan yüzlerce araştırma var. Sigara ile kanser arasındaki ilişki neyse, şiddet ve toplumsal dil arasındaki ilişki de aynı. 

Toplum olarak şapkamızı öne koyup artık bir düşünme vakti gelmedi mi? Böyle acı olayların bir daha benzerini yaşamamak için önce bu şiddet dili ile zihniyetin değişmesinin şart olduğunu söylemekle birlikte müsaadenizle bir mektubuma daha son vermek istiyorum.

Selam ve saygılarımla.

Yararlanılan Kaynak: Hürriyet Gazetesi.