31 Aralık 2015


Merhabalar.

2015 yılının takvimini duvara astığım 31 Aralık 2014 gününü, daha dün gibi hatırlıyorum. Takvimi asarken de eşime "Bak bu günü iyi hatırla, Allah izin verirse, bu takvimin yaprakları; bir de bakmışız ki, bitmiş ve son yaprağının kaldığı 2014 yılı gibi, 31 Aralık 'a gelmiş olacağız." Demiştim. Eğer, yine Allah nasip ederse, hiç bitmeyecek gibi görünen 2016 yılının da sonu gelmeye gelecek de kimler görecek, kimler göremeyecek, artık orasını Allah bilir? 

Ve işte şimdi o bahsettiğimiz gün olan 31 Aralık'tayız. Acısıyla tatlısıyla koca bir yılı daha geride bıraktık. Beni bu yıl içinde üzen çok olaylar oldu. En acısı, PKK terörüne kurban verilen aziz şehitlerimizdir, kadınlarımızdır, çocuklarımızdır, işçilerimizdir, yine teröre kurban verilen masum sivil halkımızdır. Ortadoğu'da emelleri uğruna evinden ve yurdundan edilen ve mülteci durumuna düşürülen milyonlarca insan ve yine yaşamlarını ülkelerindeki acımasız iç savaşlarda kaybeden sayıları milyona yaklaşan insanlardır. Söylenecek şey çoktur ama, sizlerin yılın bu son gününde, böyle insanları üzen konulara girerek huzurunuzu kaçırmak istemiyorum.   

Üç yüz altmış beş günü olan bu koca yıl içinde hiç mi yaşadığımız güzel günler, güzel anlar, anılar olmadı? Olmaz olur mu? Olmuştur muhakkak! Ama, her nedense millet olarak biz hep acılarımızı öne çıkarırız. Mutlu olduğumuz anlar bir türlü öne çıkamazlar, çıksalar bile acının gölgesinde yok olup giderler.

Sözü fazla uzatmadan 2016 yılının tüm insanlığa barış, huzur, kardeşlik ve hayırlar getirmesini ve hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hakk'tan niyaz ederim. 

Sizlere de tüm sevdikleriniz ve sevenlerinizle birlikte sağlıklı, huzurlu ve mutluluk dolu yeni bir yıl dilerim. 

Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun. Her şey gönlünüzce olsun efendim, saygılarımla.

Yunus Emre

Çalışma: Haydar Altun
Merhabalar.

Bugün biraz Yunus Emre'den söz etmek istiyorum. Her ne kadar Yunus Emre ile ilgili hepimizin az ya da çok bir bilgisi varsa da ben onun mensup olduğu yer ile ilgili konuşmak istiyorum. 

Yunus'u daha başından beri çeşitli zümreler ve tarikatlar kendilerine mal etmek istemişlerdir. Ona Bektaşilerin sahip çıktığı gibi, Kadiriler, Halvetiler, Mevleviler ve başkaları da sahip çıkmıştır. Fakat o tarikatların üstünde bir kimsedir. O bir eren-şairdir. "vahdet-i vücud" felsefesini ve tasavvufun inceliklerini; ilahi aşkı, İslami ölçülere uygun olarak dile getirmiştir. 

Yunus tam manasıyla bir müslümandır. Onda şii-alevi temayüller yoktur. Açık ve serbest düşünceli hareket ettiği, şekle değil mana ve ruha değer veren bir kimse olduğu ve taassubu kabul etmediği için, medreseliler onun bazı şiirlerindeki sözlerini beğenmemişler ve onu tenkit etmişlerdir. Yunus Sünni akidelere bağlı, hür fikirli bir sofidir. Tasavvufu, "vahdet-i vücud" esaslarını ve ilahi aşkı terennüm eden bir şairdir. Mutasavvıftır, fakat tarikat kurucusu veya propagandacısı değildir. Batıni inanışları ve şii-alevi görüşleri mevcut değildir.

Bir tasavvuf şairi olarak Yunus Emre, "vahdet-i vücut" (varlığın birliği=panteizm) felsefesini işlemiştir. Bilindiği gibi varlığın birliği felsefesinin temeli neoplatonizm (Nev-Eflatunculuk) görüş ve metodudur. Mutasavvıf şairlerimiz, bunun İslami şeklini ele almışlardır. İslami tasavvufu ve vahdet-i vücut görüşünü edebiyatımızda en güzel dile getiren şair Yunus Emre'dir. Pek çok tasavvuf şairi yetişmiş, fakat hiç kimse İslam mistisizmini, Yunus kadar açık, sade, derin, samimi ve heyecanlı bir şekilde terennüm edememiştir.       

Yunus Emre son derece coşkun, içli, lirik şiirler meydana getirmiştir. Bu bağlamda o, Türk tasavvuf edebiyatının çok kudretli, divan şairleri de dahil, en büyük şairidir.  Tasavvufun esası ilahı aşktır. Mutasavvıflara göre tek bir vücud, vücud-ı mutlak vardır, o da Allah'tır. Sofiler bu esastan hareket eder; hayatı, ölümü ve kainatı bu görüşle izah ederler. Yunus da bir mutasavvıf olarak; Allah, ilahi aşk, varlık-yokluk, hayat-ölüm meseleleri üzerinde durmuştur. Bunlar ve bunlara bağlı olarak dünyanın faniliği, ilimle gerçeğe erişilemeyeceği gibi meseleleri de ele almıştır. İslami tasavvuf felsefesini çok sade, fakat çok derin olarak en güzel şekilde anlatan Yunus Emre, Türk tasavvuf edebiyatının en büyük temsilcisi olduğu gibi, halk ve divan edebiyatları dahil bütün Türk edebiyatının en büyük şairlerindendir. Halk dehasının mihrakı ve muhassılasıdır.

Yunus Emre ayarında, dünya edebiyatında da pek az şair vardır. Bilhassa ölüm temasını onun kadar içli, duygulu ve derinliğine işleyen bir şair gösterilemez.

Yunus'un Türk dili ve edebiyatındaki yerini belirtmek için netice olarak diyebiliriz ki; o, Anadolu'da yeni bir edebiyat dilinin kuruluşunda en büyük rolü oynamış bir sanatkar, Türk tasavvuf edebiyatına kendi damgasını vurmuş pek büyük bir şairdir. Edebiyatımızın eşsiz ve ölmez simasıdır. 

En Uzun Gece


Nereden doğar; nereden batar; ayın hareketlerini günlük takip ederdim. Günleri de özelliklerine göre değerlendirirdim. Şimdilerde ne aydan haberim kaldı, ne de günden. Bir tembellik ve bir miskinlik çöktü ruhuma. Ne olduğumu, nerede olduğumu, hatta kim olduğumu unuttuğum zamanlar bile oluyor. Bu duruma da çok üzülüyorum. Çünkü ben böyle biri değildim. Ben tıpkı hiperaktif çocuklar gibiydim, elim kolum bağlı oturamazdım. 08.04.2014 tarihinde yeniden internet abonesi olmak üzere sözleşme imzalamıştım. Hem de hangi internet sağlayıcı firma ile biliyor musunuz? Sadece Ankara'da hizmet veren "Göknet" adında bir firma ile. Bu tarihten itibaren yine klavyenin başına çakıldım kaldım. Ne güzel, bir yıla yakın ara vermiştim.

Aslında bu klavyenin başına çakılıp kalmak da bizi bu hale soktu. Sosyal yaşantı bitti. Kimse kimseye ne selam veriyor, ne selam alıyor. Herkes birbirinden korkuyor, kimse kimseye güvenemiyor. Dolayısıyla bu bağlamda kimse kimseyle komşuluk yapamıyor. Nasıl yapsın? En yakın akrabam yere düştü, ben de elinden tuttum kaldırdım; yakınım beni hem kazıkladı, hem de birilerine peşkeş çekerek kaçtı gitti. Ben de artık korkuyorum haliyle ve de kimseye ne selam veresim geliyor, ne de hal hatır sorasım geliyor. Elini uzatıyorsun kolunu alamıyorsun. Selam veriyorsun, borçlu çıkıyorsun. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, ben yine de duramıyorum; selam da veriyorum, hal hatır da soruyorum, elimi de uzatıyorum. Çünkü bu benim fıtratımda var. Aksini yapamıyorum ki!..

21 Aralık, yılın en uzun gecesiymiş... Bu gün de 21 Aralık... Bugün kimilerin doğum günü, kimilerin de yaşadıkları ile ilgili sevinçlerin ya da kederlerin hatırlanıldığı gündür. Aynı zamanda bir geçişin ya da dönüşün başlangıç mihengidir. Cenab-ı Hakk, hayırlı başlangıçlara vesile eyler inşAllah!

Ülkemizde ve dünyamızda kan akmaya devam ederken, ben huzur bulamıyorum. Sevineceğim şeylere sevinemiyorum, güleceğim şeylere gülemiyorum, dolayısıyla ihtiyacım olan huzura da bir türlü kavuşamıyorum. Memleketimin durumu ile birlikte memleketlerinden hiç bilmedikleri ve tanımadıkları memleketlere göçmek zorunda kalmış mülteciler beni çok üzüyor. Hava ne kadar soğuk. Bu soğuğa karşı, korunmasız insanlar dışarıda ne kadar dayanabilinir bilemiyorum? Evlerimiz sıcacık, çorbamız kaynamış, ama mutlu değiliz. Elimizden ne geliyor? Üzülmekten ve kendimizi kahretmekten başka, hiçbir şey!..

Bugün 21 Aralık, en uzun geceyi yaşayacağız. Şu anda yaşadıklarımıza bakıp, geleceği düşünmeye epey vaktimiz olacak gibi...

İzleyiciler Gadgeti


Merhabalar.

Sayın Blogger Arkadaşlarım.

Tüm bloggerlerin, blog sayfalarındaki "İZLEYİCİLER EKLENTİSİ" ndeki üyelerin profil bilgilerine erişim sorunu, Blogger tarafından giderilmekle birlikte bu arada bizi takibe alan üye sayılarımızda da değişiklik olduğunu gözlemlemekteyiz.  Aslında silinen üyemiz yoktur. Blogger tarafından söz konusu aksaklığı gidermek için yapılan girişim sonrası üye sayılarımızda sanki düşüşler olmuş gibi bir durum ortaya çıkmıştır. Ben kendi eklentimdeki üyelerin sayısını takip ediyorum. Gerçekte üye sayılarımızda bir azalma söz konusu değildir. Bu durum Blogger'in izleyiciler eklentisindeki hatayı gidermesi sonucu oluşmuştur.

Benim gerçek üye sayım 259'dur, ama eklentide gösterilen üye sayım 272'dir, daha önce bu sayı 293 idi.

İzleyiciler eklentisinde kayıtlı bulunan üyelerimizin profil resmine tıklayarak artık profil bilgilerine ve oradan da sayfalarına ulaşabileceğiz. Söz konusu aksaklığı giderdiği için Blogger yetkililerine teşekkür ederiz.




Uçak Krizi



24 Kasım 2015 Öğretmenler Günüydü. 93 yaşındaki böbrek yetmezliği takibinde olan babamın Ankara Dışkapı SSK hastanesindeki kan ve idrar sonuçlarını doktoruna göstermek üzere sıra aldım bekliyordum. Polikliniklerin olduğu "F" bölümünün üst katındaki daracık koridorlarına serpiştirilmiş poliklinik odalarının önlerinde muayene olmak ya da sonuç göstermek üzere bekleyen bir hayli hasta ve hasta yakını kalabalığı vardı. İki poliklinik odası arasındaki duvar boşluğuna asılmış plazma tv'de alt yazıda "Aidiyeti belli olmayan uçağa müdahele edilmiştir." şeklinde geçen haber gözüme ilişti. Kendi kendime "eyvah" dedim, "bir terslik var."  Yanımda bankta oturan ve benim gibi sıra bekleyen hastaya, "Uçak mı düşürülmüş?" diye sordum. O da "Evet milliyeti belli olmayan bir uçak düşürülmüş, ben de alt yazıda geçen haberden okudum." Dedi. Ben artık poliklinik odası üzerindeki hasta takip ekranından gözümü sağ taraftaki plazma tv'ye çevirdim. Ana ekranda o an bir başka yayın vardı, uçak düşürülmesi ile ilgili haber yoktu, aidiyeti belli olmayan bir uçağa müdahale edildiğiyle ilgili haber, sadece alt yazıda geçiyordu.

Bundan bir kaç gün önce Ruslar'ın hava sahamızı ihlal ettiğini ve bu konuda uyarıldıkları ile ilgili haberler, hala hafızamda idi. O an, "bunlar yoksa Rusya'ya ait bir uçak falan düşürmüş olmasınlar" diye kendi kendime söylendim. "Eğer böyle bir şey olduysa, işimiz zor!" diye  düşünmekten de kendimi alıkoyamadım. 

Hasta takip ekranında sıra numaram görününce muayene odasına girip doktora sonuçları gösterdim. Doktor: babam için, "sonuçlarında bir anormallik olmadığını, tuzsuz yiyip bol su içmeye devam etmesini" salık verdi. Muayene odasından çıktıktan sonra, tekrar duvardaki plazma tv'ye baktım, ana ekranda uçak düşürülmesi ile ilgili herhangi ayrıntılı bir haber yoktu. Ancak, alt yazıda uçak düşürülmesi ile ilgili haberin detayları geçiyordu.

Hastaneden bir an önce ayrılıp, olayla ilgili haberleri araştırmak üzere hemen duraktan bir dolmuşa bindim ve eve geldim. Evde beni bekleyen babama, bir taraftan sonuçları ile ilgili doktorun dediklerini aktarırken, diğer taraftan da televizyonu açarak; "baba bizimkiler uçak düşürmüş" diye de babama haber yetiştiriyordum.

Ve korkulan olmuştu, Türk uçaklarının hava sahamızı ihlal eden ve aidiyeti belli olmayan bir uçağı uyarılara rağmen, hava sahamızı ihlal etmeye devam ettiği için, düşürdüğü haberini öğrenmemle birlikte, ilerleyen dakikalarda düşürülen uçağın, Rusya'ya ait bir uçak olduğunu da öğrenince ne yalan söyleyeyim, bu işin arkası çok kötü gelir diye de tedirgin olmaya başladım.

24 Kasım 2015 tarihinden bu tarafa uçak krizi ile yatıyor ve uçak krizi ile kalkıyorum. Her şey o kadar açık ve net ki, Rus uçakları bile bile hava sahamızı ihlal etmişlerdir. Çünkü, Türkiye'nin hava sahası ihlalinde çok ciddi bir şekilde angajman kurallarını uygulayacaklarını biliyorlardı. Bu bağlamda bana göre,  Rusya stratejik hedefleri için bir uçağını feda etmiştir.

Hatırlarsanız bu olay öncesi "Oruçlu Tilki" başlıklı bir blog yayınlamıştım ve bloğun son parağrafını da: "Yeni oluşturulacak Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden fıkradaki tilki gibi uyanık ve kurnaz olmasını ve kurt gibi de tuzaklara düşmemesini bekliyoruz." şeklinde bağlamıştım.

Ben, bu uçak olayında kurt gibi tuzağa düşürüldük diyorum. Sizin ne düşündüğünüzü de merak etmiyor değilim hani.

Otuz Beş Yaş Üzerine Bir Söyleşi

Cahit Sıtkı Tarancı : 1910 -1956

Ölümsüz şiirlerin kalemi, Türk dilinin sevgilisi şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı'nın en çok bilinen, ezberlenen, akıllarda yer edinen, her katıldığı toplantıda kendisinden okunması istenen "Otuz Beş Yaş" şiiri üzerinde herkesin kafasını yoran ve herkesçe merak edilen iki dizesi üzerine biraz sizlerle sohbet etmek istiyorum. Bilmiyorum, sizin de bu şiiri okurken; bu iki dize hiç ilginizi  çekti mi, kafanızı yordu mu, merak ettiniz mi?

Herhalde hatırladınız değil mi, okuyanların kafasını yoran ve merak ettikleri bu ilk iki dizeyi?

"Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder"
"Dante gibi ortasındayız ömrün"

Şairin, birinci dizede bir insana yetmiş yıl ömür biçtiğini pekala anlayabiliyoruz. Ama bu "Dante" nedir, kimdir? Hiç merak edip araştırdınız mı? Dahası şair neden Dante'yi ömrün tam ortasına koymuş?

Yaptığım araştırmalar sonucu kendisi gibi şair olan Şinasi Özdenoğlu bir anekdotunda şiirle ilgili,  şair ile arasında geçenleri şöyle anlatmaktadır:

"Cahit ağabey cebinden çıkardığı kağıda, el yazısı ile yazılmış 'Otuz Beş Yaş' şiirini, işte burada, "Şükran Lokantası"nda bana okumuştu. Tarancı, şiirini beğenip beğenmediğimi sordu. Çok beğendiğimi söyledim. Neden 'Otuz Beş Yaş' ? Başka bir isim düşünemez miydiniz? diye sordum.
Şairin bana verdiği cevap şöyle olmuştu:

Dante'nin 'Divina Commedia'sını Fransızcasından okudum. Bu yapıtın beni etkilediğini söylemeliyim. İtalyan şairi; insan ömrünü 70 yıl varsaymış, ünlü eseri  (Ahirete yapılan bir yolculuğu anlatan ilahi komedya)  'Divine Commedia' yı 35 yaşında yazmaya başlamıştır. Ve Dante, ilk dizesinde 'Hayat yolunun ortasında' diye başlıyor başyapıtına... Ben bu girişi çok beğendim ve şiirime işte bu nedenle 'Otuz Beş Yaş' şiiri dedim..." 

Yukarıdaki anekdottan anlaşılacağı üzere Dante'nin bir İtalyan şairi olduğunu, normal bir insan ömrünü 70 yıl olarak kabul ettiğini ve Dante'nin ünlü eseri 'Divine Commedia'sını 35 yaşında yazmaya başlamakla birlikte bu yaşın da hayat yolunun ortası olarak kabul ettiğinden etkilenerek, hem şiirine  "Otuz Beş Yaş" ismini verdiği hem de bu konuyu şiirindeki ilk iki mısraya taşıdığını öğrenmiş olduk.  

Şiirlerinde biçime ve forma da önem veren şairin bu şiirinde kullandığı form da ismine uygun olsun diye her kıtası beş satır olan yedi kıtadan müteşekkildir.

Tasasız Değirmenci


Merhabalar.
Kral bir gün bir değirmencinin evi önünden geçiyormuş. Evin kapısında bir yazı ilişmiş gözüne: "BEN ÜZÜNTÜSÜZ YAŞARIM"  Kral hemen değirmenciyi çağırttırmış ve kapısına böyle bir şeyi nasıl yazabildiğini sormuş.  "Ben bu ülkenin kralıyım, gene de kapıma üzüntüsüz yaşadığımı yazamam,"  demiş. Değirmenci,  "Bir kez yazmış bulundum artık. Bir daha da değiştirmedim,"  demiş.

"Peki,"  demiş kral,  "yarın sabah erkenden bana gel. Sana üç soru soracağım. Bilirsen, o zaman inanacağım üzüntüsüz yaşadığına."  Ertesi sabah erkenden değirmenci saraya gelmiş.  "Günaydın değirmenci dostum,"  demiş kral, "şu anda ne düşünüyorum bil bakalım."  "Değirmenci geldi diye düşünüyorsunuz,"  karşılığını vermiş adam. "Tam bildin,"  demiş kral. "Evet düşündüğüm oydu, ama şimdi ikinci soruya hazırlan; ayın ağırlığı ne kadardır?"  "Çok çok dört çeyrek okka,"  demiş değirmenci,  "inanmazsanız kendiniz tartabilirsiniz." 

"Peki, suyun derinliği ne kadardır?"  demiş kral. Değirmenci de : "Bir taş atımı,"  karşılığını vermiş. Bunun üzerine kral gülerek: "Çok şakacı bir admsın değirmenci. her soruyu böyle çabuk çözüyorsan, üzüntüsüz yaşadığına hiç şaşmamak gerek,"  demiş.

Kral değirmenciyi armağanlara boğmuş, ikisi bütün yaşamları boyunca dost kalmışlar.

Biz mi üzüntüsüz yaşamasını beceremiyoruz, yoksa değirmencinin ülkesi güllük gülüstanlık mıydı?  

Selam ve dualarımla.  

Yar Beni


Sustum geceye yoldaş olunca
Kayan tüm yıldızlara sor beni
Saklanırım sanırken yıllarca
Bir kere saklamadı sır beni

Düşlerin adı sen oldu bende
Bir sabah olsun hayra yor beni
Yüreğim aşk tohumu elinde
Sen açacak toprağa ser beni

Mahşer muştusu büyük umutlar
Vuslatım sensin sana kur beni
Kıvam bulmazsa bendeki diller
Razıyım yerden yere vur beni

Koyu gölgeye verdiğim ezber
Sana karşı hep tuttu ar beni
Dilimden her gün düşmeyen yeter
Kimseye değil bana sor beni

Alıştım inan bitmez hicrana
Yakmıyor artık başka kor beni
Mükafat dersen bu garip cana
Sen gibi yakan nara ver beni

Gülün aşkından inlemek ne ki
İncitmez oldu gülde har beni
Tarifsiz tanım yanan özdeki
Dört bir yanımdan sardın yar beni...


Ziya Paşa AKYÜREK

Oruçlu Tilki


Tilki ormanda gezerken ağaç dalına asılı bir geyik budu görür, iştahla ağaca yönelir, fakat anlar ki bu bir tuzaktır. Geri çekilip yatar ve beklemeye başlar. O sırada bir kurt gelir. Dalda asılı geyik budunu ve tilkiyi görür ve tilkiye sorar: "Sen burada ne yapıyorsun?" "Hiç" der tilki, "yatıyorum" Kurt tekrar sorar: "Ama orada asılı bir geyik budu var, neden yemiyorsun?" Tilki cevap verir: "Oruçluyum bugün, ondan yemiyorum" der tilki.

Bunun üzerine kurt, "O zaman ben yiyeyim" deyip ileri atılır. Pençeleriyle geyik buduna dokunur dokunmaz bir patlama olur. Kurt on metre öteye fırlar. Kan revan içindedir. Tilki hemen gelir ve yere düşen budu afiyetle yemeye başlar. Yaralı kurt kafasını zorlukla kaldırıp, "Hain tilki, hani oruçtun sen?" der. Tilki cevap verir: "Az önce top patladı, duymadın mı?"

Her kıssanın bir hissesi vardır. Tilki ile kurt arasında geçen bu olaydan da alınacak dersler vardır. Tilki her zaman kurnazlığı ile işini bilen bir hayvan olarak bilinir. 

Yeni oluşturulacak Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden fıkradaki tilki gibi uyanık ve kurnaz olmasını ve kurt gibi de tuzaklara düşmemesini bekliyoruz.

Yayın ve Hizmet İlkesi


Merhabalar.

Her blogcunun bir yayın ve hizmet ilkesi olmalı. Ben kültür ve sanat ağırlıklı paylaşımlar için yola çıkmış; şiir, efsane, masal, hikaye, anı, dinler tarihi, felsefe, mitoloji vs. alanlarında paylaşım yapacakken, gündemi ve güncel konuları takip eden bir blog sayfası oldum çıktım. İşin asıl önemli yanı güncel ve gündem konularını takip ederken de internetteki bilgi kirliliğine ve bilgi çöplüğüne katkı yapmaktan ve sayfamızı takip eden blogcularımızı da yalan yanlış bilgilendirmekten ve etkilemekten başka bir işe yaramıyor paylaştıklarımız.  

Büyük konuşmak istemiyorum ama, sabır olsun diyorum ve bundan böyle ne güncel, ne de gündemle ilgili hiçbir paylaşımda bulunmak istemiyorum. Çünkü yalan yanlış haberlere dayanarak yaptığımız paylaşımlarla insanların hem kafalarını karıştırıyoruz, hem de yok yere üzülmelerine sebep oluyoruz. Güncel ve gündem olaylarla ilgili sayısız siteler var zaten, bu tür konuları takip etmek isteyenler bu haber ve yorum sitelerine yönelir, doğru ya da yanlış, artık orasını bilemem gerekli bilgiyi oradan alırlar.

Bu blog, "Değirmenden Mektup Var" dedi yola çıktı, ama doğru dürüst değirmenden bir mektup bile paylaşamadı. Sizce de öyle olmadı mı?.. Bu benim kişisel ve öz eleştirimdir. 

İnşAllah bundan böyle kültür, sanat, edebiyat, felsefe ve İslam dini ağırlıklı paylaşımlarda buluşmak üzere, hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyor, herşeyin gönlünüzce olmasını Yüce Allah'tan niyaz ediyorum. 

Selam ve dualarımla.
Recep Altun.

Türkmenler Kaderine Terk Edilmemeli


 
Merhabalar.

Büyük Türk milletini, iktidarından muhalefine herkesi, Türkmen Dağı çevresindeki Bayır Bucak Türkmenlerine ve Suriye’deki Müslüman Türkmen varlığına sahip çıkmaya davet ediyoruz. Herkesin bu zulme tepki vermesi gerekmektedir. Devletimizin ve hükumetimizin bu durum karşısında şu ana kadar koyduğu tavrı da yeterli görmüyoruz.


Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükumetinin, PKK'nın ve onun uzantılarının Kobani'deki PYD varlığına sahip çıktığı kadar, Suriye'deki Türkmen varlığına da sahip çıkmalarını istiyoruz. Hükumetimizin, Suriye'deki Türkmen varlığına sahip çıkamayacak kadar acziyet içinde olduğunu asla düşünmüyorum. Türk milletinin, Suriye'de yaşanan katliamları ve iç savaşı reddettiği hepimizin malumudur. Yine Türk milleti olarak, Suriye'deki iç savaşın müsebbiplerini, kandi halkına zulmeden ve onları gözünü kırpmadan katleden Esed'i ve onun destekçilerini de şiddetle kınıyoruz. 


Suriye'deki gelinen son durum, Türk dünyası ve ülkemiz açısından vahim boyutlara ulaşmıştır. Suriye'deki Müslüman Türkmen varlığı büyük bir katliamla, soykırımla ve yok olmayla karşı karşıyadır. Yüreğinde zerre kadar milli duygu ve iman taşıyan ve vicdanı olan hiç kimse, bu saldırıya ve vahşete sessiz kalmamalıdır. Gücü yetenler fiili olarak eylemlerle; buna gücü yetmeyenler sözleriyle, konuşarak, açıklamalarıyla, buna da gücü yetmeyenler kalbiyle dua ederek tepkilerini göstermek zorundadırlar.


İktidarıyla, muhalefetiyle, tüm siyasi partileri;sivil toplum örgütlerini, sendikaları, esnaf odalarını, üniversite camiasını, medya kuruluşlarını, velhasıl herkesi, ağır bombardıman altında olan Türkmen Dağı çevresindeki Bayır Bucak Türkmenlerine ve Suriye'deki Müslüman Türkmen varlığına sahip çıkmaya ve bu zulme tepki vermeye davet ediyoruz. 


Antalya da G-20 zirvesinde ABD Başkanı Obama ve Rusya Devlet Başkanı Putin’le Sayın Cumhurbaşkanımızın çok samimi pozlar içindeki görüşmelerinden sonra, vahşeti andıran bu saldırıların başlatılmış olmasını da anlamak mümkün değil. Halbuki bu liderler tarafından Türkiye kamuoyuna çok olumlu mesajlar verilmişti. Demek ki bunlar da bir kandırmaca ve aldatmacadan ibaretmiş. 


Türk Milleti olarak devletimizin ve Suriye’deki Türkmen kardeşlerimizin yanındayız. Yeter ki siz cesaretle gerekli adımları atın ve oradaki Türkmen varlığını koruyun. Rusya uçaklarıyla gelip Suriye'deki Türkmen kardeşlerimizi bombalıyorsa, biz Türkiye olarak ne yapıyoruz, Allah aşkına? Rusya’ya bir nota verilerek, eğer bu saldırıları durdurmazsa, Türkiye’nin havadan ve karadan askeri operasyonlara başlayacağı, net bir şekilde karşılık verileceği, bu yanlı ve haksız saldırılara göz yumulmayacağı ifade edilmelidir. Bu saldırıların durdurulmaması halinde; Türkiye, NATO’ya ve Birleşmiş Milletler'e çağrı yaparak, saldırılara gerekli karşılığı vermelidir.

Suriye'deki saldırılarda hayatını kaybeden Türkmen kardeşlerimize Allah'tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar niyaz ediyoruz. Rabb'im şu anda orada ağır saldırılar altında kalan Türkmen kardeşlerimizin yar ve yardımcısı olsun.

Selam ve dualarımla
Recep Altun.

Siber Dünya

Fotoğraf, İnternetten Alıntıdır.
Merhabalar.

Günümüz modern insanın hayatı iki farklı dünyadan oluşmaktadır. Bu dünyalardan biri fiziksel olarak yaşadığımız sosyal hayatımız, diğeri de en az sosyal hayatımız kadar vakit harcadığımız ve bağımlı olduğumuz Siber dünyadır. Siber dünyamızın araçlarından biri olan bilgisayarlarımız, bizleri bu siber dünyanın her tarafına ve her alanına adeta ışınlayan bir makinedir.

Siber dünyanın sunduğu imkanlar arttıkça, gerçek hayattaki bir çok işlev siber/sanal versiyonuyla yer değiştirmektedir ki, bu da insanların siber dünyaya daha fazla bağımlı olmasına sebep olmaktadır. Siber dünya kavramı detaylı olarak incelenidiğinde bu dünyanın iki farklı profilde insanlara imkan sağladığı ortaya çıkacaktır. Profillerden biri işlerini daha rahat yapabilmek için siber dünyanın imkanlarını kullanan masum insanlar, diğeri de bu dünyayı kötü amaçlı kullanmak isteyen suç şebekeleri ve hacker'lerdir.

Yıllardır kullandığım ve bu zamana kadar hiç bir sorun yaşamadığım, Windows7 Ultimate işletim sistemi ve ESET'in Nod32 antivirüs proğramı yüklü masaüstü bilgisayarımın hem kendi iç dosya erişimlerinde, hem de internet üzerindeki adres erişimlerinde kaç gündür bir ağırlık yaşamaktaydım. Bilgisayarımdan kayıtlı bir dosyayı çağırdığım da dakikalarca dosyanın ekrana gelmesini bekliyorum, internet üzerinden bir adrese erişmek istediğimde de yine dakikalarca adresin ekrana gelmesini bekliyorum. Bu aksaklığa sebep olabilecek tüm nedenleri donanımları ile birlikte tek tek gözden geçirerek gerekli tüm düzenlemeleri yeniden yapılandırdıktan sonra sonucun yine değişmediğini gördüm. Geriye tek bir yol kalıyordu o da bilgisayarıma format atıp işletim sistemini yeniden kurmak. Bu işlemi de tam iki kez ayrı ayrı uyguladıktan sonra yine sağlıklı bir sonuç elde edemedim.

Uzun zamandır aklımda olan ve daha önce de Linux işletim sistemi çekirdeğini kullanan PARDUS milli işletim sistemini kurduğum bilgisayarıma, yine Linux'un çekirdeğini kullanan Kali-Linux işletim sistemini, güvenli bir işletim sistemi olması nedeniyle bilgisayarıma kurmaya karar verdim.

Başlangıçta biraz zorlansam da daha önce de Linux'un dağıtımları üzerinde yaptığım araştırmalar sonucu edindiğim tecrübe ile Kali-Linux işletim sistemini bilgisayarıma kurdum. Siz de benim gibi inanmakta biraz zorlanacaksınız ama, Windows işletim sistemi ile yaşadığım sorunların hiç birini yaşamadan Kali-Linux işletim sistemi yüklü bilgisayarımı çok rahat bir şekilde kullanabildim. Hatta size şunu da ilaveten söylemek istiyorum. Windows7 işletim sistemi ile okuyamadığım iki adet DVD'yi bu işletim sisteminde okuyarak belge ve fotoğraflarıma ulaştım.

Yazım biraz uzun oldu galiba, ama sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Windows işletim sistemi, Linux dağıtımlarına göre çok daha yaygın bir şekilde kullanıldığı için, yukarıda bahsettiğim siber dünyanın tüm saldırı şebekeleri ve hacker'ler, Windows işletim sisteminin açıkları üzerinde yoğunlaşarak, Windows işletim sistemleri üzerinden kullanıcılara zarar vermektedirler. Ama Linux işletim sistemi çekirdeğini kullanan açık kaynak kodlu Linux dağıtımları, kullancılarının azlığı ve sistemin Windows'a göre çok daha korumalı ve güvenli olması, suç şebekeleri ve hacker'lerin işlerini zorlaştırmaktadır. Benim gibi bilgisayarı ile ilgili sorun yaşayanlara, Kali-Linux işletim sistemini bilgisayarlarına kurmalarını tavsiye ederim.

Selam ve dualarımla.

Recep Altun

Atatürk


Mustafa Kemal 1934'de Atatürk soyadını almıştır. Hiç bir büyük Türk, ondan önce "-Türküm!" dememişti. Türk, Osmanlıca'da kaba ve köylü demekti. Şehir efendisi alafranga; Osmanlı, alaturka ise, Müslüman'dı.

Atatürk Cumhuriyet'in onuncu yıldönümündeki kısa nutkunu şu sözlerle bitirmiştir.: "Ne Mutlu Türküm Diyene!"

O bir milliyetçi idi; fakat ırkçı değildi. Onun anlayışında vatan Türkiye, Türk'de Türkiye'li demekti. Bir gün kendisine:

-Ya öteki Türkler? Diye sormaları üzerine:

-Hepsinin vatanı burası. Hepsi için yurdumuzda yer var, cevabını vermişti.

Yüce önder Mustafa Kemal Atatürk'ü, ebediyete intikalinin sene-i devriyesinde rahmetle, minnetle, saygıyla ve özlemle anıyoruz. Ruhu Şad olsun!

1 Kasım'dan Sonraya Bakmak


1 Kasım'da sandıktan kimsenin öngöremediği bir sonuç çıkmıştır. Alınan sonuç, AK Parti açısından bir başarı tablosudur. Bu başarıda, bütün süreçte ağırlığını hissettiren Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın, aktif bir seçim kampanyası yürüten Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu'nun ve ayrıca bütün AK Parti kademelerinin rolü bulunmaktadır.

Türkiye'nin önündeki olumsuz koşullar göz önüne alındığında, ülkenin bir an önce bir yumuşama dönemine girmesi elzemdir. Başbakan Davutoğlu'nun pazar akşamı yaptığı konuşmalarda "Türkiye'yi her türlü kutuplaşmadan, her türlü çatışmadan, her türlü gerilimden çıkaracağız." şeklindeki sözleri, artık kendisinin de bu ihtiyacı hissettiğini gösteren önemli bir çıkıştır.
*               *               *
Sayın Davutoğlu'nun "Türkiye şu andan itibaren yapılan tartışmaları geriye bırakarak, gelecek hedeflerine odaklanmalıdır". "Milletimiz istikrar istedi, güven istedi, meselelerine çözüm istedi". "Demokrasiden, hukuktan, merhametten, şefkatten, sevgiden geriye bir adım gidilmeyecektir". "Herkesin hukuku güvence altındadır ve herkesin hukuku, 78 milyon vatandaşımızın hukuku mutlak şekilde korunacaktır". "Bütün vatandaşlarımızın can ve mal güvenliği, fikir ve inanç özgürlüğü bizim teminatımız altındadır" sözleri iyimserlik yaratmıştır.

Bu alanda herkese, öncelikle de iktidara büyük sorumluluklar düştüğü tartışılamaz, İktidarın bu yönde toplumun bütün kesimlerini ikna edecek somut adımlar atmasını, "78 milyonu kucakladığı" yolundaki sözlerini gerçekten hayata geçirmesini diliyoruz. Gerilimlerin aşılabilmesi, aynı zamanda muhtelif mecralardan verilen mesajlarda gösterilecek özene de bağlıdır. Keza, ülkede giderek yaygınlık kazanan şiddet dilinin de bir an önce durdurulması gerekiyor.
*               *               *
Hürriyet olarak, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını güçlendirmek, hukukun üstünlüğünü hakim kılmak, devlet içindeki her türlü illegal yapılanmayla hukuk içinde mücadele etmek, ülkemizin çoksesliliğini yaşatmak, düşünce ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere tüm özgürlük alanlarını genişleterek demokrasiyi güçlendirmek, nefret ve ötekileştirme söylemlerine itibar etmeyerek birleştirici ve kaynaştırıcı bir rol oynamak ve terörü ortadan kaldırmak için atılacak her adımın yanında olacağımızı belirtmek isteriz.

Bu beklenti ve temennilerle 1 Kaşım seçim sonuçlarının ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını dileriz. HÜRRİYET GAZETESİ

Al Başkanlığı Ver Özerkliği


Merhabalar.

1 Kasım seçimleri sonucu, parlamentodaki milletvekili dağılım tablosu, siyasi partilere göre ele alındığında; “Al Başkanlığı Ver Özerkliği” pazarlığını kolaylaştıracak gibi görünüyor. Daha önce “Seni Başkan yaptırmayacağız!” diyen Demirtaş, şimdi ise "Başkanlık konusunu tartışabiliriz" gibi olumlu mesajlar vermeye başladı bile. 7 Haziran öncesinde ve sonrasında Meclis’te bu denge yoktu. 1 Kasım 2015 seçim sonucunda ortaya çıkan bu tablo, AKP ve HDP işbirliğiyle anayasa değişikliğinin yapılabileceğini göstermektedir. Çetin müzakereler sonucu oluşacak yeni anayasada Başkanlık karşılığında özerk bölgelere yer verileceği muhakkktır. Özerklik konusunu da vatandaşa “Özerklik, Başkanlık yönetiminin ruhunda var!” diye işin içinden çıkacaklardır.

Kim bilir bizleri daha ne sürprizler bekliyordur!..

Selam ve dualarımla
Recep Altun

Hayır Diyen Kimdi?


Katakulliye gelme ey halkım
algı oyununun elinde heder olma ey halkım
hakikatın eğilip bükülmesine rıza gösterme ey halkım...
Hayır diyen Bahçeli değil, Davutoğlu idi.
Üstelik nikah masasında "Evet" dediği halde...
Yani "Evet" deme tecrübesi olduğu halde...

Kaynak: Hürriyet Gazetesi

Cumhuriyetimiz Sonsuz Olsun

Merhabalar.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, kahraman Türk milletinin gayret ve fedakarlığıyla, bağımsızlık mücadelesi sonucunda elde edilen ve eşsiz bir zaferle kurulan Cumhuriyetimizin 92. yıldönümü münasebetiyle, tüm milletimizin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nı kutluyorum.

Selam ve dualarımla.

Vay Bu İnsanlığın Haline!


Merhabalar.

Her geçen gün insan, daha değerli bir varlık olacağı yerde, değer yitirmeye devam ediyor. En son güven denen değerimizi de yitirdik. Aile içindeki bireylerin bile birbirlerine güveni kalmamış; nefis ve onun kamçısı olan hırs, insanlığı tahakkümü altına almış, birbirleri ile maddi alanda ve şeytani yollarda yarışır ve savaşır hale getirmiştir.

Cenab-ı Hakk tarafından özümüze yerleştirilen sevgi ve onun insanlar arasındaki bağını oluşturan saygı kaybolmaya yüz tutmuştur. Bu bağlamda biz, insanlar arasında güzel ve sağlıklı ilişkiyi nasıl sürdüreceğiz?

İnsanları birbirleri ile kucaklaştıran ve yakınlaştıran din de değer kaybına ve erozyona uğramaktadır. Eğer din de elden giderse, "vay bu insanlığın haline!" demekten başka bir şey gelmiyor elimden...

Selam ve dualarımla birlikte Rahman ve Rahim olan Allah'a emanet olun.

Kaş Yapayım Derken Göz Çıkarmadan

Bunalımdaki İnsan

Bunalım geçirmekte olan bir insanın üstüne üstüne gitmek, tahrik etmek, dalga geçmek, bir bombanın pimini çekmek gibidir. Aslında ne problemi yaşayan kişi ne yapacağını bilmektedir, ne de etrafındakiler öyle bir şey yapacağına inanmaktadırlar. Blöf yaptığını zannederek daha da üzerine gidildiği olur.

Sakın ha sakın, karşıdaki kişinin akl-ı selimi kaybetmemesi gerekir ki, korkulan olmasın... Ölmeyi veya öldürmeyi aklına koymuş, düşünce yapısı bozulmuş bir kişiye güya mani olmak maksadıyla, "Hadi yap da görelim, nerede sende o yürek! Ben bu sözleri çok duydum, ezberledim artık!" gibi sözlerle hitap etmek, cinneti elim bir faciaya dönüştürür, hem de sayılamayacak kadar az saniyeler içinde akıl almaz hadiseler cereyan eder. Yapan da şaşırır, yaptıran da, bakan da...

Recep Altun

Kaht-ı Rical

Sinop'lu Diyojen

Filozof Diyojen'in "gerçek adam"ı aramak için gündüz fener yaktığını herkes bilir. Fenerle ne aradığını soranlara, onların dikkatini çekmiş olmanın hazzıyla, "Adam arıyorum, adam!" dermiş. Yani demek ister ki, sureta adam/şeklen insan çok, fakat sireta adam/ahlaki ve manevi açıdan gerçek insan yok...

II. Abdülhamid'in kızı, babasının hatıratını ihtiva eden kitabında babasının, "Bu milletin uğradığı en büyük sıkıntı Kaht-ı rical meselesidir." dediğini nakleder. Ki, o koca sultan, sadrazam tayin etmek istemiş, fakat devlet adamı sıfatını taşıyan bir kimseyi bulamamanın sıkıntısı ile "Ah kaht-ı rical!" diye inlemiş.

Bu deyim Osmanlı'dan bize miras ve birçok sorunun kaynağını iki kelimeyle ifade edebilme yönüyle muhteşem bir kavramdır. Adam gibi görünen, ama adam olmayanların elinde kalan bir imparatorluğun neden yıkıldığı da bu iki kelimede gizlidir.

Kaht-ı rical, yani "Muteber adam kıtlığı"

Araştırma: Recep Altun

Ağnadın mı?

Süleyman Demirel

Demirel'e ülkenin durumu hakkında ne düşündüğü sorulmuş...

Demirel de soruyu yönelten kişiye:
- "Bak sana bunu bir fıkrayla anlatayım da pazar neşesi olsun" demiş. Demirel'in anlattığı fıkra şu:

Osmanlı döneminde yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir kadı varmış. Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş.Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış sahibini bekleyen nefis bir ördek var.... Karakuşi Kadı, fırıncıya:

- 'Ben bunu aldım' demiş.'  Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Az sonra ördeğin asil sahibi gelmiş:

- 'Hani bizim ördek?' Fırıncı boynunu büküp:

- 'Uçtu' deyince iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış... Gayrimüslim de peşinde kovalıyor...

Bir duvardan atlarken, bilmeden duvarın öteki tarafındaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış... Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı'nın karşısına çıkarmışlar. Kadı sırayla sormuş...

Ördeğin sahibi,
- 'Bu adam ördeğimi hiç etti' diye şikayet etmiş.

Karakuşi Kadı, fırıncıya sormuş:
- 'Ne yaptın bu adamın ördeğini?'

Fırıncı
- 'Uçtu' demiş.

Kadı, kara kaplı defterini açmış:

- 'Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar 'Uçar' anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil' diyerek, fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş. Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş. Onun şikayetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş:

- 'Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla...

Davacı:
- 'Benim tek gözüm çıktı. Şimdi ne olacak?' diye sorunca Karakuşi Kadı

- 'Şimdi' demiş, 'Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız. Tabii gayrimüslim şikayetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.

Çocuğunu düşüren kadının kocasına da Karakuşi Kadı:

- 'Tamam' demiş, 'Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.' Böyle olunca adam da şikayetini anında geri almış, fırıncı bu davadan da kurtulmuş. Kadı dönmüş Yahudi'ye:

- 'Senin şikáyetin nedir bre?' Yahudi bir süre düşündükten sonra ellerini açmış,

- 'Ne diyeyim kadı efendi' demiş, 'Adaletinle bin yaşa Sen, e mi !'

Demirel bu fıkrayı anlattıktan sonra kendisini dinleyen topluluğa dönerek, kıssadan hisse:

- Ananı "öpen" kadı ise, kimi kime şikayet edeceksin?.. Bugün ülkedeki durum bu! Agnadın mı?

Artık


Halife olarak yaratıldık
Üflenen ruhtan can aldık
Meleklere bile ayan olmuş
Yeryüzünü kana buladık.

Bozguncu ve kan döken
Bir mahluk olarak tanındık
Sürüldüğümüz günden beri
Yeryüzünde hep kan akıttık.

Sonu yok bu vahşetin
Kıyamete dek sürecek
Kim bilir daha ne canlar
Bu oyuna kurban gidecek.

Terazisi yok bu dünyanın
Alma mazlumun ahın
Hesabını vermek zordur
Mahşere kalan günahın.

Allah’tan kork;
Kuldan utan artık,
Bu millet uyandı
Sana zırnık yok artık!..

Yaz Blogcu

Adha Bayramı


Merhabalar.

Malumunuz dini baramlarımızın ikincisi olan Kurban bayramına sayılı günler kaldı. Kurban fiyatları el yakıyor. Kurban kesmek isteyen emekli, memur ve işçi kardeşlerimiz, bir aylık maaşını kesceği kurbanlık hayvana ödemesi gerekiyor. Kurban bayramında ibadet niyeti ile kurban kesmek hür, mukim, (yolcu olmayan), müslüman ve zengin kimseye vacibtir. Zenginden maksat, temel ihtiyaçlarından başka, artıcı olsun veya olmasın; en az iki yüz dirhem gümüş değerinde bir mala sahip ve fitre vermekle yükümlü olan kimselerdir.

Kurban, yakınlık, yakın olma, yakınlaşma anlamındaki Arapça kelime "kurbiyet" ten türemiştir. Buna rağmen, Araplar bu bayrama, kurban bayramı demezler; kuşlukta kesilen hayvan anlamında "dahiye" den Adha Bayramı adını verirler.

Kurban bayramı, kurban kesmeyi kutlamak için değildir. Bayram olduğu için kurban kesilmektedir. Bu bayramda asıl olan hac ibadetidir. Kurban kesmek de ancak haccın bazı durumlarında gerekli kılınmıştır. Hac, Mekke'nin belli yerlerinde yapılacağı için, Mekke'de bulunmayan bütün müslümanlara bulundukları yerlerde bu bayramı kutlamaları için iki şart koşulmuş oluyor: Bu şartlardan biri bayram namazı, diğeri ise gücü yetenin kurban kesmesidir.

Kurban bayramınızı kutlar; tüm sevdiklerinizle birlikte sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir bayram geçirmenizi dilerim. Cenab-ı Hakk, şimdiden kesceğiniz kurbanlarınızı mübarek kılsın ve kabul etsin inşAllah.

Selam ve dualarımla.

Demir Alma Vakti


Merhabalar.

Artık demir alma vakti gelmişse bu limandan. 
Uçsuz bucaksız denizlere açılmak istiyorum.
Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun.
Sizleri çok, ama çok seviyorum...

Recep Altun.

Nutuklara Gömülen Yiğitler


Televizyondan yükselen mekanik ses efkâr olup çörekleniyor yüreğimizin orta yerine:

“Hakkari’nin Çukurca ilçesinde arazi araması sırasında mayın patladı. Patlamanın ardından 1 asker şehit olurken iki asker yaralandı… “

Aynı haber, aynı hissiz ifadeyle daha önce kaç kez okundu bu ekranlardan, kim bilir daha kaç kez okunacak ve kim bilir kaç vicdansızın yüzünde daha tuz-buz olup dağılacak.

Bakmayın “Kim bilir?” diye sorduğuma…

Yarını görebilmek için düne bakmak yeterlidir.
–Bu millet üzerine serpilen ölü toprağını silkeleyip atmadıkça
–Bu ülkede vatanseverler de en az vatan hainleri kadar cesur olmadıkça,
–Bu millet futbol maçlarına gösterdiği ilginin onda birini şehit cenazelerine göstermedikçe, daha pek çok vatan evladının “NUTUKLARA GÖMÜLECEĞİNDEN” zerrece şüpheniz olmasın…

Öyle ya nutuklara gömüyorlar yiğitlerimizi.. Her şehidin ardından bilindik söylemler:

Kanı yerde kalmayacak… cak… cak…
Hesabı sorulacak… cak.. cak… ve bir sürü süslü cümlecikler..
Peki ya sonrası?

Bayrağa sarılı bir tabut ve ardında bir avuç gözü yaşlı üzgün insan. Bir değil, binlerce kelle alınsa henüz iki günlük TİMUÇİN’ in babası Nuri AYDIN geri gelir mi?

Peki ya Fatih AYDOĞDU, Mehmet Kaya ÇELİK geri gelir mi?

Öfkemiz haine olsa da, sitemimiz, serzenişimiz adeta ölüm uykusuna yatmış milletimizedir. Âkif olup haykırası geliyor insanın:

HİS YOK, ACI YOK LEŞ Mİ KESİLDİN?”

Kahpeliğin her türlüsünü kutsal emanet gibi puşt yüreklerinde zulalayan insan müsveddeleri kına yaksınlar…

Eli kanlı hainleri davul zurnayla karşılayıp, “İnsan Hakları Havarisi” ilan eden deyyus-u ekberler kına yaksınlar…

Devletimizin bölünmez bütünlüğü için “namus ve şeref” üzerine yemin eden namussuzlar, şerefsizler kına yaksınlar…

Dağdan inen teröriste çiçek veren “böyyük adamlar” kına yaksınlar…

Kurşun atan çocukla taş atan çocuğun aynı yaşta olduğunu bilmeyen, bugün taş atanların yarın kurşun atacağını ön görüp tedbirini alamayan gafiller kına yaksınlar…

Dağdaki teröriste övgüler düzen, Türk Milletine topyekun şerefsiz diyen “Şiwan PERVER” gibi nesepsizlerin yoluna kırmızı halı döşeyen kravatlı telefon efendileri kına yaksınlar…

En çok da “zulme rıza zulûmdür” emr-i ilahisini kulak ardı edip, ideolojik körlük içerisinde yapılan her zilleti alkışlayanlar kına yaksınlar..
Yürekten yüce TÜRK MİLLETİ’nin başı sağ olsun…

Kalbî duamızdır. Cenâb-ı Hak “Din-û Devlet, Mülk-û Millet” uğruna bizleri de şehitler kervanına katsın…

Son nefes…
Son nefer…
Son damla kana kadar…

Bayrak solmasın diye kanlarını sebil eden yiğitleri rahmet, minnet ve duayla anıyor hançeremiz yırtılırcasına haykırıyoruz:

Yolları yolumuz
İzleriz izimiz
Kinleri kinimizdir
Ve
Hainlere karşı kinimiz
Dinimiz gibidir.. 
Vesselam..

Dağlıca


Dağlıca Saldırısında 16 Şehidimiz Var!
Yüreklerimiz Yanıyor!..

İman Zayıflığı


Merhabalar.

Sabah ezanları okunuyor. Saat şu anda 05:18. Uyku tutmadı. İyi ki de tutmadı, yoksa sabah namazlarını hep kaçırıyorum. Zaten bu aralar diğer vakit namazlarını da hep aksatıyorum. Allah'tan hayırlısı. Hani bir söz vardır "iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır" diye. Ne dersiniz? Ben bugün iğneyi kendime batırmakla işe koyulacağım. Hani bir söz daha vardır. "Allah'ın bildiğini kuldan saklamamak" diye. Bence her zaman dürüst olmak ve başkalarıyla birlikte kendimizi de kandırmamak gerekiyor. Daha önce de ara ara her vaktini kılmaya çalıştığım namazlarımda bir türlü tertip sahibi olamadım. 2006 yılında tekrar tertip sahibi olarak başladığım namazlarımı şu son zamanlarda yine aksatmaya başladım. 

Namaza hep hırsızlık yaptım, namazlarımı kılmamak için her bahaneyi kullandım. Yüce kitabımız Kur'an'da da Bakara suresinin 45. ayetinde namazın insan nefsine ağır geldiğinden şöyle bahseder: "Sabra ve namaza sarılarak yardım dileyin. Hiç kuşkusuz bu, kalbi ürperti duyanlardan başkasına çok ağır gelir." Bu bağlamda insan nefsine, bırakın namazı; saymakla bitiremeyeceğimiz daha nelerin ağır geldiğini düşünmek bile istemiyorum.

İslam'ın beş şartından biri olarak sayılan namaza (tertip sahibi olanlar müstesna) hırsızlık yapmayanımız  ve onu aksatmayanımız yoktur. Sonuç olarak namaz ibadeti nefsimize hep ağır gelmiştir. Ben bunu bizleri yaratan Allah'a olan inancımızın zayıflığına yorumluyorum. Tam ve kuvvetli bir iman üzere olmuş olsaydık, İslam'ın beş şartından biri olan ve Allah'ın yarattığı kullarına farz olarak buyurduğu namazlarımızı asla aksatmadan kılmaya devam ederdik.

Kurban kesmek, hac farizası esnasında yapılması gereken dini ibadetlerinden biri olmakla birlikte diğer İslam ülkelerin durumlarını bilmiyorum ama, ülkemizde gücü yetsin veya yetmesin her aile kurban kesmek için bütçesini zorlar ve kurbanını keser. Ama her nedense aynı hassasiyeti namaz kılmak da ve zekat vermek de göstermez. Oruç ibadetinde de müslümanların oruç farizasını yerine getirmek için gösterdikleri önem ve itinayı aynı şekilde namaz ibadetinde göstermezler.

Sözü fazla uzatmadan dürüstçe şunu söylemek istiyorum. Namazın mahiyeti ve diğer hususiyetleri ayrıca tartışılır. Ama hepimizin farz kabul ettiği beş vakit namazı kılmamak için, ya da namaza hırsızlık yapmak için elimizden geleni yapıyoruz. Neden? Ben bunu iman zayıflığına bağlıyorum. İman zayıflığı ne demek? Ben iman zayıflığını iki noktadan ele alarak incelemek istiyorum. Biri Allah'ın varlığı ile ilgili (Allah'ın olup olmadığı) diğeri de İslam dininde yer alan başta namaz olmak üzere tüm ibadetlerimizdeki tereddütler. 

İman zayıflığındaki en tehlikeli nokta Allah'ın varlığı ile ilgili olup, Allah göstermesin, bu zayıflık insanı ya şirke götürür, ya da tahkiki iman yoluyla Allah'a olan inancı sağlamlaştırarak haliyle imanı kuvvetlendirir. Ben zaman zaman hem Allah'ın varlığı, hem de ibadetlerle ilgili tereddütler arasında gidip geliyorum. Taklidi imandan tahkiki imana geçmek suretiyle Allah'a olan inancımı sağlamlaştırmak ve imanımı kuvvetlendirmek için elimden geleni yapıyorum. İbadetler konusundaki tereddütlerimi de gidermek için, İslam alimlerinin bu konuda yaptıkları çalışmaları inceliyorum.

Kalbinde iman hastalığı olan herkese de bu yolu tavsiye etmekle birlikte herkesin benim gibi açık yüreklilikle önce kendini sorgulamasını, sonra da iman konusundaki tereddütlerini çevresiyle tartışmak suretiyle paylaşmasını diliyorum. Belki bu tartışma, onun imanını kuvvetlendirir de iman konusunda ulaşması gereken makama yükselir.

Selam ve dualarımla.    
Recep Altun.

Marka Hayranlığı


Merhabalar.

Blog arkadaşlarımdan sayın Gökhan Tekin bey,  "Bir Markaya Hayranlık Duymak" başlığı ile ilgili beni mimlemiş. Kural gereği mimlediği arkadaşları arasına beni de aldığı aldığı için, kendisine çok teşekkür ederim. 

Açık yüreklilikle önce şunu itiraf etmeliyim. Alış-veriş hayatımda hayranlık duyduğum bir marka asla olmamıştır. Sadece memnun kaldığım bazı markalar olmuştur. Kendim için bile olsa alış-veriş yapmayı asla sevmem. Evimizin tüm ihtiyaçlarını eşim karşılar. 

Memnun kaldığım markalara gelince beyaz eşyada "Arçelik", elektronik eşyada "Nokia" ve "İntel" Giysi de memnun kaldığım bir marka olmamıştır. Yiyecekler de "Ülker", "Bizim", "Pınar" gibi markalardan memnunum.

Her ne kadar şoförlüğüm olsa da şoförlüğü  sevmediğim için, hiç arabam olmadığı gibi, hayranı olduğum herhangi bir araba markası da olmamıştır. 

Ben de elimden geldiğince yerli malı kullanmaya özen gösteririm. İsrail'in yaptıklarından dolayı "İsrail" mallarından uzak durmaya dikkat ederim. 

Zaman ayırıp beni okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Her ne kadar bu işin kuralı bile olsa, ben kimseyi mimlemeyi sevmiyorum.

Selam ve dualarımla.